BUZ GRİSİ,KAR BEYAZ!

BUZ GRİSİ,KAR BEYAZ!

Yakup KIVRAK Yazdı...

BUZ GRİSİ, KAR BEYAZI

Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, Şubat 1976

(SU YANGINI BİRİNCİ ÖYKÜ)

Yaş on sekiz, elimde bavul, Sivas - Kangal minibüsü beni karlı buzlu, ıssız bir yerde indiriyor. 

“Hoca, Garacalı’ya buradan gidecaan. Hızlı yörü, yol uzun.”

“Ne kadar uzun?”

“Hızlı yörürsen yarım seete varırsın, garanlığa galırsan gurda tilkiye yem olursun, habarın olsun. Hadi eyi ağşamlar.”

Minibüs şoförünün son sözlerine kasketli yolcular keh keh keh gülüşüyorlar ve minibüs gaza basıp Kangal yolunda gözden kayboluyor. Elimdeki ağır bavulumla baş başa kalıveriyorum.

Haydaaa, bu ne demek istedi şimdi? Espri mi yaptı, yoksaaa… Ensemden aşağıya hafif bir ter akıntısı vücudumu ürpertiyor.

Kar atıştırıyor, yerler buzlu, uçsuz bucaksız görünen beyazlık... 

Öyle muhteşem bir soğuk var ki, sanırsın kuzey kutbu. Sırtımda kalın bir parka olduğundan dert değil ama bilmediğin bir yerde asfalttan ayrılıp karla kaplı bir yolda ağır bavulla yürümek… 

Yol kardan dolayı belli belirsiz, elimde ağır bavulla dizime kadar gömüle gömüle yürümeye çalışıyorum ve akşam grisi ağır ağır kar beyazının üstüne çökmeye başlıyor. On sekizime henüz yeni basmışım, ışıl ışıl Ankara’dan geliyorum. Hava iyice kararmaya başlayınca minibüs şoförünün esprisi aklıma düşüyor. 

“Hızlı yörürsen yarım seete varırsın, garanlığa galırsan gurda tilkiye yem olursun, habarın olsun.”

Ensemden aşağıya doğru birkaç damla ter sızıyor.

Yağmakta olan kardan dolayı üstüm başım, gözüm kulağım, henüz jilete alışamamış on sekiz yaş suratım bembeyaz olmaya başlayınca kendime iyice kızmaya başlıyorum.

“Ulan aptal herif, ne işin var buralarda, otursana Ankara’da sıcak sıcak, salaksın, salak. Hadi hızlı yürü de kurda tilkiye yem olma.”

Tam korkudan ve öfkeden höngürdemeye başlayacağım sırada arkadan gar gar gar bir traktör sesi... 

Yanımda duruyor.

“La sen dellendin mi, bu soğukda yörünür mü? Donacaan bin yanıma, bavulunu da şuraya goy. Nere gidiyon?”

Dudaklarım titreyerek,

“Ben öğretmenim. Karacalar diye bir köy varmış, oraya tayin ettiler.” 

“Eyi, bin yanıma.”

Yaşamımda ilk kez traktörle yolculuk yapıyorum. Yol bozuk olunca traktör çekirge gibi hoplaya zıplaya gidermiş, orada öğrenmiş oldum. 

“Sıkı dutun, düşme depe üstü.” 

Yandaki demirlere sıkı sıkı tutunmazsan tepe üstü aşağıdasın. Demirler soğuktan buz gibi, elimde eldiven yok, zor bir durum. 

Tipi artıyor.

Hoplaya zıplaya, üşüye üşüye, titreye titreye, korka korka, kar beyazlığının, buz griliğinin ve şubat soğuğunun içinde bana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen on - on beş dakikanın sonunda traktör duruyor.

“Garacalar bura. Ben Baarözüne gidiyom. Okul şura, şu köprünün üstünden geç, yörüyüver.” 

“Sağol, borcum ne?”

“De get la başımdan, ne parası! Bindiğin yerde donup gebermediğine şükür et. Mıhdar Ehmed’e selam söyle. Baarözünden Garamemed moturuynan getirdi dersin. O getirmese donup geberecaadım dersin. O getirmese yolda gurda tilkiye yem olacaadım dersin.” 

Dat daat daaat traktörünün kornasına basıyor. 

“Hadi eyi ağşamlar.”

“İyi akşamlar Memedaa, sağol.”

Gar gar gar, gaza basıp akşam karanlığındaki beyazlığın içinde gözden kayboluyor.

Yine ağır bavulumla baş başayım. Memedaa’nın gösterdiği küçük köprüye yürüyüp, üstünden geçip ilk görev yerime, Sivas’ın Ulaş nahiyesine bağlı Karacalar köyüne ilk girişimi yapıyorum. Ankara’da her yer ışıl ışıl aydınlıktı, burada elektrik yok galiba, çünkü ortalık çok karanlık.

Sene 1976, aylardan Şubat, yaş on sekiz.

 



Anahtar Kelimeler: GRİSİ BEYAZ!