Bir Öğretmenin "ULAŞ" Anıları!

Bir Öğretmenin

Yakup KIVRAK Yazdı...

 İki yıl doldu, üçüncü ders yılına başlamak üzereyim. Ankara’da ve Afyon’da yapacak işim yok, erken geldim biraz.

Fazlaca erken olmuş. Ağustos ortası, köyde hiç kimseler yok, küçüklü büyüklü herkes harmanda. Harman yeri Ulaş’a doğru bir kilometre kadar uzak, ara sıra yanlarına uğruyorum, düvenlerine biniyorum. Çocukluğumda da binerdim Döğer’de, İhsaniye’de. Aynı çocukça hazzı yaşıyorum.

Çoğunlukla öğlen saatine denk getirip aşlarına ortak oluyorum: Domates, karpuz, peynir, haşlanmış yumurta, lavaş.

Bugün harman yerine gitmedim, bomboş köyü beklemeyi yeğledim. Elmalar olmuş, çok lezzetliler. Yarın biraz toplayıp götüreyim harman yerine. Ağacın altına bir sandalye çekmiş, aylak aylak oturuyorum. Hükümet değişti, Ecevit iktidar, gözüm kulağım Ankara’da, kafam okulumda.

“Silmişler midir kaydımı acaba?”

Cızırtılı radyomu açıyorum, öğlen haber bülteni bitmek üzere. “Öğrenci affı” falan diyor, heyecanlanıyorum. Sonraki haber bülteninde daha dikkatli dinlemeliyim. Radyoyu kapa-tıyorum. Bu öğrenci affı gerçekleşirse artık buradan ayrıl-mam gerekecek .Sıcak havada, elma ağacının gölgesinde bir yandan uyuk-larken, bir yandan düşünüp genel bir değerlendirme yapıyo-rum. Mesleğimin başında olmama rağmen verimli geçti bura-daki yıllarım. Çocuklarıma normal ilkokul müfredatı derslerinin yanı sıra, koşullar elverdiğince müzik zevki aşılamaya çalıştım. Ulaş Devlet Üretme Çiftliği Konseri’miz, Baharö-zü’nde köy okullarının buluşup birlikte türküler, marşlar söy-lediği 23 Nisan Etkinliği’miz, koromuzla civar köy okullarına gidip oralarda verdiğimiz küçük konserler… Konser verdiğimiz her köyden ayrılışımızda çocuklar:

“Gine gelin örtmenim, gine gelin örtmenim!”

Türkülere eşlik ettiğim bağlamayı tanıyorlar da, okul şar-kılarına eşlik ettiğim gitarı ilk kez görüyorlar.

Offf, hava çok sıcak, iyice uyuştum. Bir elma yiyeyim bari, sonra da sandalyenin üstünde kestiririm biraz.

***

Ağacın altında amma da uyumuşum. O gördüğüm rüya da neydi öyle; orkestralar, konserler, seyirciler, alkışlar… Oda orkestrasının zurnaya eşlik ettiği nerede görülmüş? Sonraki parçada da orkestra ile birlikte bağlama vardı, tuhaf bir rüya işte.

Hava çok sıcak, biraz sert bir rüzgâr var, rüzgâr da sıcak. Tam kafamın ortasına dalından kopmuş bir elma düşüyor.

“Havada başıboş dolaşacak değil ya, dalından kopmuş elbette,” diye sessizce aklımdan geçirip gülümsüyorum. Sonra; Karabayır’a doğru inişe geçmiş olan kızgın güneşle baş başa, bomboş köyün, bomboş okulunun, bomboş bahçesindeki ağaçların kızarmaya yüz tutmuş elmalarının altında yapayal-nız, karnı acıkmış, lojmanında da yiyecek bir şey kalmamış durumda bir garip Adem olduğumu fark edip, sesli sesli dü-şünerek, sesli sesli, biraz da ağlamaklı, kikirdemeye başlıyo-rum: “Hem zaten diyelim ki havada başıboş dolaşan bir el-maydı. Bu durumda benim kafaya yukarıdan doğru değil, yan taraftan çarpardı. Tam tepeme çarptığına göre… Saçmalama oğlum, al elmayı ye işte, zaten karnın da aç. Hacıyagup akşama nohut-pilava çağırdı ama akşama daha çok var, bununla açlığını bastır.”

Elmayı almak için uzandığım sırada rüzgârın uğultusun-dan biraz daha farklı ve kuvvetli bir uğultu duyuyorum hava-da. Etrafımda bir toz bulutu oluşuyor. Sıcak rüzgâr ve ürkü-tücü duruma gelmiş olan uğultunun eşliğinde kafama, yüzü-me bir şeyler çarpıyor; sanki birisi yüzüme avuç avuç fırın-dan yeni çıkmış Çorum leblebisi atıyormuş gibi...

Suratımda ve kafamda ilk acıları hissediyorum. Amanın, milyonlarca arının içindeyim. Yüzümü, kafamı, elimi, açıkta lan her tarafımı sokmaya başlıyorlar. Yerimden fırlıyorum. Yapacak tek şey var, bağıra bağıra, çırpına çırpına, kafamı, yüzümü tokatlaya tokatlaya çeşmeye doğru koşuyorum.

Çeşmenin yalağından bahsetmiştim daha önce, demiştim ki: “O yalağa şöyle bir uzansa insan sığar.

Yalak buz gibi suyla dolu. Yüzükoyun atıyorum kendimi içine. Rahat rahat sığıyor, kafamı da nefesim yettiğince suya gömüyorum. Kafamı sudan çıkarttığımda bakıyorum arı bulu-tu uzaklaşmakta. Suya bakıyorum, on onbeş arı debeleniyor. Saçlarımın arasında birkaç tane daha var. Şansımdan, Seferaa’nın karısı gitmemiş o gün harmana, evdeymiş. Bağırtımı duyunca koşup gelmiş.

Kafa, göz, el, kol onlarca yerinden sokulmuş halde, sırıl-sıklam, yeni doğmuş sıpa gibi titreyerek yalaktan çıkıyorum. Hemen yoğurt yetiştiriyor. Hem yediriyor bolca hem de sokulan yerlerime sürüyor: Panzehir.

Yılın bu zamanlarında arı oğul verirmiş. Arı sürüleri, ko-van buluncaya dek bir süre havada bulut kümeleri gibi başı-boş gezer, sonra ana arının konduğu bir ağaç dalı, saçak, du-var, artık ne denk gelirse, üzüm salkımı gibi toplanırlarmış. Ana arı kafamı kovan zannetti herhalde. Öğrenmenin yaşı yok, şükür bunu da öğrenmiş olduk.

Seferaa’nın karısı, Garpuz Memed’in karısına anlatıyor. O da evdeymiş, koptu geldi yukarıdan:

“Yagup ooretmen ölacaadı az gala gıı. Gendini yalaa atmış da gurtulmuş.”

Yalanım varsa Allah beni yalak taşı yapsın, Ayşaana ile Garpuz Memed’in karısı tanığımdır, aynen böyle oldu.



Anahtar Kelimeler: Öğretmenin "" Anıları!