ÇON KOKULU SINIF
(Sevgili Meslek Öğretmenim Âdil Darıcı Anısına, Doç. Dr. Yakup Kıvrak)
Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, Şubat 1976
Aşırı demli çayın tüketimi müthiş.
Ve sarma sigara. Konik biçimde, kalınca sarılıyor. O kadar ustaca yapıyorlar ki şaşırıyorum.
“Bunu öğrenmeliyim.”
Herkes gidince aynı odada yer yatağı seriliyor tertemiz. Yalnız kalmayayım diye Seferaa’nın büyük oğlu Tahsin için de ayrı bir yer yatağı seriliyor.
Çok yorgunum, çok da çocuğum daha. Yaş on sekiz, yastığa beş kala uyuyorum.
Ertesi sabah çay, peynir, yumurta, tereyağı, sıcak lavaş ve güzel bir kahvaltı sonrası okul…
Daha okulun dış kapısını açar açmaz o güzelim koku.
Yıllar boyu sevdim bu kokuyu ben. Ona kısaca “ÇON kokusu” derim hep. Öyle her yerde her ortamda açılımı tam telaffuz edilemez. Haydi, bir defalık yazayım, görmemiş olun. ÇON kokusu “çiş, osuruk, nefes kokusunun” kısaltmasıdır.
Onlarca ilkokul öğrencisinin bir arada olduğu sınıflarda ortaya çıkar. Çankaya İlkokulunun şık, temiz, pırıl pırıl sınıflarında da vardır, şehir varoşlarının, köylerin kasabaların ilkokullarında da. Şehir okullarında altıncı sınıflardan itibaren bu kokuya deodorant ve parfüm kokuları da eşlik etmeye başlayınca biraz daha ağırlaşır.
Burada da var, diğerlerinden daha keskince ve aynı koku. Bu kokuyu sevmezseniz öğretmenlik yapamazsınız. Sınıflardan taşar, okul koridorlarına yayılır, okul bahçesinde bile duyumsarsınız. Öğretmenliğin vazgeçilmezidir.
İçeride iki derslikle bir müdür odası var. Dersliklerden biri boş, diğerinde yedi - on iki yaş arası kırk, elli öğrenci ve Âdil öğretmen. Dışarısı çok soğuk, sınıfın ortasında gürül gürül tezek sobası yanıyor.
Her öğrenci, her gün iki tezek getirmek zorunda.
Tezek, kalorisi yüksek bir yakacak. Hayvan gübresinden sıkıştırılarak yapılıyor. Koyununki ineğinkine göre çok daha yüksek kalorili olduğundan onu tavsiye ediyorlar. Daha sonra lojmanımdaki sobam için daha pahalı olan koyun tezeği, “kerme” satın alacağım.
Çocuklar merakla beni süzüyor, izliyor ve gözlüyorlar. Hemen yayıldı zaten köye, “Yeni örtmen gelmiş.”
Büyük sınıflarda olanlar yanaşıp “Hoş geldin örtmenim,” diyor. Küçük sınıftakiler ve kızlar çekingen, gelemiyorlar yanıma. Seferaa’nın çocukları Mükremin, Selma ve Selahattin ile akşamdan tanıştığım için onlar daha rahatlar, yanıma geliyorlar, sohbet ediyoruz.
O günümü Âdil öğretmenle birlikte okulda geçiriyorum. Çocukları tanımaya, isimlerini öğrenmeye çalışıyorum. Çok yaramazlar, bazıları Âdil öğretmenden ara sıra tokat yiyor.
Okulda bize birleştirilmiş sınıfın ne olduğu öğretilmişti ama birler, ikiler, üçler bir arada; dörtler, beşler bir arada diye anlatılmıştı. Burada hepsi bir arada, çünkü okulda tek öğretmen var.
Âdil öğretmen paydosa bir ders kala beni çocuklarla baş başa bırakıp çıkıyor.
“Öğretmeninizi üzmeyin çocuklar, bundan sonra derslerinize Yakup öğretmen gelecek.”
“Peki örtmenim,” diye bağırışıyorlar.
İlk dersim olacak burada, ne yapayım, ne yapayım?
Haydi bir şarkı öğret bunlara. Müzik en iyi iletişim, yakınlık ve sıcaklık kurma yolu. Ders boyu Saip Egüz öğretmenimin “Halay” şarkısını öğretiyorum. Ders sonunda bir gruba şarkıyı söyletip diğer bir gruba halay çektiriyorum. Ve oynadıkları halaya inanamıyorum. Düğünlerde öğrenirlermiş, çok güzel oynuyorlar.
Sonraki yıllarda katıldığım düğünlerde bana da öğrettiler, her düğünde halaya kalkar oldum.
Paydos saatinde Âdil öğretmen geliyor, çocuklara kısa bir veda konuşması yapıyor. Bazı çocuklar ağlıyor, çoğu kız. Bir tanesi hıçkırmaya başlayıp dışarı kaçınca ben de çıkıyorum yavaşça.
Çocukları evlerine gönderdikten sonra Âdil öğretmenle küçük müdür odasına geçiyoruz. Devir teslim işlemlerini yapacağız ve okulun müstahdemliği, öğretmenliği, müdürlüğü hepsi birden bana devrolacak. Evrakın altına imzamı atıyorum.
Teslim Alan: Yakup Kıvrak, Karacalar Köyü İlkokulu Müdürü.
Yaş on sekiz, okul müdürü. Çok tuhafıma gidiyor bu durum.
Ertesi gün öğretmen Âdil Darıcı eşyasını bir traktör römorkuna yükleyip köylülerle ve benimle vedalaşıp gidiyor.
Lojman boşaldı, artık bana ait ama orada kalma şansım yok. Bavulum ve içindeki bir iki giysi, havlu, don, gömlek dışında hiçbir şeyim yok çünkü. İlk maaşa da bir hafta var, mecburen bir hafta Muhtar Ahmet’in odasında konuk oluyorum.
Okula ziyaretime gelen köyün imamıyla da tanışıyoruz, adı Bahattin. Çok ilginç bir insan imam Bahattin. Benim bildiğim imam dediğin sakallı olur, bu sakalsız. Her sabah sinekkaydı tıraşını olur.
Sağ gözü hani, “pörtlemiş” derler ya, öyle bakıyor. Bu nedenle lâkâbı “Kör İmam”.
Seferaa ise ona “Pörtlek Hoca” demeyi tercih ediyor. Onunla da güzel dostluğumuz oldu iki buçuk yıl boyu.
Bahattin imamın ardında günde beş vakit, artı Cuma, artı Teravih, artı Bayram namazlarında hiç aksatmadan saf tutan Seferaa nedense pek hoşlaşmaz ondan, konusu geçerse “La sektiret şu pörtlek gözlüyü,” der.
Sebebini bir süre sonra anladım. Meğer rahmetli Bahattin imam CHP’ye oy verirmiş, solcuymuş yâni.
Rahmetli can dostum Seferaa ise sıkı MHP’liydi.