Şair ve Yazarların Tıkırı Yerinde mi?

Şair ve Yazarların Tıkırı Yerinde mi?

...

Şair ve Yazarların Tıkırı Yerinde mi?

Şair ve yazarlarımızın tıkırı nasıl? Uzun hesaplar yapmadan kitap alabiliyorlar mı? Bir kafede çay içerken ikinci bardağı düşünmeden yanında yöresindekilere çay ısmarlayabiliyorlar mı? Kiracı iseler -ki çoğunluk şair yazar kiracıdır- şu günlerde ev sahipleriyle araları nasıl? Ev sahibi iseler kiracılarına yazılarında ve şiirlerinde davrandıkları gibi davranıyorlar mı? Akbilleri içleri gibi dolu mu? Yoksa bunların hiçbirinin yazıya konu olabilecek bir önemi yok mu?

Şair Ali Emre dostumuz geçtiğimiz günlerde Twitter hesabından bu meseleyi “ara sıra” tahdidiyle de olsa gündeme getirdi. 

“Şairler asgari ücret, işsizlik, hayat pahalılığı, yüksek kiralar, maden işçileri, kamplarda yaşayanlar, mülteciler, modern kölelik, ırkçı hezeyanlar hakkında da ara sıra konuşmalı.” (28 Temmuz 2023-An itibariyle 113 beğeni, 2 alıntı, 13 re-tweet -8640 görüntüleme almış) Gönül isterdi ki bu çağrı ya da temenniye üç beş misli insan daha iştirak etsin.

 

Her ay çıkan edebiyat dergilerinde yukarıdaki dert ve kaygıları bir dize ile dile getiren, bir hikâyeye konu edinen metne rastlamadım. Toplumsal yozlaşma, gelir dağılımdaki eşitsizlik, fahiş fiyatlar edebi metinlere sığmayacak denli hantal ya da battal konular mıdır ki tek satır yazılmaz. Ali Emre’nin paranteze aldığı gibi, ara sıra da olsa razıyız.

Yazılmayan her mesele o meselenin üzerini örtme gayretidir. Elbette ısmarlama, uzaktan kumandalı, gündeme endeksli bir yazma eyleminden bahsetmiyoruz. Yazara dokunan, sürünen gündelik gailelerin toplumsal duyarlığa hiç ilişmese bile şahsi sıkıntı olarak yazılan metne sirayet etmesi son derece insani bir şeydir.

Toplumsal kırılmalar, değişim ve dönüşümleri en kalıcı ve de müessir şekilde kayıtlara geçen tarihçilerden ziyade edebiyatçılardır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişle birlikte yaşanan toplumsal intibaksızlık ve çözülme bu konuda önemli bir örnektir. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma arzusu, fert, aile ve toplum üzerinde trajikomik etkiler oluşturmuştur. Bu dönemleri tarihçilerin resmi dili değil edebiyatçıların tasavvur ve tahayyülü canlı tutan betimleyici dinamik dili hakkıyla anlatabilirdi ancak. Bu bugün için de böyledir.

 

Ev tarumar olmuş ve aile dağılmış ise Necip Fazıl iseniz susamaz ve içten dışa doğru muhasebenizi yaparken: “Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem/ Üst kat: Elinde tespih ağlıyor babaannem/ Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve asıkları/Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;” diye manzarayı ortaya serersiniz.

Şayet Üstat Sezai Karakoç olsanız sükutu kaleminizle parçalar ve “Borçlu Baba Sesi”ne kulak verir ve şöyle derdiniz:

Kaç aç varsa hepsi ben/ Kaç hasta varsa hepsi ben/ Kaç liman önlerinde dönen/ İşsiz, hamal hepsi ben/ Kaç aşktan tersyüz edilmiş/ Aşık varsa hepsi ben!”

Borçlu bir babanın sesi nasıl çıkar, nasıl çıkar kirasını aylarca ödeyememiş bir babanın sesi bunu en iyi “Küfe” şiirini okuyup şairine yakın duran yürekler bilir.

Şehrin izbe sokaklarında dolanıp Amentü’ye yeniden rağm olmuş bir İsmet Özel olsaydınız yalpalamadan direkt konuşurdunuz: “şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah / bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur / marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim / gider şehre ve şaraba yaltaklanarak / biraz ağlayabilmek için / fotoğraflar çektirir / babam seferberlikte mekkâredir.”

Değişimin haritasını çizmek diye bir şey varsa sözcüklerden galiba budur. Bu tür şairler sözün sonunu muhkeme bağlarlar: “Çanlar sustu ve fakat / binlerce yılın yabancısı bir ses / değdi minarelere: Tanrı uludur Tanrı uludur / polistir babam / Cumhuriyetin bir kuludur”

Evet Namık Kemal’in “Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal/Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına” dediği yerdeyiz. Lakin Dertli’nin derdi de bir dert değil midir?

“Bir başıma kalsam şeh-i devrâna kul olmam /Vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var”

Hüseyin AKIN/Milli Gazete



Anahtar Kelimeler: Yazarların Tıkırı Yerinde ?