"Günlük Hayatımızda Şamanist Ayin ve Törenler!"

Ömer YILDIZ Yazdı...

Günlük Hayatımızdaki Şamanist Ayin ve Törenler (2)

Yazımızın birinci kısmında Şamanist ritüellerin nasıl ve hangi yolla İslamlaştırıldığını anlatmıştık. Bu bölümde ise aslında Şamanist ayin ve törenlerden olup da İslamdanmış gibi algılanan örneklerden bahsedeceğiz.

Budizm ve Maniheizme ait mistik öğretilerin ve kültürün tasavvuf kanalıyla devam etmesi: Uygur Türkleri arasında yaygın olan Budizmin İslam sonrasında tesirini tasavvuf/tarikat yoluyla devam ettiğine şahid oluyoruz. Bu bağlamda tarikat zahitleri adeta Budist rahipler gibi veya Budha gibi tasvir edilmiştir. Bunun en çarpıcı örneği İbrahim Ethem menkıbesinde karşımıza çıkar. Bu menkıbe, Feridüddin Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya adlı meşhur eserinde genişçe anlatılmıştır. Menkıbe şöyledir: Belh sultanı olan İbrahim Ethem, (Belh bilindiği gibi Budizm’in İslam’dan önceki ana merkezlerinden biridir) bir gece sarayın damından gelen gürültüler nedeniyle uykusundan uyanır. Sultan “kim var orda?” diye seslendiğinde Hızır “benim” diye karşılık verir ve içeri girip kendini tanıtır.

Hızır İbrahim Edhem’e sorar: Bu saray kimin?”

Sultan “benimdir” der.

Hızır, “peki senden önce kimindi?”

Sultan, “babamındı” der.

Hızır, “peki ondan önce kimindi?” diye sormaya devam eder.

Sultan “onun babasınındı” cevabını tekrarlar.

Sonra Hızır, “peki şimdi onlar neredeler?” diye sorar.

Sultan “öldüler” der.

Hızır “peki sen öldükten sonra bu saray ne olacak?” dediğinde, Sultan gaflet uykusundan uyanır ve sultanlığı bırakarak sufiliği seçer ve “demir asâ, demir çarık” yollara düşer. İbrahim Ethem’in bu menkıbesi, aslında Budizm’in kurucusu prens Buda’nın hikâyesinden başkası değildir.

 

Bu ve benzeri Budist, Maniheist anlatılar, İslam sufiliğine tesir etmiş, İslamileşerek tasavvuf kaynaklarında yerini almış, şeyhlerin menkıbelerinde keramet hikâyeleri olarak pervasızca kullanılmıştır. İnsanlar bu ve benzeri mistik hikâyeleri İslamî bir inanç olarak algıladılar, kuvvetle bağlandılar. Bu esatir-i evvelini İslam diye sahiplendiler ve sahiplenmeye de devam ediyorlar.

 

Türklerin Şamanizm'den İslamiyet’e geçişi yüzyıllar öncesine dayansa da günümüzde Şamanizm'den kalan birçok adet ve gelenekleri canlı bir şekilde devam ediyor. Yani “mit” bir şekilde yürüyor, devam ediyor. İşte onlardan birkaçı:

Türklerde tek Tanrı inancı: Bize ilkokuldan beri ezberletilen şehir efsanesi, “Türklerin tanrı inancı İslam’ın Allah inancının bir benzeriydi. İslam’ın ruh ve özü Türklerin ruhlarında mündemiçti” gibi resmi tezlerin gerçekle hiçbir alakası yoktur.

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak bu konuda şöyle diyor: ‘Eski Türklerin tahayyülündeki tek tanrı, Semavi inançlarda görülen şekilde bir tek tanrı değildi. Eğer varsa ki var, böyle düşünen meslektaşların yanıldığını düşünüyorum. Rahmetli İbrahim Kafesoğlu, Osman Turan ve Hikmet Tanyu’nun ifade ettiği gibi “Türkler zaten İslam’ı kabul etmeselerdi de tek bir tanrı fikrine ulaşmışlardı” gibi bir görüşe katılmak bence o kadar kolay değildir’.

‘Yukarıda Allah var’ söylemi; Tengrizm inancından kalmıştır. Bu anlayıştan dolayı dua ya da işaret ederken eller gökyüzüne açılır. Hâlbuki Allah ne gökte ne yerde O her yerdedir.

Mevlit ve İlahiler: Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müzik hayatın ve ayinlerin değişilmez bir parçasıdır. Şaman geleneğinin devamı olan Mevlit ve İlahiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır. İslam dininde ölünün ardından mevlit merasimi diye bir uygulama yoktur. Osmanlı tarihinde ilk Mevlit, 1409-10 yıllarında Bursalı bir fırıncı ustası olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır.

 

Yolcuyu su dökerek uğurlama: Gidenin arkasından ’çabuk dön, kazasız belasız su gibi git su gibi gel’ demek için su dökülür. Ayrıca ölen kişinin ruhunun geri gelmesi için mezarlara su dökülmesi de bu kapsamdadır. Şaman kültüründe su kutludur, azizdir, berekettir. Nitekim dilimizdeki “su gibi aziz ol” ifadesi buradan gelir. Ayrıca su içerken kafanın elle desteklenmesi de bir Şaman geleneği kalıntısıdır. Şöyle ki, şaman geleneğinde su içerken insanın aklının başından çıkacağına inanılır. Bu nedenle akıl baştan çıkmasın diye kafa elle tutulur ve desenlenir.

Kırk sayısı kültü: Eski Türk inanışına göre ölen kişinin ruhu fizikî bedeni kırk gün sonra terk etmektedir. Vefat edenin “kırkının çıkması” deyimi buradan gelir. Şamanizm’de ölen kişinin ruhu evi terk etsin, göğe yolculuğuna başlasın, öteki ruhlar doluşmasın diye ölen kişinin evinde toplanıp ayin yapar, yas tutulur, dua okunur. Bu inancın günümüze yansıması ölümün 40. gününde “kırk giliği” dağıtılması şeklindedir. Yenidoğan bir bebeğin kırkıncı gününde yıkanması da buradan gelmektedir.

Türk destanlarında kırk sayısı sıklıkla yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde de kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsanesinde, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve

ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.

Sıra dışı anlamlar yüklenen “Kırk sembolizması”; Totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Müslümanlıkta ölünün ardından kırk gün sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdeti, Musa’nın Tur dağında kırk gün kırk gecede vahiy alması, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalması, Hıristiyanların paskalyaya kırk gün oruç tutarak hazırlanması, Ayasofya’nın zemin katında kırk sütununun ve kubbesinde de kırk penceresi olması o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir.

Dilek tutma ve dilek ağacı: Gök Tanrı inancında kanlı kurban geleneğinden başka bir de kansız kurban inancı vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler kansız kurbanlardandır. Tabiattaki her şeyin ruhu olduğuna inanılan Şamanizm de ayrıca ruhların dileklerin gerçekleşmesine aracılık ettiğine de inanılır. Şamanimzde ağaçlara çok önem verilir, yaşamın sembolü kabul edilir ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünülür. Bu nedenle dileğin gerçekleşmesi için “dilek ağacı”nın dallarına bez ve çaput bağlanır ve beklenir. Günümüz Türkiye’sinde bu eski gelenek halen ağaçlara, türbelere ve kayalara çaput bağlama şeklinde tüm canlılığı ile devam etmektedir. (Devam Edecek)