BİRİ OKUYUCU İKİSİ ŞAİR

BİRİ OKUYUCU İKİSİ ŞAİR

Biri Okuyucu İkisi Şair: Doğan YEL-Sezai KARAKOÇ-Cemal SÜREYYA

Doğan Yel ölmüş. Ölüm bu kez en yakından geçti. Cemal Süreya diyor ki: “Ölüm haberini alınca bayağı sarsıldım. Bir de Cansever’in ölümü böyle sarsmıştı beni. (İkisinde de içten içe kendi ölümüm mü yansılanıp durdu?) Sezai’ye telefon ettim. İnanamadı. Çok üzüldü.

 

Nice düşler vardır ki gerçeklerden daha gerçektir. Bu yazıda gündeme getireceğimiz bir üçlünün gördüğü düş, Rahmanilikle yıkanmış bir düştür. Bir ideal uğruna çıkılan bir yolculuk ve beraberlik, büyük sıkıntı ve çileler sonunda hayırlı ve yararlı bir durakta noktalanmasıyla sonuçlanan bir düş…

Bu üç arkadaş ve kafadar, maliyecidirler, kaderleri birbiriyle örtüşmekte, hakikatten emzirilmiş bir düş uğruna ilk anda tuhaf görülse de, müşterek verdikleri karar, bir hayali gerçekleştirmek uğruna ülke edebiyat ve şiirine kalıcı eserler bırakmaya ve büyük bir ses getirmeye yarayacaktır.

Sezai Karakoç ve Cemal Süreya iyi bir şair, arkadaşları Doğan Yel ise iyi bir okuyucudur. Cemal Süreya Maliye müfettişidir, diğer ikili, müfettişlik sınavında kasıtlı şekilde elendikleri için müfettiş olamayan ve “Vergi Kontrolör”ü olarak maliye bakanlığı bünyesinde ve zaman zaman da taşra teşkilatında çalışırlar.

Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve Doğan Yel, inandıkları ve uygulama alanına geçirmek istedikleri idealleri uğruna bu görevden ayrılmaya karar verirler. Üçü de beş parasız, hatta aybaşını getirmeyecek kadar cepleri boş ve müflistirler.

Her üçü için de maliyede çalışmaktan kaynaklanan o günlerin sıkıntısı had safhadadır, tahkikatlar, tekdüze teftişler, haftalarca tahsildar makbuzundaki rakamları toplamalar, meslekten geldiği zannı içinde, bunalımı sınırsız bir aşamaya çıkarmıştır.

Şimdi Karakoç’a kulak kabartalım: “Cemal (Süreya) de aynı bunalıma girmiştik. İkimizin ortak arkadaşı Doğan (Yel) da Karaköy’de Köprü’de buluşuyor, konuşuyor, konuşuyorduk. Konu hep aynıydı: memuriyetten ayrılmak.

Ben, ikisini ayrılmamaları için ikna etmeğe çalışıyordum. Kendi durumumun farklı olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Fakat mümkün değildi. Ben, teftiş kurulu ehliyet imtihanında kazandırılmadığım için Avrupa’ya da gidememiştim. Müfettişleri iyi bir parayla bir yıl için Avrupa’ya gönderiliyorlardı. Cemal de Paris’e gitmişti. Görevi de iyi bir görevdi, Ama o da benim gibi memuriyetten ayrılmak, böyle bir değişiklik ihtiyacı içindeydi.

Sonunda ben, 11 Haziran günü istifa mektubunu Köprü altındaki bir posta kutusuna attım. Bir gün sonra da Doğan, bir ay sonra da Cemal aynı kutudan istila mektuplarını Maliye Bakanlığı’na gönderdiler.

O günlerdeki sıkıntısını dile getiren Karakoç diyor ki: “Büyük bir boşluğa düşmüş gibiydim. Hiç bir maddi birikimim yoktu. Hatta o ayın masraf parası bile. Memuriyetten ayrıldığıma göre yeni bir memuriyete, ya da ücretli bir işe girmem söz konusu olamazdı. Dergi çıkarmak için para lâzımdı. Üstelik onu dağıtma, satma imkânı da yoktu. Bir iki ay öylece geçti. Ben sakin olmaya çalışıyor, eser verirsem, eninde sonunda onun değerleneceğine inanıyordum. Ama gelgelelim, içimde beni üzüntüye saplayan düşüncelerden, tedirginliklerden kurtulamıyordum. Her ay maaş almaya alışmış olma kolaylığından mahrumluk da bu sıkıntıların tuzu biberi oluyordu.

Nuruosmaniye Caddesi’nde bir yer vardı, hem ev, hem yazıhane olmaya müsaitti. Ama tutma imkânım yoktu, Çoğunlukla yazıhaneler için altı aylık peşin isteniyordu. Bu sebeple, ödemem mümkün olmuyordu. Fındıklı’da tek odalı ufak bir yer tutmuştum. Kazancılar yokuşundan çıkıp İstiklâl Caddesi’nde Baylan’da oturuyordum. Ama yazamıyordum. İç ezikliğini bir yana bırakıp sadece akılla hareket etsem, o genç yaşta yapacaklarımla manen ve maddeten bir umut doğabilirdi diye düşünüyordum Ama hisler böyle değildi. Ortam umut kırıcıydı. Kimseye dergi çıkarmaktan bahsedemiyordunuz. Hemen, “zarar eder ve batar” diyorlardı. Eser yazma için de hiç bir arkadaş teşvikkâr bir cümle bile söylemiyordu. Kitap yazarsanız, kim basacaktı? Ya da kendiniz basmaya kalksanız hangi parayla basacaktınız ve nasıl satacaktınız Gerçekten durum hiç de iç açıcı değildi. Doğan, Koç Şirketine girmişti. Cemal de aşağı yukarı benim durumumdaydı. Tercüme falan arıyordu.

Doğan Yel’in sadakati 

Sirkeci İnfilâkında (1959) ortalığa saçılmış bulunmasına rağmen ilk şiir kitabımı hazırladım. Tüm şiirlerimi basacak param olmadığı için şiirleri ikiye ayırdım. Daha metafizik ve ferdi olanları “KÖRFEZ” adı altında topladım ve arkadaşlarım Doğan Yel ve Cafer Canlı’dan borç alarak kendim bastırdım. Matbaa hakkında da ciddi bir fikrim olmadığından kartvizit basan bir matbaada basıldı bu ilk şiir kitabım!

Cemal Süreya ise, o günleri şöyle anlatır: “ Doğan Yel, Sezai Karakoç’la Maliye Teftiş Kurulu’ndan arkadaşımız. İkisi benden bir sonraki promosyondaydılar. Yeterlik sınavında başarılı sayılmayarak gelirler kontrolörü oldular. Benim için Maliye Teftiş Kurulu’ndan ayrılma özleminde bu olayın da etkisi vardır. Onlar sınavı kaybetmişlerdi; bense kendimi onlar kadar, özellikle de Doğan kadar başarılı saymıyorum. 1965’te üçümüz birden Maliye Bakanlığı’ndaki görevlerimizden istifa ettik. Daha sonra, nedense, Doğan Yel’le ilişkimiz zayıfladı. İstifa ettiğimiz günlerde hemen her gün Galata Köprüsü’nün altındaki bir kahvede buluşurduk. Karar vermiştik, kim önce iş bulursa, geri kalan ikimize parasal yardımda bulunacak. İki kişi iş bulursa, geri kalan bir kişiye…

Doğan Yel ikimizin de okuruydu; ayrıca büyük edebiyat okuru. İstifa edişi de bizimle yan yana olmak içindi, bir bakıma bizim için istifa etmişti. İş bulan o oldu. Üç ay sonra ülkemizin en büyük özel kurumuna girdi. İlk maaşını alacağı gün Karakoç’la Köprüaltı kahvesinde Doğan’ı bekledik. İki üç gün daha bekledik… O tarihten 13 yıl sonra bir gün aradı beni. Nasıl bulmuştu ev adresimi. O gece bizde kaldı. Yeniden sıkı bir ilişki kuruldu aramızda. Hemen her gün beraberiz. Emekli oluşunun ilk günlerinde, yani altı yıl kadar önce yine ortadan kayboldu. Sezai’ye ise 22 yıldır uğramamış.

Doğan Yel’in Vefatı

Doğan Yel ölmüş. Ölüm bu kez en yakından geçti. Cemal Süreya diyor ki: “Ölüm haberini alınca bayağı sarsıldım. Bir de Cansever’in ölümü böyle sarsmıştı beni. (İkisinde de içten içe kendi ölümüm mü yansılanıp durdu?) Sezai’ye telefon ettim. İnanamadı. Çok üzüldü.

Yukarda anlattıklarıma Doğan’a karşı şeyler söylemiş olduğum kanısında değilim. Onun açıklanmaz yanlarını anımsamak istedim. Kafka’cı. Dostoyevski’ciydi. Bir gölge gibi yaşadı. Maliye Müfettişliği yardımcılığı yıllarımızı düşünüyorum. Doğan’la Eskişehir’de beraberiz, Nazilli’de de. Eminönü Vergi Dairesi’ne, Sezai’ye yardıma gidiyoruz. Sezai’nin Fındıkzade’deki evinde genç sağcı yazarlarla (Nuri Pakdil, Rasim ve Alaattin Özdenören kardeşler, Cahit Zarifoğlu) tanışıyoruz.

Doğan bir şanstı benim için. Bir gün yine görecektim onu. Yitirdim o şansı. Sezai ile de 20 yıldır ilişkimiz kopuk. Ama ona bir açıklama getirilebilir

Karakoç Yeni İstanbul Gazetesi’nde

Üçlü, istifa etmeden önce Sezai Karakoç Yeni İstanbul Gazetesinde yazı yazmaya başlamasını şöyle anlatır: “  Bu sırada, herhalde okurların ısrarıyla, Yeni İstanbul’ da benden yazı yazmamı istedi. Ancak, Gökhan’larla anlaşmam zordu. Ben memurdum, sıkıyönetim vardı. İnönü başbakandı, Cumhuriyet Halk Partisi iktidardaydı. Bu durumda, uzun boylu, memur olarak yazı yazmam mümkün değildi gazetede. Ancak beni memuriyetten ayırırlarsa devam edebilirdim. Gökhan “seni memuriyetten ayırırız” demişse de bu söze ne kadar güvenilebilirdi? Bu yüzden Yeni İstanbul’da yazmam kolay değildi. Ancak, benim mutlaka orda yazmamı isteyen arkadaşım İhsan (Babalı) bir nevi mekik diplomasisini uygulayarak (yani Gökhan’larla benim aramda defalarca gidip gelerek) orada yazmamı sağladı. “Karakoç” imzasıyla yazacaktım ve en kısa zamanda beni memuriyetten ayıracaklardı. O zaman aynı zamanda meslektaşım da olan Cemal (Süreya) ve Doğan (Yel) ile bazı geceler buluşuyorduk. Fikren ayrı olduğumuz halde, Cemal benim günlük fıkra yazmama seviniyordu. Gece boyunca fıkrama ad aradık Cemal ve Doğan’la. Yine de benim bulduğum Farklar” adında karar kıldık.

İki ay müddetle “Farklar” adlı sütun günlük yazı yazdım Yeni İstanbul’da. Büyük etki yaptı, beğenildi. Hatta isim koymayışım, sadece soyadını kullanışım sebebiyle bir yayıncı yazılarımı o zaman yeni kitabını bastıkları bir başka Karakoç soyadlı kişiye mal ediyor diye haberler geldi kulağıma.”

İdeal, insana her şeyi yaptırdığı gibi, aç kalma uğruna sağlıklı bir şekilde ödenen maaşından da eder insanı…

Dr.Şakir DİCLEHAN/İNSANİYET.NET



Anahtar Kelimeler: OKUYUCU İKİSİ