AT DEVLETTİR”
Tayin olunduğum kasabayı sevememiş, sakinleriyle de fazlaca ünsiyet kuramamıştım. Kahvede hızını alamadığı altıkol iskam¬bili ber-mû’tâd, öğretmenin tek gözlü bekâr evinde sürdürmek iste¬yenler, derin tarihî ilmimden istifade etmeyi umanlar, yüzük parmağımı halkasız görenler... Tekmil ziyaretçilerim ilkinden değilse de ikincisin¬den sonra, yoğurdun arkasını kestiler. Yalnız, varlığından rahatsızlık duymadığım sükûtî bir genç, tayinim başka bir yere çıkıncaya kadar ziyaretlerini sürdürdü.
Bir hafta sonu, nereden doladıksa söz atlara geldi ve dü¬ğüm¬lendi. Kasabada üç-beş sene evvelinece at yarışları, cirit müsaba¬kaları düzenlenirmiş, şimdi yarışacak at da kalmamış, cirit atacak de¬likanlı da. Anlattı da anlattı, benimle iyi bir müşterek yakalamanın coşku¬suyla birin yanına bin katdı; sonunda da "Hoca, ata binmek is¬tersen, bizim atları getireyim." dedi.
Cana minnet; 'hay hay!" dedim, haylandım. Çok geçmeden bir doru, bir kır iki at kapıdaydı; lakin eğersiz, dizginsiz ve gemsiz.
Delikanlı oyuncak ata binercesine doruya sıçradı; "Aaayt!" deyip de topuklar topuklamaz, yıldırım hızıyla yokuş aşağı inmeye başladı. Erkekliğe zevâl gelsin ister miyim, yüksekçe dış eşikten bir sıçrayışta bindim ben de kırata; kırat da, hiçbir komut beklemeden do-runun peşisıra... O kısa yokuşu inene kadar yedi salâvât birden ka¬vuşturdum. Bereket versin, arkadaşım beni beklemek için, yokuşun enginlediği yerde atını durdurmuştu; çifte, arabaya, döğene beraber koşulan benim at da eşine uyarak oracıkta durdu. Bütün azalarım az hasarlı bir düşüşe razı ve kaskatı, parmaklarımın arasında bir tutam kıl, attan indim.
Rodeocular gibi hoplaya sıçraya yokuş aşağı geçişimi gören ve düşüp belimi bukınımı kıracağıma kanaat getiren bir kadın, eğirmekte olduğu yünü, teşiyi bırakarak yanımıza geldi. Elini kolunu sallaya sallaya "ata eğersiz gemsiz binilir mi, hadi sen neyse ne, ya elin garibini ne diye....." gibi laflarla arkadaşımı bir iyice haşladı. Ne yalan söyleyim, mürekkep yalamış gururum birazcık incinmişti ama hatun kişinin sözlerine hak veriyor; dahası, destursuz konuşmasına içten içe hayranlık duyuyordum. Konuşmasını bitirdiğini zannettiğim anda, gözucuyla kalıbımı şöyle bir süzerek "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" kabilinden bir azar hissesiyle beni de paylamayı ihmâl et¬medi.
Kadın, bıdıllana bıdıllana eve girdi. Az sonra sahtiyanlarının dolaşıklarını çöze çöze elinde bir dizginle döndü... Ciddi bir çehreyle ve yüzüme bile bakmadan gem vurdu, dizginleri atın başından ge¬çirdi. Arkadaşımın kenetlenmiş iki elinin orta yerine sol dizimi denge¬lice yerleştirdim, sağ bacağımı aşırarak ata bindim. İyice yerleşmemi bekleyen kadın; kaşları tüfenk çatarken, gözleri gülen bir sevecenlikle "Sür şimdi atını Kafdağı’na!" diyerek, dizginleri ellerime tutuşturdu.
Sürdük...
Edebe uyarak meskûn mahâlden rahvan geçtik…
Sonra dört¬nal...
Yüreğimin ta içinde, kasabalarında misafir, Tanrı emaneti sayı¬lan bana, bir anne şefkatiyle kol kanat geren Anadolu kadını'nın söz¬leri:
—Sür şimdi atını Kafdağına!".
BERAT DEMİRCİ / AT DEVLETTİR