Tarih: 01.01.2022 12:36

Bir Öğretmenin "ULAŞ" Anıları!

Facebook Twitter Linked-in

Şofersiz Giden Araba

Karabayır köyün batısında yükseldiğinden, güneş yaz kış erken batar Karacalar’da. Güneşi biraz daha göreyim derseniz on beş dakika yürüyüp Karabayır’ın tepesine çıkacaksınız.

Paydos’tan sonra hava iyice kararmadan Bakkal Kör Fazlı’dan akşam yemeği için bir şeyler alayım deyip, iki yüz metre ötedeki bakkalın yolunu tutuyorum. Bakkal Fazlı, komşulardan para yerine yumurta da kabul ettiği için her zaman taze köy yumurtası bulunur. Sonra bu yumurtaları Ulaş Pazarı’nda satıp paraya çevirir.

Makarna ve yumurta alıyorum. Kör Fazlı, kargacık burgacık yazısıyla özene bezene veresiye defterine yazıyor. O yazarken bir iki bisküvi arası lokum atıştırıyorum, oldum olası çok severim.

“Fazlı, bunları da yaz.”

Güzel bir yemek icat ettim, onu yapacağım bu akşam: Yumurtalı makarna. Makarnayı bilindik usulle yaptıktan son-ra üzerine kızdırılmış tereyağı döküp, iki yumurta kırıp pik-nik tüpümün üstünde biraz çeviriyorum, çok lezzetli oluyor. Püf noktası: Tereyağı eriyip köpüklendikten sonra tüpün üs-tünde biraz daha bekletilecek ve köpüğü yok olup kızarmaya başladığında makarnanın üstüne dökülecek. Tam bu noktada o nefis kızarmış tereyağ kokusu odayı doldurur zaten. Aman dikkat, ateşte biraz daha tutarsanız yağ yanar ve emekleriniz boşa gider.

Lojmanıma dönüp tezek sobamı yaktıktan sonra tüpün üs-tüne makarna suyumu koyuyorum. O kaynayıncaya kadar gitarla bir iki akor dıngırdatayım derken, “tak taaak da tak tak” kapı... Bu kesin Garpuz Memed, bir tek o böyle ritmik çalar kapımı. Elinde dumanı tüten bir tabak: “Hoca, söndür şu tüpü hele.”

Tavuk kesmiş bugün, bulgur pilavının üstünde bir but, bir parça beyaz et… Harika görünüyor, turşum da var zaten.

“Hoş geldin Garpuz Memed, getir hele getir, yiyek beraber.”

“Ben yidim hoca, saa afiyet olsun.”

Canı sohbet çekince bana gelmek için bir bahane bulur her seferinde. Ya yemek getirir, ya da sevdiği bir türkücünün yeni çıkmış kasetini alır gelir, dinleriz. Ondan sonra saatlerce oturur sohbet ederiz. Sohbet ederiz derken, o tatlı tatlı öyküler anlatır, ben dinlerim.

Köy usulü tavuk pilavımı yedikten sonra, çay suyumuzu kaynaması için sobanın üstüne koyuyorum. Havadan sudan bir iki konuşmanın ardından sıra bu akşamki öyküsüne geliyor. Bugünkü o kadar uzun olmasa bari, erken yatmak istiyo-rum.

“Gayseri’nin Bünyan ilçesini bilir misin hoca? Eskiden Sıvas’a bağlıyıdı. Daa soona Gayseri’ye bağlanmış. Bizim Gangal’ı geçtikten soona ara yoldan kestirmeden gedilir. İşte bu Bünyan’da şofersiz, gendi gendine giden taksiler var, bili-yon mu?”

Binek tip arabaların hepsine de “taksi” der.

“Nerden bileyim Garpuz Memed, anlat hele.”

Anlatacağı öyküyü inandırıcı kılmak için bir destek sallı-yor:

“Cingöz Sadettin de gormüş, hemi de içine binmiş.”

Gevrek gevrek gülüyor. Cingöz Sadettin okulun karşısın-da, Karabayır yamacındaki evlerden birindeki komşulardan, esmer, uzun boylu, zayıf biri. Onun da traktörü var, Ulaş’a falan giderken ara sıra sürdürür bana. Biraz safça olduğundan adına “Cingöz” derler.

Allah rahmet eylesin Cingöz Sadettin de ben ayrıldıktan birkaç sene sonra köy ortasındaki mezarlıkta yerini almış. Sarma tütünü herkesten kalın sarar, herkesten çok içerdi.

“Nasıl yani kendi kendine, şoförsüz?”

“Ee, dinne, annadıyoz. Bizim Cingöz, ne işi varısa Bün-yan’a gidiyor. Otobosdan yol üstü eniyor. Gış günü, gar gı-yamet, tipi… Benzinlikde lokanta varımış. ‘Bi yemek yiyem öyle gidem yol yakın nasılsa, üç yüz dört yüz metre bişey, yörürüm,’ deyip lokantaya giriyor. Canı ırakı çekiyor. Burada olsa garısından gorkusuna içemez ya, bi ufah ırakıyı bitiriyor bir gözel.”

“Vay Cingöz vay!”

“Hava da eyice gararmış. Orada çok gar yağar. Tipi eyice artmış, zifir garanlık da çökmüş. Bu bizimki yörümeye üşenmiş. ‘Yakın emme yörümeyim bu tipide garda gışda, yoldan geçen bi taksi dek getirir öyle giderim,’ demiş gendi gendine. Asvalta çıkmış, gendini Bünyan şeer merkezine go-türecek bir vasıta bekliyor. Heç geçen vasıta yok. Gar, tipi eyice azıtmış.”

Bu Garpuz Memed de hep böyle zifir karanlık gecelerde anlatır bu tür öyküleri. Lojman penceresine bakıyorum, iyice hava kararmış. Lambalarımın ikincisini de yakıyorum. Hikâye uzayacak galiba, sobaya biraz daha kerme takviyesi yapıp üzerinde kaynayan suyla çayı demliyorum. Bir demlik çayı tüketiriz artık sarma tütün eşliğinde.

“Üşüye üşüye, dona dona bekliyor. Yörüse on beş dagga-ya varacak, inad ediyor. Neyise garanlığın, garların içinden garaguru gözü gibi iki dene far beliriyor.”

“Garaguru gözü gibi,” derken imalı imalı, muzip muzip suratıma bakmayı da ihmal etmiyor. Benim garagurulu ge-cem köyde günlerce konu başlığı olmuştu çünkü.

“Hayalet gibi ak bir araba yavaş yavaş yaklaşıyor. Önün-de eyice yavaşlayınca arka gapısını açıp içine biniyor bizim Cingöz Sadettin. Gapıyı da gapadıyor bir gözel. Araba yörüyünce ‘selamünaleyküm hayırlı yolculuklar,’ diyor emme bakıyor arabanın içinde heç kimse yok. Şofer de yok, boş araba gidiyor gendi gendine.”

“Garpuz Memed, sallamaya başladın gene.”

“Hoca inanmazsan yarın gedip Cingöz’e soracaan. Çay demlendiyse doldur hele. Eyice gorkuyor seninki. Gapıyı açıp enmek istiyor emme hızlandığından enemiyor. Ense de yörü-yemez, gorkudan dizleri bağlanmış. Ön camdan bakıyor, kes-gin bir viraj var, hemi de yokuş aşağı giderkene. Dua etmeye başlıyor. Ellerini galdırıp ‘yaradanıma sığındım, gurtar beni,’ diyor. ‘Rabbim, arabayı durdur yoğusa virajdan uçacaaz!’ Tam bu esnada hocam, camdan içeri bir el uzanıyor, arabanın dümenini dutup çeviriyor, virajdan düz yola dönderiyor.”

“Allah allaaah, olmaz Garpuz Memed, bugün her zaman-kinden iyi uyduruyorsun. Çayını tazele.

“Yarın gider sorarsın Cingöz Sadettin’e. Tabakayı ver he-le bi tütün sarak. Bu şekilde bütün teelikeli dönemeçlerde bu bizimki dua edip Allaha yalvarıyor ve her seferinde dışarıdan bir el uzanıp dümeni çevirip arabayı gurtarıyor. Eyice gork-muş ya, ‘Allahım koru beni,’ deyip gapıyı açıp gendini dışarı atıyor. Garın üsdünde birkaç takla attıktan sonra, şarampolde gendine geliyor. Garın tipinin altında yörümeye başlıyor. Defalarca salâvat getirerek, dualar okuyarak Bünyan'a ulaşıp bir gahvehaneye giriyor. Üstü başı ıslak, üşümüş, donmuş halde zobanın başına geçiyor. Hemen böyük bardağınan çay veriyorlar eline. Birazdan gendine gelince şofersiz arabayı ve yaşadığı gorkunç olayı, dua ettiğini, pencereden elin uzanıp arabayı dönemeçlerde gurtardığını felan annadıyor bir gözel.

Gahvede herkes susmuş, biraz da gorkmuşlar onu dinliyorlar.”

İnanılacak gibi değil ama merak da ettim, öylece dinliyorum Garpuz Memed’i.

“Yarım saat soona o gahveye, Bunyan’a bağlı Goyunab-dal koyü vardır, o koyden iki kişi giriyor. Bir masaya oturup iki dene çay söylüyorlar. Onnar da öşümüş. Biri otekine diyor ki: ‘La İbraam bağsana, şu sobanın başındaki herif, deminle-yin bizim araba yolda galdıydı ya. Biz arabayı iterkene binip de daha sonra enen geri zekâlı deel mi?’ ”

Kahkahalarla gülüyorum hem Garpuz Memed’in harika anlatımına, hem de olayın komikliğine.

Olayı yaşayan Cingöz Sadettin değil tabii ki. Garpuz bir yerde duyup Cingöz’e yakıştırmış. Hangi öyküye kimi kah-raman yapacağını çok iyi saptar öyle anlatırdı kulakları çınla-sın. Yeni bir öyküye başlamasını önlemek üzere sesli sesli esniyorum.

“Hadi hoca Allah raatlık versin, yatsıyı gılıp yatacaam ben de…”

* * *

Garpuz Memed iki üç akşamda bir gelip bana bunun on misli güzel öyküler anlatır giderdi, saatlerce. Nasıl ben bunları teybe kaydetmedim, halen üzülürüm.

Neyse, bugün internette dolaşan bu komik öyküyü oku-yunca çok güldüm, aklıma Garpuz’un uzun uzun öykü anlattığı geceler geldi ve o anlatmış gibi aktarıverdim, affola.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —