Bir Öğretmenin ULAŞ Hatıraları!

Bir Öğretmenin ULAŞ Hatıraları!

Yakup KIVRAK Yazdı...

Bilgisayar teknolojisi her yanıyla çok âlem gerçekten. Ne-redeyse yapılamayan iş yok bu aletle. Şimdi bir de Google Earth çıktı. Ara sıra Google Earth programını açıp geçmişte yaşadığınız yerleri havadan dolaşmak size de keyif veriyor mu? Sık sık yaparım bunu. Sanki özel küçük bir uçakla gezi-yormuşsunuz gibi oluyor. Geçenlerde Karacalar’ı buldum, zor olmadı. Önce Kangal, sonra da asfaltı izleyerek Ulaş. İşte o güzel Devlet Üretme Çiftliği. Şuradan sapan yol benim defalarca yürüdüğüm on kilometrelik köy yolu. Köyleri eti-ketlemişler zaten, Ekincioğlu’dan sonra Karacalar, ötesinde Yapalı ve Baharözü yazıyor ekranda.

Karacalar Deresi, yolun paralelinde görülebiliyor ve yol ile köy arasından akıyor. Köye girebilmek için kötü bir köprünün üstünden geçiyorsun. İşte cami, önünde mezarlık, şura-sı da benim okul. Efil Üfül öğretmen ile Kör İmam tam şura-da yumruklaşmışlardı. Aha da Garpuz Memed’in evi. Şu be-nim çamur sıvalı, toprak damı her yağmurda akan lojmanım olmalı. Bunları uydu teknolojisiyle görebilmek çok hoş.

O da ne? İleride Yapalı’ya doğru derenin devamında bir göl, o zamanlar yoktu. Ekranda üzerine doğru süzülüyorum, etiket: “Karacalar Barajı.” Karacalar Dere’sinin önünü kesip baraj yapmışlar sonradan, alabalık da vardır mutlaka. Hacı-yagup ince belli çay bardağından içtiği rakısına meze yapmak üzere balık tutmaya geliyor mudur acaba?

* * *

Köye girebilmek için üstünden geçmek zorunda olduğumuz köprü daracık, yıkıldım yıkılacağım diyordu. Bir gün Muhtar dedi ki:

 “Hoca, muracaat ettiyidik, yeni köprü yapacahlarımış buraya.”

Gerçekten de bir hafta sonra bir ekip geldi. Başlarında ihaleyi kazanmış olan foter şapkalı, göbekli müteahhit. Önce eski köprüyü yıktılar, sonra yenisinin inşaatı başladı. İnşaatın seyrini izlemek çok hoş. Her gün paydostan sonra gidip ustaları, işçileri izliyorum. Bugün Hacıyagup ve Garpuz Me-med’le beraber inşaatın kalıp tahtalarının sökülmesini seyre-diyoruz.

Hava çok sıcak, yukarıda serin ağaç gölgesine kurulmuşuz üçümüz de, Hacıyagup, aşağıda inşaatın kalıp tahtalarını sökmeye uğraşan kan ter içindeki işçiye bağırıyor:

“La nöörüyon, önce şu önündeki beşe onu söksene, tahta depene düşecek gebereceen.”

Hacıyagup eski inşaat işçisi ya, bilir bu işleri. İşçi canı burnunda zaten bağırıyor aşağıdan:

“De get la başımdan!”

Bir de okkalı küfür sallıyor, bizimkiler “keh keh” gülüşüyorlar yine. Foterli ve göbekli müteahhit yanımıza geliyor, önceden tanışıyoruz zatı muhteremle:

“Selamünaleyküm gomşular.”

“Aleykümselam.”

Biraz havadan sudan sohbet. Az sonra Garpuz’un aklına geliyor:

“Bu sökülen galıp tahtalarını niidecan?”

“Yeni galıpda gullanılmaz. Alan olursa satacaaz, gışın yaksın.”

Hacıyagup bana bakıyor:

“Hocam sende para bol, her ay tıkır tıkır maaş… Al bunnarı, tezeğinen uğraşmazsın bu gış. Ben de yararım sana bi gözel, ıscak ıscak otur gış boyu.”

Bedavadan yarmayacak elbette. Konuya sıcak baktığımı görünce müteahhit hemen elime yapışıp sallamaya başlıyor. Usuldendir, pazarlık yapılacak. Tahtaların hepsine birden bir fiyat söylüyor. Ben nereden bileyim, hayatımda odun, tahta almamışım. Komşuların da yardımıyla bir fiyatta anlaşıyoruz ve satın aldığım çıkma kalıp tahtalarını Ömeraa’nın traktörüyle lojmanın önüne yıkıyoruz.

Sonradan öğreniyorum ki, verdiğim para ile Ulaş’taki oduncudan bunun üç misli odun alabilirmişim. Bir de kışın ortasında odunlar bitiverince Garpuz Memed iyi dalga geçmişti benimle:

“Bakıyom tezeğe kermeye dönüş yapdın hoca. Ben sana yollarım Şengül’nen her gün marağ etme, üşütmeyiz seni. Hemi para da istemez, bi kermeye bi türkü dıngırdarsın, olur biter.”

Ardından her zamanki sevimli kahkahası.

* * *

Köprü bitmek üzere, son olarak korkuluklarını takacaklar ve bitecek. Yalnız başıma biraz izledikten sonra dönüşte yol üstü bakkal Fazlı’ya uğrayıp iki paket sigara alıyorum. Bir süreden beri Birinci içiyorum, Bafra’dan daha ucuz.

“Deftere yaz Fazlı.”

Karnım aç, gideyim lojmana, iki yumurta kırayım, sonra gitar çalışırım yine.

Alhambra Anıları iyi kötü bitti. Tarrega Albüm’den Arap Kapris’e başladım. Epeyce zorluyor ama nefis bir eser. Tam çalışmaya başlayacakken dışarıdan Ömeraa’nın sesi:

“Hoca gapıyı aç geliyoz.”

Bazen böyle estirir, üç beş kişi birden gelirler. Küçücük odaya doluştuk. Yine neşeli, ağır şakalı, belden aşağı esprili bir sohbet.  Garpuz Memed: “Hoca, şu senin dımbırtıynan çal bi şeyler, dinneyek.”

Cingöz Sadettin: “La sen ne annayacaan bunun müzüğünden… Hoca sen bahma ona, teybe dak bi dene Murat Çobanoğlu atışması, onu dinneyek.”

Hacıyagup: “Hocam, daşşaanı yidiğim, bunnan türkü çalınmaz mı, çalınmazsa ne deye daşıyon yanında?”

Hadi şunlara yakınlarda yaptığım “Uzun İnce Bir Yolda-yım” düzenlememi çalayım bari diyorum. Bakarsın yavaş yavaş çok sesli müziğe ısındırırım, kim bilir? Gitarımı alıp yaptığım türkü düzenlemesini çalıyorum. Çaylar höpürdüyor, tütünler sarılıyor, sohbet de edecekler ama, ayıp olmasın diye dinler gibi yapıyorlar.

Son bir umut: “Garpuz Memed, Mektebin Bacaları’nı söyle hele,” diyorum. Gitarda akorlarla eşlik edeceğim. Söylemeye başlıyor, ben de basit akorlarla eşlik ediyorum, bu da açmıyor.

“Hocam, gozünün yağını yidiğim, saz öğren saz!”

Âşık Murat Çobanoğlu’nun bir kaseti var, teybe onu takıyorum.



Anahtar Kelimeler: Öğretmenin Hatıraları!