Türkiye’de büyükelçilerin önemli bir kısmı meslek hayatlarını özetleyen, yaptıklarını anlatan anılarını kaleme alıyorlar. Bu bakımdan bürokrasi ve üniversite üyeleri içinde bir istisna sayılırlar. Hiç şüphesiz ki bütün gruplar gibi bu hatırat yazanların içinde de iyisi var, çok iyi yazanlar da var. Bu çok iyilerden biri Ömer Önhon’un “Büyükelçinin Gözünden Suriye” (Remzi Kitabevi) kitabıdır.
Ömer Önhon halen Suriye’de en son büyükelçilik yapan diplomatımız, ondan sonra ilişkilerimiz kesildi ve hâlâ da öyledir. Kendisi sonra Madrid’de de bulundu. Orada da ilginç gözlemleri olduğu kanaatindeyim. Suriye, Şam’da müsteşarlık yaptığı ve merkezde bu daireye baktığı dönem dahil, büyükelçilik dönemi toptan ele alınmış. Doğrusu günlüğü, olayları anlatışı ve birbirine bağlayışı çok ustaca. Bir diplomatın, bir devlet adamının ve siyasinin topluma hesap vermesi ve yaptıklarını arz etmesi açısından örnek bir metin olduğunu söyleyebilirim. Büyükelçi Candemir Önhon’un oğlu genç yaşında Dışişleri Bakanlığı’na intisab etmiş. Üslubu fevkalade dikkatlidir.
Şunu arz etmek istiyorum. Türkiye, hiçbir şekilde Doğu ve Ortadoğu ülkelerinin lideri değil. Liderlik ve mühim olmak farklı şey. Ancak Ortadoğu’da herhangi bir şekilde müdahalesi ve menfaati olan devletlerin Türkiye’yi hesaba katması gerekiyor. Bu bizim Cumhuriyet devrinde kat ettiğimiz bir mesafedir. Yani imparatorlukta oranın hâkimiydik, çekildikten sonra uzun yıllar iktidar boşluğu meydana geldi, aktif siyaset ve diplomasi güdemedik fakat son 40 yıldır bu durum değişti.
Hafız Esad ile Suriye’de bir devlet terörü yerleşti, yani iktisadi ve teknik araçları kuvvetli olmayan bir tür totalitarizm söz konusuydu. Bunun daha çok dehşetle sağlanacağı açıktır. Diğer taraftan Suriye bizim bildiğimiz tarzda bir devlet ve vatan değil. İnsanlar Ortadoğu’daki muhtelif kiliselere, İslam dininin muhtelif mezheplerine dahildir. Suriye’nin Nusayrileri yüzde 7’yi teşkil ediyorlar. Şu farkla ki Fransızlar subay yetiştiren bir harp okulu kurdukları zaman daha çok Nusayri gençler bu okula iltifat ettiler ve zamanla Suriye ordusu içinde bu takım iktidarı ele geçirdi. Hafız Esad Hava Kuvvetleri’ndeydi. Bu alandaki başarısı üzerinde bilgim yok. Ancak iktidarı ele geçirdikten sonra son derece acımasız ve fire vermeyen bir rejim kurdu. Oğlu Beşar Esad belki iktidarla bile ilgilenmiyordu; büyük kardeşi Basil Esad’ın bir kazada ölümünden sonra cumhurbaşkanlığı sırası ona geldi. Bütün tahminlerin aksine 20 yıldır da yerinde oturuyor.
İKİ AYRI DÜNYA: HALEP VE ŞAM
Suriyeli ve Türkiyeli tabirleri bazı çok bilmiş yazarlarımız tarafından paralel olarak kullanılıyor. Şu kadarını belirteyim; iki devletin kimlik sorunlarını anlamak için bu toptancılık pek geçerli değil. Hatta Suriye ve Suriye ahalisini anlamak için diğer Arap devletlerindeki durum da yardımcı olmaz. Çünkü bu ülkede askerliğe meraklı grup başka, ticaret başkalarının elinde ve grupların arasındaki çekişmeler, elit takımın merakları dışında çok derin. Dolayısıyla tarihte Suriye devleti olmadı. Bizim imparatorluğumuzda da Haleb ve Şam iki ayrı dünyaydı. Bugün de bu takıntı devam ediyor. Manda rejiminin getirdiği Suriye’nin problemlerle devam edeceği açık.
STRATEJİMİZ İSABETLİ DEĞİL
Karşımızdaki devletin modernleşme ve siyasi patlamalar karşısında sergilediği tavır önemli. Şunu da bilmemiz lazım, Batı dünyasının da Suriye’de aksak, bazen birbiriyle çelişik ama pek de başarılı sayılmayacak bir diplomasiyle işe giriştiği gerçektir. Türkiye Ortadoğu’da istemediklerini yaptırmamaya gayret eden bir devlet ama istediklerini de yaptırabilen bir kuvvet değil. Bunu özellikle Suriye müdahalesinde gördük. Müdahale ettiğimiz topraklarda müdahale stratejisinin pek isabetli olduğunu söyleyemeyiz. En hazini de gelen mülteci kitlesi. Önhon’un kitabında bu kısmen ele alınıyor ve hayli bilgi var. Bu bölümün okunması lazım.
USTACA PORTRELER ÇİZİLMİŞ
İkinci husus ise şudur. Suriye devlet adamları arasında yapılan tahlil son derece ustaca portrelerle çizilmiş. Bir Ortadoğu Arap devletindeki yönetici tipini anlamak için bu eserin etüdü gerekir. Nihayet bulunduğu ülkenin coğrafyası ve tarihini de yeterli bir şekilde fakat başarıyla çizmiş.
Bölgede kuvvetler dengesi hem dahilde etnik gruplar hem Arap dünyasındaki süzülüşler ortadadır. Türkiye’nin Suriye’de Batı dünyasından bağımsız bir politika gütmeye çalıştığı açık ve böyle olması gerekir. Fakat bunda acaba ne kadar muvaffak oluyoruz. Hatırattan da anlaşılıyor ki gerek Avrupa Birliği ülkeleri gerek Amerika Birleşik Devletleri büyükelçileriyle her an temas kurmak zorundayız. Bu dışarıdan yansıtılan iddialarımızla pek bağdaşmıyor.
Suriye politikamızın ne olduğunu anlamak için başarı nutukları veya başarısızlık belirten tenkitler kadar arada yazılmış soğukkanlı raporlara ihtiyacımız var. Ömer Önhon’un bu kitabı hem rahat okunan hem de gerekli bilgileri veren başarılı bir metindir.
ORMAN YANGINLARI
GEÇEN hafta orman yangınları çok garip bir şekilde tabii olaylar ve iklimle açıklanamayacak kadar değişik noktalarda aniden patladı. Hükümet Sözcüsü Sayın Ömer Çelik burada terörün varlığını ima etti. Aslında bu yazıyı bir hafta kadar geciktirmemizin nedeni gelişmeleri beklemekti.
Sonuç şöyle: Galiba burada tertip hiç değilse kısmen rol oynamaktadır. Bu tertibin kaynağı üzerinde de durulabilir; çünkü deliller muhteliftir. Spekülatör ve kaçak imar faaliyetinde bulunmak isteyenler kadar terör gayesiyle bu işi yapanlar da bulunabilir, aralarında işbirliği de olabilir. Maalesef 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu hareketler 21. yüzyılda, yani iklim krizinin bütün dehşetiyle yaşandığı bu pandemi devrinde devam ediyor. İnsanlığın hakikaten eşref-i mahlukattan mı yoksa su katılmamış ahmaklardan mı oluştuğu tartışılabilir; olaylar ortada! Yakın zamanda Almanya ve Çekoslovakya arasındaki krizi hatırlıyorum. Sanayinin getirdiği kirlenme dolayısıyla ormanların ölümü bunun konusuydu. Galiba anlaşmazlık hâlâ devam ediyor.
Şurası çok açıktır; siyasi ve beşeri coğrafyanın sınırları fiziki coğrafya için söz konusu değildir. Bizim yanıp yakılmış, bozkırlaşmış ülkemizin sorunlarının çok kısa zamanda yan taraflara da etkin biçimde sıçraması kaçınılmazdır. Suyla ve ormanla oynanmaz. Bu konularda siyaset yapmaya girişen insanların ve kitlelerin kendi akıbetleri de çok feci olur. Çünkü tabiat affetmiyor!
TAKİPÇİSİ OLMALIYIZ
Bu orman yangınının derhal sert ve ani çıkan kanunlara konu edilmesi gerekiyor. Toplumumuz biraz zayıf hafızalıdır. Bu bölgelerde hiçbir sitenin, hiçbir otelin, hiçbir tesisin yapılmamasının karar altına alınması ve kesin politika olarak takip edilmesi gerekir. Çok eminim ki birtakım çok bilmişler, işi devlete götürecekler; “Yanan ormanın âlâsını da dikip bakacağız, yalnız bize bir spa tesisi kurulması için müsaade edin. Orada sular da kaynıyor gibi” mazeretler ileri sürebilirler. Veya “Üniversite kampüsü yapacağız, bağış olacak. Ama yanında şu kadarcık lüks dağ oteli” gibi istekler... Hayır! Daha da ilginci bu bölgelerde artık iskânın kontrol altına alınması gerekiyor.
Türkiye tabii kaynakları bol gözükse de artan nüfusuna göre büyük sıkıntı içindedir. Bu bakımdan tarımımızın, hayvancılığımızın, ormancılığımızın gelişmesi için önemli tedbirlerin alınması gerekiyor. Şimdilik beklediğimiz bakanlığın yangın tedbirlerini ve uçak filolarını geliştirmesidir. 20 sene evvel bu konuda iyiydik. Duraklama neden?
BAŞKA TÜRKİYE YOK
Yangınlar üzerinde teferruatlı raporun bir an evvel halka açıklanması gerekiyor. Tabii bunu tamamıyla bakanlığa bırakamayız. Çünkü bu gibi açıklamalarda bürokrasi zayıf kalıyor, yavaştır ve samimi davranmıyor. Ziraat odalarının, ormancıların, üniversite mensuplarının da bu konuda ciddi raporlar yazmaları ve ortaya koymaları gerekir. Bedeni yardım ve bağışlar, toplumsal uyanıklık ve izleme kaçınılmaz. Başka Türkiye yok. Hiçbir yer onun kadar aziz ve güzel değil.
POLİTİKACININ AĞIR GAFI
Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ’ı uzun tanırım, dostluğumuz vardır, lakin herhangi bir siyasi birlikteliğimiz de yoktur. Prof. Özdağ, Twitter üzerinden son derece makul bir soru sormuş; “Bir vakıa olan, memleketteki 5.3 milyon Suriyeli hakkında Türk milletinin fikrine başvurmalı” diyor. Böyle bir mevzuda referanduma başvurulması bile düşünülebilecekken, gayet de demokratik ve edebli bir üsluptur. Buna karşılık, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı sıfatı ile bir şahsın (Mustafa Şen), bu Suriyeli göçmen kitlesinin içinden ancak üç beş kişinin bir kendini bilmezlik ile söyleyebileceği cevaba dayanarak zikrettikleri ise en hafif tabir ile utanç verici olmalıdır. “Önce Orta Asya’dan gelenler dönsün” demeye getiriyor. Herhalde doğrudan Türk milletine yönelik böyle bir saldırının konusu da masumane bir şekilde Suriyeli göçmenler hakkında beslenen iyi niyet değildir. Bin yıllık tarihimizi densizlikle ele alıp Türk yurdunda Türk varlığını kendince tartışmaya açmak kimsenin haddine değildir.
İzansızca ve nadanca yapılan bu konuşmalar milletin hafızasına kazınmaktadır. Açıktır ki, bu düzey ve muhteva ancak memleketin kimliği ile problemi olan tutarsız bir düşünce yapısıyla ve tarih bilgisizliğiyle mümkündür. AK Parti erkânının Türk milletine karşı saygı ve sorumluluk duygusuyla, bu kendini bilmez üslup sahibi siyasetçisi için gereken işlemi yapacağına inanmak isterim.
İLBER ORTAYLI/HÜRRİYET