"Bulgur Taşlarında Çekilen Anılar"

Bekir GÜZELDAĞ Yazdı...

Harman hasat kalkınca bir başka telaş başlardı. Bu telaşta kadınların, gelinlerin el emeği ve maharetleri önemliydi. Tecrübe herşeyin üstünde gelirdi. Artık bulgur kaynatılacak ve unluk yıkanacaktı. Buğdaylar eve getirildikten sonra, unluk , bulgurluk, tohumluk olanlar ayrılırdı. Bulgurlar ? Zerun ? buğdaydan yapılırdı. Ne kadar bulgur yapılacağı ayarlandıktan sonra, bir gün önceden tüm malzemeler hazırlanır, ertesi gün sabah erkenden kalkılır, buğdaylar kağnılara yüklenip su kenarına giderdik. Irmağın geniş bir yerinde ? Salma ? yapılır; suyun içine, etrafına taşlar dizilerek kilim serilirdi.

Kilimin üstünden suyun birazı akar, akamağın sonuna kalbur konurdu. Kilimin üstünde bir kişi dökülen buğdayları ayağıyla, eliyle karıştırarak, önce ot tohumları ve irili ufaklı saman artıklarının suyun yüzüne kalkarak gitmesini sağlardı. Buğday iyice karıştırılıp yıkanarak, suyla gelip kalbura dolardı. Kilimin içine taşlar çöker arada bir boşaltılırdı. Bol sulu ırmak olmayan köylerde bu işlem kürünlerde yapılırdı. Kürünün ?Savacağına ? kalbur konur, bir kişi kürüne girer, dökülen buğdayları karıştırarak yıkardı. Bu arada eğer iş uzun sürecekse, salma kenarında çay kaynatılır, evden gelen yiyeceklerle kahvaltı da yapılırdı.

Yıkanan buğday bir kilim üstüne yığılır suyunun sırkması sağlanırdı. Sonra tekrar çuvallanır, akşamdan hazırlanan ve eve yakın uygun bir yere dizilmiş ? Bulgur Kazanlarına ? ıslak ıslak bir ayarda doldurulurdu. Bir gün önce akşamdan kazanların dizileceği yer, ortaya ateş yakmak İçin küçük bir hendek kazılarak ayarlanır, kazanların altlarına, karşılıklı iki tarafına da taşlar yerleştirilerek, taşların üstüne kazanlar dizilirdi. Yalnız kazanların terazili olması önemlidiydi. Bulgur; genelde sabah erken veya akşamın serinliğinde kaynatılmaya başlar, gece geç saatlere kadar sürerdi. Buğdaylar kazanlara doldurulduktan sonra ateşler yakılırdı. Kazan sayısına göre de yakacak hazırlanırdı.

Kaynayan bulgur; ya uzun ? Saplılarla ? veya odunlarla sık sık karıştırılırdı kazanın dibi tutmasın, buğdaylar eşit kıvamda pişsin diye. Buğdayın kıvamında pişip pişmediği evin tecrübeli kadınları veya komşu kadınlar tarafından kontrol edilirdi. Tam kıvamda piştiği anda buna halk arasında ? Hedik ? denirdi. Bulgur kaynatma ocaklarında sıra da olurdu. Bir ev pişirdikten sonra başka bir komşu başlardı. Hedik olan buğday, kazanlara yakın bir yere serilmiş kilimlerin üzerine dökülür, orada bulanan bir kişi tarafından kürekle kilimlerin üstüne yayılırdı. Bu arada hedik hem çalışanlar tarafından yenir, hem de tas tas komşulara ikram edilirdi. Çok lezzetli olurdu. Günümüzde evlerinde yemek için hedik kaynatan aileler de vardır. Hedik bir kaç gün sergide kalır, iyice kuruyana kadar karıştırılırdı. Sergilerin yanına döşek ve yorgan götürülerek yanında yatılırdı. Zaman zaman sergi üstüne yağmurlarda yağardı. Hedik ıslanmasın diye horantada bir telaş başlardı. İyice kuruyan buğday içeri alınır, hem elenir hem de sofra tahtaları üstünde tabiri caizse tek tek seçilirdi. Seçme işini evin horantası yapar, buğdayın çokluğuna göre üç beş gün sürerdi. Seçilen buğdaylar tekrar çuvallanır, bulgurun çekileceği gün ve çekecek komşular ayarlanırdı. Bulguru genelde kadınlar çekerler, imece usulü ile çalışırlardı.

Bazen erkeklerin de çekme işine yardım ettikleri de görülürdü. Bulgur çekilecek mekan ve malzemeler ayarlanır, kilimlerle döşeli yere geniş bir bez serilirdi. Bulgur çekecek kadınlar, gelinler ve kızlar da geldikten sonra başlanırdı. Genelde en çok üç kişi otururdu taşın başına. Bulgur; bulgur taşlarında çekilirdi. Bulgur taşları yuvarlak ve iki parça idi. Alttaki taşın üst tarafı, üstteki taşın da alt tarafı dişenmiş olurdu. Üstteki taşın ortası delik olur, buradan avuç avuç buğday konurdu. İki taşında ölçüleri birdi. Üst üste konur öyle değirmen gibi kullanılırdı.

Üstteki taşın bir kenar kısmına bir sopa yerleştirilmiş olurdu. Bulgur çekenler bir elleri ile bu sopadan tutarak birlikte taşı çevirirlerdi. Orta delikten avuçla dökülen buğday taş döndükçe öğünerek, alttaki sofra bezinin veya buna benzer sergi bezinin üstüne dökülürdü. Bulgur çekimi buğdayın miktarına göre gece geç saatlere hatta şafak sökümüne kadar sürerdi. Bu iş oldukça neşeli yapılırdı. Yörenin türküleri, manileri tek tek bazen de hep bir ağızdan avaza kaldırılırdı. Birlikte söylenirse buna ? Koşalaşma ? denirdi. Türk Milletinin sözlü kültürü o gece sabaha kadar hem söyleyenleri, hem de dinleyenleri coştururdu.

"Kayalar gölgelendi

Güzeller suya endi

Her güzelden bir öptüm

Gene can tazeledi" 

 Güzel sesli Anadolu kadının sedası etrafı sarardı.

"Süpürge döşürür gelin ırmaktan..

Yüzükler fırlamış kargı parmaktan.

Öldüm bittim şo gıza yalvarmaktan....

Akan sular gel aleni aleni ....

Coşgun sular gel aleni aleni....

Yandı yürek yar goylanı goylanı..." 

Bu güzel türkülerin biri biter biri başlardı. Türkülerle bazen gurbete, askere selam da gönderilirdi.

" Gölde uçan teyyare de

Selam söylen o yare

Benden ona fayda yoh da

Bulsun başına çare de....,"

Belli bir süreden sonra yemek molası verilir, evde hazırlanan en güzel yemekler, börekler, çörekler, tatlılar servis edilir, yemeğe oturulurdu. Bazen de oturmaktan ayaklarımız uyuştu diyerek halaya da kalkarlardı. Halaylar ağır havalarla başlar gittikçe sektirme ve hoplatma olarak devam ederdi.

"Çit minderin göbeği de

Dileyli Leyla dileyli can

Yar gözümün bebeği de

Dileyli Leyla dileyli can

Horoz başın kesile de

Dileyli Leyla dileyli can

Ne tez ettin sabahı da" 

Hemen peşine başka türküler eklenir, yeter artık denene kadar yorulma bilmezlerdi.

"Le leylalı gülüm yar da

Güver yaylalar güver

Le leylalı gülüm yar da

Gö fistanı su düver

Le leylalı gülüm yar da

Benim bir yârim var ki

Le leylalı gülüm yar da

 Gelir gider döş düver" 

 

"Pul çektim biyazıma

Pul çektim biyazıma

Bah şu gızın nazına

Bah şu gızın nazına

Ver Allahım bir gor altın

Ver Allah bir gor altın

Dahıyım buğazıma

Dahıyım buğazıma" 

Bir yanda türkülerin bir yanda taşın sesinden bulgurun nasıl bittiğinin, vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varmazlardı. Hatta çalışan komşu kızlarından nişanlı olan varsa; nişanlısı hediye gönderir, gizlice verilirdi. Anlayacağınız, kültür de edep de yerinde uygulanırdı. Saat çok geç olursa gelenler eve gitmez orda da yatarlardı. Bulgur çekildikten sonra, ertesi gün dışarı kilimler serilir, savrum ve eleme işi başlardı. Çuvallarda olan bulgur ilkin sergi üzerinde tekrar nemi gidene kadar kurutulur.

Sonra savrularak kepeğinden ayrılırdı. Savrum işini kadınlar kalburlarla yaparlardı. Bulgur kepeğinden ayrıldıktan sonra da ince gözlü kalburla eleme işi başlardı. Böylece pilavlık bulgurla ince bulgurun ayrılma işi tamamlanırdı. Ayrılan ince bulgur iri gözlü eleklerle elenerek köftelik bulgur çıkarılırdı. Elekten alta geçen bulgurun en incesine ? Düğürcük? bazı köylerde de ? Düğülcük ? denir; çorba yapımında kullanırlardı. Genelde sabah erken pişirilen düğürcük çorbaları çok lezzetli olurdu. Bulgurdan ayrılan kepekler de kış aylarında, hayvanlara ? Garmaç ? yapılarak yedirilirdi. Yani israf yok her şey değerlendirilirdi. Eleme işi tamamlandıktan sonra pilavlık, köftelik ve düğürcük bulgur çeşitleri, sergilere serilerek tekrar kurutulur ; çuvallandıktan sonra evliklere istif edilirdi. Yapılan her işte besmele ağızdan düşmez huşu içinde iştahla çalışırlardı.

Bir yılın erzağını içeri koymanın hazzını yaşarlardı. O yılın tohum ekme, ekin biçme, harman hasat yorgunlukları çıkardı. Bu işler yapılırken; kayınbaba, kaynana, kayın, elti, görümce, gelin, oğul ve torun görevlerini bilir, herkes üstüne düşeni yapardı. Söz belliydi, yumuş belliydi. Emmi, dayı, misafir belliydi bu kadar zorlukların içinde. Bu gün de böyle miyiz acaba?

Hayatımızın her alanının bu kadar kolaylaşmasına rağmen, horanta nasıl bozuldu, akraba bağları nasıl koparıldı. Adet ve törelerimiz noldu? Büyükleri nasıl küçülttük böyle? Düşünüyorum da bazen ne sözümüz söz, ne yumuşumuz yumuş! Sözlü kültürümüzün esamesi kalmamış. Ecdadımızdan miras gelen bu güzelliklerimizi, sözlü kültürümüzün en güzel çeşitlerini en son bulgur taşlarında mı çektik ne? Nerde o eski türküler, besteler! Nerde o eski bulgur taşlarındaki anılar.

Bekir Güzeldağ...