Timurlenk'in Sivas'ı Kuşatması...

Timurlenk

Olcayto ŞAHİN Yazdı...

Timurlenk'in Sivas'ı Kuşatmasının Ardından Yakıp Yıkmasının Öyküsü

“Kadı Burhaneddin Ahmed’in ölümünden sonra tahta, sultan’ın tek oğlu olan Alaaddin Ali Çelebi hükümdar olarak getirildi. Sivas’ta bulunan devlet erkanı ve emirlerinin bu kararından sonra şehir, Kara Yülük Osman tarafından kuşatma altına alındı. Yağmalanması için şehrin teslimini isteyen Kara Yülük Osman’ın tehdidi karşısında Kara Tatar beyinden yardım istendi. Kırk bin kişilik bir kuvvetle Sivas toplumuna yardıma gelen Moğol kuvveti, Sivas’ın Karabel mevkiinde Türkmenler’le savaşa tutuştu. Çarpışmada Kara Tatarlar çekilmek zorunda kaldı. Sivas’ın bir taraftan Türkmenler tarafından yağmalanmasından ve diğer taraftan da Timur tehlikesinin bulunmasından korkan Ümera meclisi yaşı küçük bir hükümdarla, düşmanın hakkından gelmenin mümkün olmadığını gördü ve Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’e gönderilen bir haberle kentin teslim alınması istendi.

Teklifi kabul eden Osmanlı sultanı, oğlu Süleyman Çelebi komutasındaki yirmi bin atlı ve dört bin yaya askeri kuvveti Sivas’a gönderdi. Osmanlı kuvvetleri ile Kara Yülük Osman arasında yapılan savaşta, Türkmenler yenilerek kentten uzaklaştırıldı. Bunun üzerine Süleyman Çelebi Sivas valiliğine atandı.

(…) Sivas valisi Süleyman Çelebi, Kadı Burhanettin Ahmed tarafından yapılan savunma hendeklerini su ile doldurtarak kenti savunma hazırlıklarına başladı. (…) Süleyman Çelebi, kent surlarının dayanamayacağı kanaatindeydi. Kısacası, Sivas’tan kaçışına bahane aramaktaydı. Hiçbir zaman güven vermeyen Karakoyunluların aşiret başkanı Kara Yusuf ile vali Süleyman Çelebi, Sivas’ın müdafaasını Malkoçoğlu Mustafa Paşa’ya bırakarak, gece yarısı kentten kaçtılar ve Sivas halkını kendi kaderi ile baş başa bıraktılar.

(…) Malkoçoğlu Mustafa Bey, Sivas’ı kırk bin kişi ile savunurken, Moğol Emiri Timurleng’in (Timur, sağ ayağı aksak şekilde yürüdüğü için kendisine Farsça “Timurlenk”, Türkçe olarak ise “Aksak Timur” denilmekteydi) ordusu yüz seksen bin kişiden oluşmaktaydı” (Vahdet Olcayto, Sivas Tarihi (Milattan Önce- Milattan Sonra) , s. 173-175).

1398 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman, bizzat Sivas’a gelerek şehri teslim almıştı. Döneme şahsen tanıklık eden Schiltberger, Bayezid’in, oğlunu, yirmi bin atlı ve dört bin yaya askerle beraber teslim almak üzere Sivas’a gönderdiğini yazıyor.

(Johannes Schiltberger, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), Çev. Turgut Akpınar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 58)

Döneme tanıklık eden Schiltberger kimdi? “Johann (Hans) Schiltberger (9 Mayıs, 1381 – 1440) Alman asker, seyyah ve yazardı. Soylu bir ailenin üyesiydi.

Schiltberger 1394'te Lienhart Richartinger birliğine katıldı ve Macar Kralı Sigismund komutasında Macaristan sınırında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşa gitti. 28 Eylül 1396'da, Niğbolu Muharebesi'nde yaralandı ve esir alındı; bacakları iyileştikten sonra, Sultan I. Bayezid onu haberci olarak göreve aldı (1396-1402). Bu süre zarfında Schiltberger Osmanlı ordusuyla Anadolu ve Mısır'da seferlere katıldı. Ankara Muharebesi'nde (20 Temmuz 1402) Bayezid'in mağlubiyetinden sonra Schiltberger galip gelen Timur'un emrine girdi. Timur'la Semerkand'a ve belki Ermenistan ve Gürcistan'a gitti. Timur'un ölümünden sonra (17 Şubat, 1405) Timur'un en güçlü oğlu Şahruh'un, sonra Şahruh'un kardeşi Miran Şah'ın, ondan sonra da Miran Şahın oğlu Ebu Bekir'in esiri oldu. (…) Kırım, Çerkezistan, Abhazya ve Megrelya'ya yolculuklar yapmış ve nihayet Batum civarında kaçarak özgürlüğüne kavuşmuştur. İstanbul'a vardıktan sonra bir süre saklandı. Sonra Bavarya'daki evine geri döndü (1427). Schiltberger'in 1440 yılında öldüğü tahmin edilmektedir” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Johannes_Schiltberger).

Timur, 802/1399 yılı sonunda Sivas üzerine yürüdü. Sivas beyi Süleyman, babası Bayezid’den yardım istedi. Bayezid, o sırada İstanbul kuşatması ile uğraştığından oğluna bizzat yardım edemedi.

Emir Süleyman, bizzat savunma yapmaktan korktuğu için yerine beylerden Malkoçoğlu Mustafa Bey’i bıraktı, gelinceye kadar kaleyi savunmalarını maiyetine tavsiye ederek kaçtı. Beyler de çaresiz olarak şehri savunmaya karar verdiler.

Timur, 802 H./1400 yılı zilhiccesinin on yedisinde (Ağustos 1400) büyük bir kuvvetle Sivas’a geldi.

“Sivas (eski Sebasie)- ki Selçuklu Sultanı Alaü’d-din tarafından yeniden inşa edilmiştir-Asya’nın yalnız en müstahkem değil, ahalisi en çok şehirlerinden biri idi; zira Timur’un istilası sırasında yüz binden ziyade sekenesi (bir yerde oturanlar, sakinler) vardı. Yüksek bir duvar ve geniş bir hendek ile çevriliydi. Müdafileri gerek kuvvetçe, gerek sebatça istihkamlarının mefanetiyle mütenasip idiler, Hülasayı kelam, ele geçirilmez bir memleket denebilecek bütün şartları bünyesinde toplamıştı” (Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Yayına Hazırlayan Mümin Çevik, C. I, İstanbul, Milliyet Yayınları, 2010, s.186).

Bizanslı tarihçi Chalcondylas (Halkondilas) ise şehrin nüfusunu 120,000 olarak vermektedir.(T.Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza kadar Türkiye Tarihi, C. III, İstanbul, Hayat Yayınları, 1966, s.104)

I. Alaeddin Keykubad tarafından yontma taşlardan yaptırılan surun yüksekliği 20 arşın ( (1 arşın=0.68m) 13.6 metre), genişliği 10 arşın ( 6.8 metre) ve çevresi ise Evliya Çelebi’ye göre 10500 adımdı (8 km). Oldukça sağlam olan şehir sur ve kapılarının Kadı Burhaneddin tarafından tahkim ettirildiği, surların üç tarafına hendek kazılıp su doldurulduğu da bilinmektedir.

“Şehir, üç tarafından su ile dolu derin bir hendekle muhafaza olunduğu cihetle, Timur’un askerleri yalnız batı tarafından ve istihkamların altına lağım kazarak, sedler yaparak taarruz edebildiler. Sekiz bin lağımcı istihkamların altına girdiler ve fakat toprağın akmasını men için büyük kazıklar dikerek kuvvetli tahtalar döşediler. Açılan oyuklar istenilen genişliği bulunca lağımcılar tahtalara kazıklarla ateş vererek geri çekilirlerdi; istihkamların iri parçaları tarrakalarla (gürültülerle) yıkılırdı. Mevkiin kuleleri, istihkamları bu suretle yavaş yavaş kayboldular.

On sekiz gün devam eden muhasaradan sonra beldenin ahalisi, bundan böyle her türlü mukavemetin faydasız olduğunu görerek, galibin mürüvvetini dilediler. Timur yalnız Müslümanlara ilişmemeye muvafakat gösterdi. Hıristiyanlar, bilhassa muhasırlara kahramanca direnen dört bin Ermeni süvarisi teslim mukavelenamesi mucibince esir ediliyordu. Ancak, Timur verdiği söz ve ettiği yemin hilafına olarak- diri diri yere gömmek üzere bunları askerine dağıttı, işte o zaman, tarihin hiçbir misalini söylemediği kanlı bir sahne görüldü.

Hıristiyanlar (şehri savunan muhafızlar)-başları iplerle bacaklarının arasına sıkıştırılmış olduğu halde- onar onar geniş hendeklerle dolduruldular. Çukurlar tahta ile örtülerek üzerine toprak konuldu; ta ki şu suretle işkence altına alınan bedbahtlar bu korkunç mezarlarda geç fakat muhakkak bir ölüm ile hayatlarını terk etsinler. Kan içici Cihangir’in intikamı bununla da kanaat etmedi; şehirlerin en mert ahalisini-eğer bunlar hayatta bırakılırsa onlardaki cesaret hemşehrilerine sirayet eder diyerek-idam ettirdi. Hastalıklarını şehrin diğer ahalisine sirayet ettirmemek bahanesiyle bütün cüzzam malullerini de öldürdü. Nihayet kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar bile istisna edilmedi” (Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Yayına Hazırlayan Mümin Çevik, C. I, s.186).

“Bazı tarihsel kaynaklar “Yıldırım Bayezid’in büyük oğlu Ertuğrul’un da Sivas kuşatması sırasında Timur’un atının arkasından sürüklendikten sonra boynunun vurularak öldürüldüğünü” yazar. Hatta, Yıldırım Bayezid’in bir gün gezerken kaval çalan bir çobana rastladığını ve ona “ Sivas gibi şehrin yandı? Ertuğrul gibi oğlun mu öldü? Çal çoban çal!” diyerek ağladığı rivayet edilir. Fakat, oldukça yaygın olan bu “şehir efsanesi” tarihsel kaynaklarla örtüşmemektedir. Gerçekte Saruhan valisi olan Şehzade Ertuğrul bir müddet evvel

Bayezid I.’in Kadı Burhan al-din (Kadı Burhaneddin) ile giriştiği Çorumlu muharebesinde ölmüş idi” ( Besim Darkot, “Sivas” Maddesi, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, C.X, s. 572)

“Sivas şehrinin zaptı, yönetimin değişmesi gibi siyasi sonuçların ötesinde şehrin demografik, ekonomik ve fiziki yapısı bakımından tam bir yıkım oldu. Zira Timur’un kuşatması sırasında (biraz abartmalı verilse de) 100 bin civarında bir nüfusa sahip bulunan şehrin, ölen ve göçenlerden dolayı önemli bir nüfus kaybına uğradığı arşiv kaynaklarından anlaşılıyor. Osmanlılar tarafından yeniden ele geçirilmesi sonrasında tutulan ilk tahrire göre, şehir nüfusunun 3000 ile 5000 (Müslim-gayr-ı Müslim 567 hane) gibi çok düşük bir rakama inmesi, Timur felaketinin boyutlarını demografik açıdan göstermesi bakımından oldukça önemlidir.(…)

Şehrin bir diğer tahrip gördüğü alan zenginliklerinin yağmalanması neticesinde, ekonomik bakımdan önemli bir yıkıma uğramış olmasıdır. Zira şehir XIII. ve XIV. Yüzyıllarda, doğu-batı, kuzey-güney istikametinde bilhassa Çin ve Hind’e kadar uzanan İpek Yolu üzerinde hareketli bir ticaret merkezi olmuş ve çok zengin bir ekonomik potansiyele ulaşmıştır.

 Şehrin Timur tarafından zaptı ve yağmalanması sırasında ticari mekanların hemen hemen çoğu yok edilmiştir. Şehrin Osmanlılar tarafından ikinci kez fethinin hemen sonrasında başta bedesten olmak üzere han, hamam ve çarşılar yaptırılmak suretiyle imar faaliyetleri hızlandırılmıştır. Bilhassa XV. Ve XVI. Yüzyıllar imar faaliyetlerinin en yüksek seviyeye ulaştığı bir dönem olmuştur. Ancak bütün bu gayretlere rağmen, şehir hiçbir zaman Timur öncesindeki parlak dönemini yeniden yakalayamamıştır” (Ömer Demirel, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu, s.35-36).

“Rivayete göre Timur, Sivas’ı almak için surların önüne geldiğinde, şehir eşrafıyla bir anlaşmaya varır ve kan dökmeyeceğine dair söz verir. Ama Timur şehri yakıp yıkmaktan geri durmaz ve yine rivayet olunur ki, Timur kan dökmemeye söz verdiği için, Gökmedrese’de ilim tahsil eden Halfeleri (talebeleri), kan dökerek öldürmez. Medreseyi ateşe vererek onların medrese içinde boğularak ölmelerini sağlar. Gökmedrese’nin bulunca gözleri kamaştıran mavi çinileri bu yangının tesiriyle yok olur. Şehit olan öğrenciler de şehir sınırları dışına çıkarılarak defnedilir. İşte defin yapılan bu yer, o gün şehrin dışında ve bugün içerisinde kalan Halfelik mezarlığıdır. Şehit edilen halfelerden dolayı mezarlığın ismi de “Halfelik Mezarlığı” olarak kalır” (İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, s.151-152).

Yerli ve yabancı kaynakların çoğunun ifade ettiğine göre Timur Sivas’ta büyük bir katliam yapmıştır. Ancak bu katledilenlerin sayıları ve etnik kökenleri tartışmalıdır. Bu meselede farklı rakamlar ve iddialar mevcuttur.

Solakzâde ve İbn Kemal’e göre, hendeklere atılarak, gömülmek suretiyle öldürülenler Osmanlı askerleridir. Timurlu tarihçileri Şâmî, Yezdî ve Memlûk müverrihi İbn Tagrıberdi de Sivas katliamı olayını nakleder. Yalnız Şerefeddin Ali Yezdî Müslümanlara af çıkarıldığını, çukurlara gömülenlerin ise büyük çoğunluğu Ermeni olan 4.000 Osmanlı sipahisidir demektedir. Şamî ise Ermenilerin esir edildiğini belirtmekle birlikte kuyulara atılanların muharebe etmelerinden dolayı 4.000 adet Osmanlı sipahisi olduğunu belirtir. Nizâmeddin Şâmî bu katliamın ibret olması için yapılmış olduğunu da ekler. Timur’un muhtemelen Yıldırım Bayezid’in gözünü korkutmak ve savaş düşüncesinden vaz geçerek itaat etmesini sağlamak İçin kaleyi savunan Osmanlı askerlerine karşı böyle acımasız bir katliama başvurduğu düşünülebilir.

Kalkokondiles, aynı yerde öldürülenlerin erkek olduklarını ve kadın ve çocukların bir meydana toplanarak atlara ve fillere ezdirilerek öldürüldüklerini, tek bir adam kadın ya da çocuğun sağ kalmadığını kaydeder. İbn Hâcer öldürülenlerin sayısını 3.000, Schildberger 5.000, Toma Metsopski de 4.000 kişi olarak vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin,“hıristiyan teb’anın at ve silah sahibi olmaması ve hele askerlik yapmaması, Osmanlılar da esas prensip olduğu için, Ermenilerden asker alınması bahis konusu değildir”şeklinde görüş bildirmektedir. Şerefedddin Yezdi, Müslümanlar hakkında revâ görülen bu vahşetten Timur’u temize çıkarmak için böyle yazmış olacaktır.



Anahtar Kelimeler: Timurlenk' Sivas' Kuşatması...