"Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Yardan ayrılmışam bağrım delinir
Katip arzuhalım yaz yare böyle
Güzelim emey, birtanem emey, "
Ne yıldızlar oynaşır gökyüzünde. Ne yollar ulaşır yüce dağlara. Nice umutlar yayılır gün görmeden yarınlara. Uzaklardan beyaz güvercinler gelip, salınırlar tenhalara...
Sonra uçar gönüller toprağın bağrına. Sel olur, yâr olur, Sivas olur. Bakraç bakraç ayran olup serinletir yürekleri. Kekremsi bir çökelik olup, dağıtır açlıkları. İçli bir türkü olup, aydınlatır geceleri.
Kırılgan bir bakışta destanlar dile gelir. Deli fırtınalarda şiirler yağmalanır. Sabah yeli tımarlar gönül yaralarını...
Daha turnalar gelmeden, tenha göllere tünemeden, ürkekliklerden örülen yuvalarını kurmadan, sığırcıklar müjdelerler baharın sevdasını...
**
Ocak başlarında, yarınların düşleri karışır saman alevlerine. Bir çıngıda, okyanuslar görülür. Bir çıngıda, sefer yazılır kütüklere. Bir baş kuru soğan, bir parça ekmek, "kekremsi" bir gülümseme oluşturur yüzlerde.
Utandırılmış anlara gark olanlar, harman sonunu beklerler umutluca. Bereket, güz yaprağının salınmasıyla yüzünü gösterir. Ay on dörtler her daim. Her daim ayın on dördü beklenir sabırlıca.
**
İlmek ilmek sabır donatır bütün benliği. Yüzü ekşitmeden ağular yudumlanır usulcana. Papatyalar, düşten gerdanlık dizer boyunlara. Umut iner Kösedağ´dan, akar yavaş yavaş gönül bahçelerine:
"Kösedağ dediğin büyük manzara,
Bir yanı Suşehri bir yanı Zara,
Otur çiçekliye zülfünü tara,
Çekil duman Kösedağ`ın başından.
**
Kösedağ yüksektir Zara engini,
Yaylaya çıkarlar fakir, zengini,
O güzel çiçekler dökmez rengini,
Çekil duman Kösedağ`ın başından."
Asi bir tay kişner ovalarda. Haşin kısraklar, taylarının sesine kulak kabartırlar yeri kıskandırırcasına. Toynaklarından, bin türlü destan araklar bilgeler.
Uç uç böcekleri, divane bir salınışla dolanırlar Anadolu´nun merhamet saraylarında.
**
Uzak dağ köylerinde, çorbalar pişer tezek ateşlerinde. Bir İbrahim bereketi kaplar kerpiçten evleri. Soba da kaynayan sütler, yüreklerle mayalanıp, iner tabak tabak sofralara...
Gül yürekli analar, emekleyen yavrularının "gıdılarını" öperler ansızın. Gıdılarından öpülen çocuklar, usul usul devleşirler analarının gözlerinde.
Gön görmüş nineler, el ayak çekilende, sessiz sessiz ağlarlar sebepsiz. Beyaz tülbentlerinin uçları şahittir gözyaşlarına. Usulca silerler kederlerini. Neden ağladıkları, niçin ağladıkları bir muamma kadar bilinmez bir deryadır. Sadece ağlarlar sebepsiz. Gözyaşlarını, kimseye göstermeden ağlarlar. Kimseyle, içlerindeki hüzün ormanlarını paylaşmadan ağlarlar. Ağıtları, Anadolu kadar eskidir. Ne biçim bir yaradır yüreklerdeki ki, hemen hemen her gece, çisil çisil acıları, hasretleri, süzülüverir yanaklarından.
Öksüzlüklerine mi, garipliklerine mi ağlarlar, hiç kimse çözemez. Sadece zamanın en sükût vaktinde, el ayak çekilende, Yüce Yaratıcı örtende geceyle dağları, onların sessiz gözyaşlarının rayihası kaplar koca âlemi. Koca âlem, bir damla gözyaşıyla yıkanır her daim.
**
Güngörmüş kadınlar, alınlarındaki çentiklerin verdiği gururla, geceden hazırlarlar hamurlarını. Daha güneş doğmadan odunla, tezekle, kızartırlar topraktan tandırlarını...
Bulgur bulgur ter kokar yürekleri. Bulgur bulgur, şiir kokar emekleri. Bulgur bulgur kaynar, kanaatten örülmüş umutları. Yavrularına, sıcacık bazlamalar açarlar ansızın. "Yağlama"lar çalınarak tere yağda, efil efil gönderilir gönlün aman bilmez bozkırına...
**
Akşamın loş rayihasına, sac sobanın üstünde kaynayan küçük güğümler şahitlik eder. Tezekle tutuşan umutlar, kıtlama çaylarda zamanı yudumlar usul usul. Fokur fokur kaynayan sulardan, oyunlar kurar masum çocuklar. Bilemezler, ateşle suyun saatlerce süren söyleşmelerini. Su ile ateşin vefa atışmasını, bir tek gönlü açık yaşlılar çözebilirler sebepsiz.
**
Gece inende kıraç dağlara, yer yatakları bir biri ardına seriliverir ansızın. Sobanın saatler süren canhıraş seyri âlemi, tenha tenha dinginlenir sükût vaktinde. Güngörmüş yaşlı nineler, "bir of çekip karşı ki dağları" delmeden az önce, yavrularını toplayarak dizlerinin dibine, bir bir anlatırlar masal zamanlarını. Yedi Kardeş, Keloğlan, Bay Böyrek, Dev derken, usulca Mihrali Bey´e varır söylenecek son sözler. Adı bilinmeyen Yemen´dir gecenin konuğu. Yemen´dir gerçeğin masallaşması.
"Ben gidiyom Rüştü Bey`im ağlama
Köz koyup da ciğerimi dağlama
Alay gitti beni burda eğleme
Yemen`e de benim ağam Yemen`e
Erdi m`ola Mihrali Bey Yemen`e
Kurdu m`ola çadırları çimene
Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne
Oğul dert benim değil mi vallah kime ne"
**
Celaloğlan´da geri durmaz Sivas´ın yitik zamanlarında. Söz her daim dolanır gelir Celal´in vefasına. Zalim ayrılık kadar olmasa da, ölüme de sitemlenir şehrin yarenleri. Bayırın aman vermeyen dumanından, Celal´le koyulaşır sohbetin rayihası:
"Evlerinin önü yonca Yonca kalkmış dam boyunca Bu yoncayı kim biçecek Celal Oğlan olmayınca Celal oy oy, yavrum oy oy.**
"Muhannete" muhtaç olmamak için gurbeti sırtlanan Celal, hep anlatılır bozkırın çocuklarına. Hasretle yola koyulan umutlar gibi, bir biri ardı sıra iner gözyaşları. Celal´dir işte hep anımsanan. Hep anlatılır, hep söylenir zamansız ve mekânsız...
**
Kar inende bir gelin gibi Tecer´in nazlı bağrına, pıt pıt pıtılar yürekler. Geçim sıkıntısının el vermediği hayaller, kanaatle sarılır ve uzun bir beklemede sonlanır umutlar. Güzden öğütülen "kavutlar" gecenin bir yarısında rahatlatır hazirûnu.. "El el epenek" le devam eder akşamın loş seyri âlemi. Öte sokaklarda uluyan köpeklere takılır dalgın yürekler. Ölgün ışıklar, insanın içini bir hoş edercesine, sessiz bir hüznü dillendirir adeta...
**
"Ektim biçtim üç kabak" tekerlemenin en doruk ve zor anlarını yaşatır bir cümle çocuğa...Ekilip de biçilmeyen bir umut mudur, hasret midir, yoksa sevda mıdır hiç bilinmez "ağız dil vermeyen insanlarda"Bir tek, hiç kimsenin aşikar etmediği, sırlı bakışlar kalır geceden sabaha. Hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği anlar, donuklaşır küçük küçük karelerde.
Kekremsi zamanlar, usul usul tımarlanır gönlün girdap heyulasında.Ve bir "anı" sonsuza değin uzatabilmenin sevdasına dalar çatlamış yürekler.
**
Sivas işte! Tarihin turnalarla bize emanet ettiği giz bildirisi."Utandırılmış zamanların" söylenememiş yarınların, bir bir söylendiği zaman haritası...
Sivas işte, bir türlü kopamadığımız, içine dalıp çıkamadığımız gizem sarayı.Hasretine yandığımız ve her yanışta yeniden ayıldığımız gönül ocağı...
Sivas işte, yitik bir düşle arandığımız, aranıp ta bulunamadığımız sessiz sevdalık bilmecesi. Sivas işte, koyup gitmeye, yitip bitmeye dayanamadığımız hasret sarayı!..
OSMAN ÇELİK