“G*TÜ GIRMIZI”

“G*TÜ GIRMIZI”

Tacettin KEPENEK Yazdı...

“G*TÜ GIRMIZI”

Geçtiğimiz gün, “sivastimes” yazarları olarak, Sivas’ın Ulaş ilçesinin, Karacalar köyüne gittik. Sebebi ziyaretimiz, kırk beş yıl sonra, ilk görev yaptığı köye ziyarete gelen, çello sanatçısı, besteci ve “Su Yangını” isimli öykü kitabının yazarı Yakup Kıvrak ile söyleşi yapmaktı...

Yıl 1975. Henüz 18 yaşındaki Afyonlu Yakup, yatılı öğretmen okulundan yeni mezun olur ve öğretmen olarak ilk atandığı yer olan Karacalar köyüne gelir. Köylüler, bu yakışıklı genç öğretmeni çok severler ve kısa sürede kaynaşırlar...

O tarihlerde, köylerde elektrik yok, su şebekesi yok, hela yok, vasıta yok... Kıbrıs barış harekâtı sonrasının, yokluk yılları...

Ne kadar zaman geçse de, köylüler onu unutmaz, o da köylüleri. Özellikle köyün ileri gelenlerinden “Kör Sefer Ağa” ile Yakup öğretmenin iletişimi hiç kopmaz...

Yakup öğretmen, köyün insanlarını ve bu köyde yaşadıklarını “Su Yangını” adı altında kitaplaştırır. Yıllar sonra öğrencisi Mükremin, arkadaşı Karpuz Memet, muhtar ve diğer köylüler, kendisini davet ederler ve Karacalar köyünde bir araya gelirler...

Bizde, bu insanlarla Yakup öğretmenin köye geldiği ilk gün, misafir edildiği odada buluştuk. O günlerde yaşananları, bizzat yaşayanların ağzından dinledik. Kahramanların hepsi yaşlanmış olsa da, onlarda çok uzun zamandır, kimsede görmediğim bir samimiyeti ve saflığı hissettim... Bu insanların, masum gençlik halleri, hoş bir tebessümle, adeta gözlerine ve yüzlerine yansımıştı...

Sanki unuttuğumuz bazı duyguları bizlere yeniden hatırlattılar... Bu güzel insanların, özel hatıralarına ve güzel duygularına şahit olduk.

Gelelim yazının başlığında ki “götü gırmızı" meselesine...

Yakup öğretmenin kitabında bahsettiği çocuklardan birisi de, asıl adı Mustafa olan “götü gırmızıdır.” Bir gün, Mustafa’nın pantolon ağı yırtılır. O yıllarda para yok, pul yok. Neredeyse bütün köylüler, yamalı giysilerle dolaşır. Annesi, Mustafa’nın pantolonunun arkasına, kırmızı renkli kumaştan, genişçe ve yuvarlak bir yama yapar. Mustafa, kırmızı yamalı pantolonu ile köyün içinde dolaşmaya başlayınca, o andan itibaren adı, artık “götü gırmızıya” çıkar...

“Kör Sefer ağa da” aslında kör değildir ama neden kör denildiğini, onlarda bilmiyor...

Günümüzde, olumsuz algı yaratabilecek bu tür lakaplar takmak, hoş karşılanmıyor ve zaten doğru da değil...

Ancak yakın geçmiş te; Anadolu’da ve özellikle köylerde, insanlara lakap takılması da sosyal bir vakıa... İlginç olan şu ki; takılan lakapların toplum içinde mizahi olarak algılanıyor olması ve hiç bir zaman art niyetli olarak değerlendirilmemesi. Hatta lakap takılanlar, rahatsız olmak bir yana, bu lakapları kabulleniyorlar bile...

Sivas ‘ta benim hatırladığım o kadar çok lakap var ki, neredeyse lakapsız kimse yok...

Kör hafız, tırıhlı kadriye, pepe osman, lalığın oğlu, deve şükrü, götü büyükler, boynu boklular, kümük sabri, cüce memmet, cücük duran, horozun oğlu, deşik ahmet, bızdikler, cinali, cırık remziye, fırtıklı selo, arap emmi, aygır anşa, çebiş safiye, mırık hamza, ölü duran, nallı dudu, cılıbıt yusuf, kurtlu kulak, pisik ömer, topal osman, kel hacı ahmet, pörtleğinoğlu, yanık duran, gavur ali, zobonun oğlu, pala mustafa, uzun ahmet, at erdal, pattes oğlan vs saymakla bitmez...

Bunlar toplumun gerçekleri ve adeta toplumsal kimlik öğeleri. Lakapsız adam kimliksiz vatandaş gibi... Ne de olsa, Yiğit lakabı ile anılır... Kimisi yaptığı işten, kimisi fiziksel özelliklerinden, kimisi davranış özelliklerinden, kimisi de götü gırmızı da olduğu gibi fakr-ü zaruretten...

İyi ya da kötü, bunlar toplumun sosyal gerçekleri... Belki de sebepleri çok derinlerde saklı olan gerçekleri...

Uzun adam, boşuna Bay Kemal demiyor yani...

Tacettin KEPENEK



Anahtar Kelimeler: “* GIRMIZI”