Tarih: 26.10.2022 18:35

BİR TREN NASIL SEVİLİR?

Facebook Twitter Linked-in

BİR TREN NASIL SEVİLİR? (2)

Yaklaşık bir yüzyılı geride bırakmaya adım adım yaklaşan Sivas tren garı, kararsız şehirlerine yolculuk edenleri, derman arayan hastaları, yüzlerinde gurbet duygusu olan çaresizleri, dalgın işverenleri, sevdalı gençleri, mevsimlik işçileri, tayini çıkan memurları, bitkin yüzlerle sevdiklerini uğurlayanları, kâh bir isyanla, kâh bir keyifle yolcularını bekleyenleri gördü…

24.10.2022 00:01:00


Geldi geçti, gittiler...

Ama hiç kimse gençlik merceğinle keşfettiğin trenlerini senin gibi kaydetmedi; senin bir kayda ihtiyaç duymadan gittiğin okulunda neler öğrendin biliyorum.

Öğrendin ve unutmadın…

Trenlerin sayesinde hem öğretmen, hem öğrenci oldun. Fırsat verilirse tarihsel kronolojiyle ardı ardına lokomotifleri sıralıyorsun.

İlk önce dizel lokomotiflerle başlıyorsun: 1953'te üretime geçilen DH 33100 serisi ilk örneğin oluyor, sonra sırasıyla; 1960 model DH 11500’ü, 1970-84 yılları arasında üretilen DE 24000 serisini ve 1985 model DE 11000 serisini anlatıyor ve 1987 model DE 22000 serisiyle dizelleri bitiriyorsun. Sonra Elektrikli lokomotiflere geçiyorsun. 1987’li E43000 serisi; E 43000, E 52500 serisi ve 2013 model E 68000 serisi hakkında en ince noktalara kadar bilgiler veriyorsun…

Her seferinde tren garına giriş yapan o toy lokomotiflerin kulağına ne fısıldadığını biliyorum…

Şöyle demiştin: Yeniliğinin hevesine yenik düşen ve aynı zırhın içerisine sığınan çok lokomotif gördüm; aradan yıllar geçtikçe; tıpkı cenneti arzulayan yaşlılar gibi; onları da korku salıyordu; tek arzuları ise rayları gıcırdatmaya devam etmekti…

Ve ekledin; ne kadar yeni olursa olsun bütün trenler aynı kokar…

***

Sivas gibi tren kokan bir şehirde; tren ve tren hikâyeleri deyince aklıma şair Özdemir Asaf ‘in istasyon müdürü, hareket memuru ve gişe memurunun aynı kişi olmasından yola çıkarak 1950'li yıllarda yazdığı 'Kalın İstasyonu' şiiri gelir.

Asaf'ın 'Dünya Kaçtı Gözüme' adlı kitabında yer alan şiirinin kahramanı Hasan Kalabalık gibi sende kimi zaman hareket memurunun şapkasını takıp, elindeki işaret diskinle çok tren uğurladın; çok yolcuya bilet kestin; yolculara tren saatlerini söyleyip, tahmini tehir vakitleriyle ilgili yorumlarda bulundun; uğurladığın trenlerinin içinde kondüktör olup çok bilet kestin; tren şefliği aklına pek yatmasa da bütün treni baştan aşağı dolaşıp sonra makinistin yanına oturdun ve keyifle çayını yudumladın; gece yarısı yolculukları çok zaman rüyalarına girmişti; makinistlik en dikkat gerektiren vazifen oldu; ama en keyiflisiydi de; çok tren indirdin Haydarpaşa’ya…

Yeter ki, tren olsun. Her vazifeye taliptin…

Kimseyi incitmeyen yüreğinle; her boş kaldığında eline bezi alıp, trenleri silmek için sabırsızlanıyordun. Lakin boyacı sandığının başından kalkmamalıydın. Her ne kadar trenlerin aklından çıkmasa da; artık çocukları olan bir babaydın. Uzun yıllar garda ayakkabı boyadın; evet; uzun yıllar. 2003 yılından 2019 yılına kadar. Her sabah boya sandığını yüklenip gara koştun. Ayakkabı boyamak bahanesiyle trenleri selamladın, trenleri uğurladın…

Senin gibi çok tren uğurlayan bir çobandan dinlemiştim: Bozkırda kaval sesinden sonra koyunların en sevdiği şey; rayların üzerinde kıvrılarak süzülen treni izlemekmiş…

***

Birgün bir mimarla karşılaştın. Ona tren maketlerinden ve onların sergileneceği büyük bir parktan bahsettin.

Hayal ettiğin park, o kadar büyüktü ki mimar şaşırmıştı.

Park, neredeyse 40 hektarlık alanda kurulu olan 12 saraylık Abomey Kraliyet Saraylarını bile kıskandıracak büyüklükteydi.

Biliyorum çocukluğundan beri hayallerinde biriktirdiğin o kadar çok trenin var ki; hayallerinin kabarık defteriyle tren dolu bir şehir yapılsa, itiraz etmezsin…

Kimi zaman hayallerin için sihirbaz olmayı bile istiyorsun…

Sihirbaz ve tren meselesi deyince, Fransız Auguste ve Louis Lumière Kardeşlerin 1895’ te çekimini yaptıkları ilk sinema filmi “Trenin Gara Girişi” akla geliyor…

Filmi ilk kez izleyen seyircilerde söylentiye göre, kendilerine doğru gelen treni görünce, sağa sola kaçışmışlar ve Lumiere kardeşlerin birer sihirbaz oldukları dedikodusunu yaymışlardı…

***

Sevgili Erol Erdoğan; 43 yaşına geldin ama 30 yıldır tren tutkun hiç değişmedi; tam tersine tazelendi.

Bu aralar hızlı tren için dönüşümü başlayan garın etrafındaki telaşa bulaşmadan, hala hayatının en mutlu işiyle meşgulsün. Öyle ya, artık işyerinde oldu orası… Hayallerine sadakatinin mükâfatı olarak görüyorsun depodaki işini; şükrediyorsun…

Bugünlerde Canadian Pacific 9618’in maket çizimlerini çözmeye çalışıyor ve maketini yapacağın günü iple çekiyorsun…

Hala etrafındakilere ısrarla ama ısrarla çocukluğunun evine geri dönmek isteyen herkesin bir treni vardır diye umut dağıtıyorsun…

Doğru, tren senin için hep bir umut oldu. Gel istersen tren, umut ve çocukluk demişken yakın zamanda kaybettiğimiz Cüneyt Arkın’ı da yad edelim…

1986 yılı yapımı Kral Affetmez filminde Seyit rolüyle başrol oynayan Cüneyt Arkın bak tren şiiriyle çocukluğunu nasıl umutla arıyor:

….

Şimdi bozkırdan geçen her treni beklerim

Her istasyona koşarım

Kaybolmuş çocukluğumu arar gibi

Hiç olmamış sevgililerim

Hiç gelmeyen babamı

Evet arkadaşım

Her geçen tren bir umuttur benim için

Ve ben yıllardır ben bu umudun peşinden koşar

Her trenin durduğu istasyonda kaderimi beklerim

Bir gün kavuşurum diye

Bir gün o sevgili yüzü görürüm diye

Bir gün o zerdali çillerini ellerim diye

Bir gün kaybettiğim çocukluğumu geri getirecek diye

Her trenin ardından koşar; her istasyonda beklerim

Şimdi anladın mı; benim yoksulluğumu

***

Masadan kalkmadan önce, benden son bir şey duymak istiyorsun…

Meraklanma elbet bir 4 eylül Fuarında beklediğin o sergi yapılacak; gözlerinin içi gülecek ve sen o gün arkana senin gibi tren severleri takarak dünyayı dolaşacaksın…

Bunu hakediyorsun Erol Erdoğan…

Çünkü bir tren nasıl sevilir bize öğrettin…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —