Buhara´dan SİVAS´a...

Buhara´dan SİVAS´a...

İbrahim BALABAN Yazdı...

İbrahim Balaban

 Buhara´dan Sivas´a 1.Kısım

 Büyük Dedemiz Ali ve Büyükannemiz Ayşe Buhara´da çiftçilikle uğraşırlarken ilk oğulları Recep Dedemiz 1819 Yılında dünyaya geliyor. 19 yaşına gelince 1822 doğumlu Ayşe Büyükanne ile evlendiriyorlar. Mutlu aile yaşantısı devam ederken 1840 yılında ilk torunları Ali sevinçlerini bir kat daha artırıyor. İlk torundan dört yıl sonra ikinci torun Hüseyin 1844 yılında dünyaya gelince sevinçleri daha çok artıyor.  O zamanın tarım, hayvancılık işleri, zor ve ağır beden yorgunluğunu gerektiren geçim şartlarındandı. Yılları eziyetli çalışmalarla geçerken 1848 yılında büyük dedemiz Ali ve 1849  yılında da büyük annemiz Ayşe vefat ederek geride kalanların acı ve üzüntülerini tarifsiz artırıyor. Artık hayatı çok kederli kimsesiz , kendine güç veren eşi Ayşe , oğlu Ali ve Hüseyin´den başka dayanağı kalmıyor. Üstelik geçim sıkıntısı ve şartları da gittikçe çekilmeyecek hale gelmiş. Recep Dedemiz, Osmanlı topraklarını kucaklayan batıdaki başka diyara doğru göç ederek yaşamayı ailesiyle birlikte tahayyül ediyor. Elindeki varlıklarını , kendine yolculukta lazım olacakların haricindekileri satıyor. Böylece dört adet sağlıklı atlardan ikisine yolda lazım olacak çadır ve lüzumlu eşyaları denk ediyor. Diğer at üzerine Ayşe büyük anne ile küçük oğlu Hüseyin´i bindiriyor. Diğer at üzerine de kendisi ve büyük oğlu Ali´yi alarak yola çıkıyorlar. Atları bir birine yedekleyerek  güneş doğarken yola revan olurlar. Ancak gideceği yolun yönünü gün batısı olduğunu bilerek ama nereye varacaklarını ne kadar yol gideceklerini bilemez.

Bu şekilde yolculukları gündüzleri yol gitme zahmeti ile geceleri ailenin dinlenmesi için  çadır kurarak yiyecek hazırlayarak biraz da istirahat ederek geçiyor. Birkaç ay tabiat şartlarının da çok etkilediği zahmetli yolculuk geçerken büyük oğulları Ali hastalanarak yolculuğa ara veriyorlar. Çadırlarını yol kenarında kurup beş altı gün Ali´nin iyileşmesine çaba sarf ediyorlar. Ama bu çabaların faydası olmuyor. Oğulları Ali´yi 1849 yılının sonbaharında kaybediyorlar. Çaresiz çadırlarının civarında bir daha göremeyecekleri oğlunun mezarını hazırlayarak gözyaşları ile defnederler. Yolculuktaki tarifsiz acılarına rağmen canları evladını geride bırakarak yollarına devam ediyorlar. İki ay daha devam eden bu zahmetli , yorucu ve acı dolu yolculuk Ayşe büyük annemizin sağlığını etkiliyor. 1849 yılının son günlerinde yine Ayşe büyük annenin yola devam edemeyecek kadar kötüleşince çadırlarında istirahat etmesini düşünür. Recep dedemiz neresi olduğunu bilmediği topraklarda çaresizce eşine ve küçük oğluna çok ihtimam gösterir. Fakat elinden gelen çabalar fayda vermez ve bir gün gecenin karanlığını ay ışığı aydınlatırken büyük annemizin nefes alıp vermesinde hareketli olan üzerindeki örtü durgun bir hal alır ve eşinin vefat ettiğini anlar.1850 yılınınikinci haftasında tekrar yola devam ederler. Ağır kış şartları altında bin bir eziyetle devam eden yolculuk ile oğlu Hüseyin´e sımsıkı sarılarak ve onu koruyarak çaresizlik içerisinde devam ederler. Hüzünlü yolculuğa İran´ın kuzeyinden Maku yolu ile Gürbulak, Ağrı Doğubeyazıt, Horasan ,Erzurum, Erzincan , İmranlı, Zara´yı geçer . 1850 yılının eylül ayında Sivas´ın giriş mahallesi olan Abdulvahabi Gazi´nin meftun bulunduğu dağın eteğinde yerleşik olan Kılavuz Mahallesinde Recep Dede ve 6 yaşındaki oğlu Hüseyin ile bir evin kapısının önüne otururlar.  Yanında küçük bir çocukla etrafına bakarken gördükleri çiftçi evleri , at , araba ,fayton ve bulgur dövme taşı sokusu ile yuvarlak ağır taşlı gözleri çaput ile bağlanmış atın dönerek haşlanmış ve günlerce kurutulmuş buğday hediğini bulgur haline getirme işlemini izler. Hayvancılık ve çiftçilik ile uğraşan insanların bu hali RecepDedemin hoşuna gitmiş. Onu gören mahalle sakini insanlarla sohbet ederek geçmişini anlatır. Kapısında oturduğu evin ahalisinin erkek olarak ziraatın üstesinden gelebilecek kimseleri olmadığını söylerler. Recep dedemi ve Hüseyin dedemi ev sahipleri misafir ederler. Ev halkının tarım işlerine oğlu Hüseyin Dedemle beraber hizmet etmişler. Bu hizmet 1870 yılında Recep Dedem 46 yaşında vefat edinceye kadar devam etmiş. Hüseyin Dedem  26 yaşına gelince evin kızı olan 1849 doğumlu 21 yaşındaki Şerife ile evlendirirler. Bu evlilikten oğulları sırasıyla İbrahim 1871, Ali 1879 ve Recep 1887 yıllarında dünyaya geliyorlar.    1888 yılında İbrahim´i  ,1874 doğumlu Dudu ile evlendiriyorlar. 1900 yılında Ali´yi 1887 doğumlu Hatice ile evlendirirler. 1910 yılında Recep Dedemide ,1896 doğumlu Hatice ile evlendirirler. 1914 yılına kadar yaşantılarını devam ettiriyorlar. İbrahim Dede ve Dudu büyük annenin evlatları sırasıyla 1892 de Mustafa Amcam, 1906 da Ayşe Halam ve 1912 de Babam Hüseyin dünyaya geliyorlar.1913 yılında 69 yaşındaki Hüseyin dedem vefat ediyor. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı patlak veriyor , İbrahim´in gözlerindeki hastalık nedeniyle askere almıyorlar.  Kardeşleri Ali ve Recep doğu cephesindeki Sarıkamış birliklerine katılmak üzere askere gidiyorlar.  Ağır kış şartlarında Allahuekber Dağlarında cepheye yürüme emri alan binlerce askerlerle beraber donarak şehit oluyorlar. 22 yaşına gelen Mustafa Amcam ailelerin ekip biçtiği tarlaları rehin vererek Mustafa Çavuştan tarla icarsız ve para faizsiz  şekilde bir miktar para alarak Sivas´ı terk ediyor. Mersin´e gittiğini ve orada evlendiğini 30 sene sonra haber alınıyor. Büyük annem Dudu, kızı Ayşe´yi çocuğu olmayan bir subay ailesine veriyor. Eltisi vermemesini söylüyor babası askerden gelince ne cevap vereceksin diye itiraz etmesine rağmen değiştirmiyor. Küçük oğlu Hüseyin´i iki üç yaşlarındayken Cirin Köyündeki dayısına gönderiyor. Serbest kalınca mahalleden badılın Ahmet ile evleniyor. Garipoğlu hanesinde iki dul kadın, bir anne ve iki çocuk kalıyorlar. Geçimlerini icara verdiği tarlalardan gelen birkaç çuval buğdayla sağlıyorlar. Mustafa Çavuşa neden az icar geldiğini sorduklarında Mustafa´nın senet imzalayarak faizsiz para alarak gittiğini söylüyor.

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Sezgin Zabun´un hazırladığı 5 ciltlik Sivas 1844-1845 Temettuat Defterlerinin 3. Cildinde şu kayıtlar vardır:

Vergi Mahsusa    :30

Aşar Rumusat   :10

Hane               :16          

Numara: 16

Mahalle mezbur sakinlerinden Sagir Oğlu Hasen ihtiyar Ali´nin emlak, arazi ve temettuatı .

Mezru Tarla                         Gayri Mezru Tarla           Sağman İnek                 Dişi Dana

  Dönüm: 7                                 Dönüm:7                         re´s :1re´s: 1

          7                                              7                                     1                                  1

Hasılat Senevisi                                                                                 Hasılat Senevisi

Guruş:0,90  sene 60                                                                                Guruş: 20

315      Sene 61

         405

202   Gariopoğlu Recep Hissesi  Minha

                          202

1871 Doğumlu olan Şehit Ali´nin doğan çocukları yaşamamış. Eşi Hatice yalnız dul kadın olarak şükür ve sabırla yılda bir çuval buğdayla geçinirmiş. Şehit Recep´in bir kızı Fadime 1912 yılında doğmuş, bir oğlu İbrahim 1913 yılında doğmuş. Mahalleden iyi huylu bir genç için ailesi 17 yaşındaki Fadime´ye dünür olmak istemişler. Fakat o günlerde hain ve haset bir kadın Fadime ?ye fitne sokmuş ve demiş ki ? Fadime Kızım seni istemeyecekler de benim kızımı isteyecekler? diye konuşunca ani bir şok geçiren Fadime yataklara düşmüş ve 1929 yılında hayatını kaybetmiş.

     Recep oğlu İbrahim 1935 yılında Dikilitaş İmamı 1883 doğumlu Ömer Önüt´ün ve 1881 doğumlu Hesna´nın kızları 1914 doğumlu Nesibe ile evlenir. Bu evlilikten dört kız ve bir oğulları dünyaya gelir. İlk kızları Saliha 1936 da doğar, babaları İbrahim  1937 yılında askere gider ve dönüşünde 01.09.1939 tarihinde kızları Rabia (eşim) dünyaya gelir, diğer çocukları Hayriye 1942, Ahmet Turan 1946 ve Gülizar 1952 yılında dünyaya gelirler.

      Annesi tarafından 3 yaşında dayısının Cirin Köyüne gönderilen Babam Hüseyin barındığı ve horlandığı, zaman zaman dayak yediği dayı evinden 8 yaşına eriştiği 1920 yılında yaya olarak kaçar. Takriben 20 km uzaklıkta olan Kılavuz Mahallesindeki doğduğu eve geri gelir, anasız , babasız, abisiz ve ablasızdır. Gariboğlu hanesi yokluk içinde olduğundan mahallede azap olarak ihtiyacı olan ailelerin at ve faytonlarının bakım işlerinde çalışır, hem barınır hem de karnını doyurur. 1930 yılına kadar ömrü at arabası , harman ve ziraat işleri, fayton kullanma , ahır bakımları ile geçer. 1930 yılında askere gider ve 3 yıllık devam eden askerlik bitince tekrar baba ocağına geri döner. Kılavuz Mahallesi insanları çiftçilik, tenekecilik, kalaycılık, sıcak demircilik, nalbantlık ve büyük ?küçük baş hayvan alım satımı yaparlarmış. Bir gün yardım sever Kılavuz Mahallesinden birisi kalaycı Turan Biter ile kaplarının kalaylanması hususu için çarşıda bir araya gelirler. Askerden gelmiş yoksul fakat güvenilir olan Gariboğlu Babam Hüseyin´den söz eder. Kalaycı Turan Dayım da Ablası olan Hatice Annemden bahseder. 1934 yılında Dul bir kadın 9 yaşında Kızı Fevziye ve 4 yaşındaki Kızı Remziye ile halı ustası olarak Asri Kadın Hapishanesi´nde çalıştığını anlatır. Sonunda Allah nasip ederse taraflar da isterlerse evlenebilecekleri konuşulur. Bu durum tarafların onayı alınınca 1935 yılında Babam ve Annem Balaban soyadını alırlar ve iç güveyisi olarak evlenirler.

        Annem Hatice Sivas´ın Sıcak Çermik kaplıcasına 6 km uzaklıktaki Hayranlı Köyünden olup 1865 doğumlu Ethem Biter ve 1877 doğumlu Emine Büyükanne ile evlenirler. 1905 yılında Mehmet Dayım, 1909 yılında Hatice Annem ve 1912 yılında Turan Dayım dünyaya gelirler. Annemin Mehmet Abisi genç yaşında vefat etmiş, annem abisini hep üzüntü ile anardı. Turan Dayım bakırcılık ve kalaycılık yaparmış hatırı sayılır kalaycı olarak mesleğine devam etmiş. Dükkanı Buğday Pazarına komşu sıra Bakırcılar Çarşısında idi. Büyük oğlu Mehmet Biter çeşitli ticari faaliyetleri Kangal Balıklı Çermik ve Kurşunlu Hamamı işletmesi ve Ethem Bey Parkının bitişiğinde olan döküm ve dövme bakır levha işleri yaparlardı. Ortakları Bahattin Usta (fötör şapkalı) dükkanda kalay yaparken pantolonunu ters giyerek arka ceplerini ter silme mendili koymak için kullanırdı. Nalbantlar başında güzel bir evi vardı . Bezirci Mahallesinde olan Ermeni komşuların evlerinin içinde tatlı içme suyu akan çeşmelerden toprak su testisi doldurulurdu. Ermeni teyzelerin çok muhterem, güler yüzlü olmaları kapılarını çalıp su istememizi memnuniyetle karşılarlardı.

       Hatice Annem 13 yaşına gelince Sivas´ın Kayseri Kapı semtinde babası, annesi ve kardeşi Turan Dayı ile bir evde yaşıyorlardı. Annem kabak yazısı semtinde Asri Kadın Hapishanesinde halı dokuma ustalarını çalıştıkları yerde çırak olarak işle başlar. İki sene içinde halı dokumasını öğrenmiş , 17 yaşına gelince birinci sınıf halı dokuma ustası olmuş, orada bir çok çırak hizmet ediyorlarmış. Bir gün bu çıraklardan birisi Dikili Taş Cami Hocası olan İbrahim ve Teslime oğlu 1883 Doğumlu Ömer Önüt´ün eşi Muhittin ve Mevlüde Kızı 1881 doğumlu Hesna ?dan kızları, 1914 doğumlu Nesibe (kayınvalidem) usta olan annem Hatice´yi nasıl halı dokuyor diye seyrediyormuş . annem bundan rahatsız olunca ? çekil gız şuradan? diye azarlamış. Bu azarın sebebini sonra öğrendiğinde hak vermiş. Çünkü Hatice Usta başı sol el ve parmaklarıyla ilmekleri yaparken sağ eliyle de anında bıçak kullanarak ipi kesiyormuş.  Dikkati dağılıp elini kesmesinden korkmuş.

        Annem Hatice 15 yaşına gelince Hüsnü isimli iyi huylu bir genç ile evlendirmişler. Bu evlilikten 1925 yılında Fevziye, 1930 yılında Remziye dünyaya gelir. Babalarının ağır şeker hastalığı, aşırı kilo kaybına ve halsiz düşmesi neticesinde 1934 yılında vefat eder. Hatice Annem yetimleriyle geçim için Fevziye Ablam 9 yaşında Remziye Ablam da 4 yaşında yetim oldukları halde annelerinin yanında halı dokuma işlerine devam ederler. Fevziye Ablam dokuma işlerinde annesine yardım eder, bu gayretlerini 4 yıl daha sürdürürler.

          Sivas´ın Yıldızeli ilçesi Çavuşlu Köyünden Hafızın oğlu Sefer Kendir Turan Dayımın izniyle Fevziye Ablamla 1938 yılında evlenirler. Artık annem küçük ablam Remziye 8 yaşında olduğu halde geçim için halı dokumaya devam ederler.

          13 Mart 1938 yılında iki ablamın kardeşi olarak dünyaya gelmişim. Dedemin adı olan İbrahim ismini vermişler. Hüseyin ve Hatice oğlu Sivas 1938 doğumlu İbrahim Balaban annesini , babasını ve ablalarını çok sevindirmiş. Soğuk havalarda kundağımda üşümeden rahat uyuyabileyim diye köz tavasında, yanan sobanın üzerinde , ince kalburdan elenmiş höllük toprağını beni yakmayacak sıcaklıkta ısıtırlarmış. Kundağa belediklerinde rahatlıktan yüzümde oluşan gülücükler herkesi neşelendirirmiş. Höllük toprağını eşeği ile Akkaya´dan getiren Höllükcü Emmi diye adlandırdıkları komşumuzdan alırlarmış. Ablalarım o toprağı tertemiz ve içinde ot ve sert şeyleri ihtimamla eleyip hazır ederlermiş. Altı aylıkken Remziye Ablam odada kundaklı iken beni kucağına alınca şiddetli çığlıkla ağlamışım, büyük ablam niye ağlattın demiş ve beni çok zor susturmuşlar. Meğer beni küçük ablam düşürmüş ve çok korkmuş. Çok Sıkı belenmiş kundağımın sayesinde alçıya alınmış gibi vücudumu korumuş. Aslında düşünce 12. omurum  eğik bir açıyla düz bir şekilde kırılmış ve kundak sayesinde mükemmel bir omur kaynağı olmuş. Bu neticeyi 41 sene sonraki Samsun Sivas yolculuğumun Sivas´a 60 km mesafe kala meydana gelen trafik kazası neticesinde emniyet olsun diye çektirdiğim röntgen sayesinde öğrendim. Sigorta Hastanesindeki doktor çeşitli fiziksel hareketler yaptırdı ve röntgende rastladığı 12. Omur kırığının bu kaza ile ilgisi olmadığı ve çok eski kaynamış kırık olduğunu söyleyince küçükken düşürüldüğümü anladım.

         Bir yaşıma geldiğimde   Fevziye Ablam beni kucağına alarak akşam için yakılan gaz lambasının 5 numaralı şişesine yaklaştırınca parmağımla sıcak şişeye dokunmuşun . Ablam beni cıs cıs diye eğitmiş ne zaman gaz lambasına baksam cıs cısdiyormuşum , demek ki dersimi iyi öğrenmişim?



Anahtar Kelimeler: Buhara SİVAS