DEHANIN ÖLÜMCÜL TRAJEDİSİ

DEHANIN ÖLÜMCÜL TRAJEDİSİ

OLCAYTO ŞAHİN Yazdı...

DEHANIN ÖLÜMCÜL TRAJEDİSİ !!!!!!!

Ta çocukluk çağlarımdan bu yana, dünya tarihine geçmiş bilim adamı, politikacı, felsefeci, yazar, müzisyen vs. biyografilerini okumaya ve bunlar üzerinde düşünmeye bayılırım. Bütün bu okumalarımdan çıkarttığım sonuç hep şu olmuştur: “Deha= trajedi” !!!!!!. Olağanüstü zihinsel güce sahip ve dünya tarihinde her alanda büyük ve dönüştürücü ilerlemeler sağlayan kişiler içinde, normal !!!! kabul edilen standardlarda yaşayıp hayatını mutlu bir şekilde sonlandıranı hemen hemen yok gibidir!!!! (Ben okumalarımda görmedim şimdiye kadar!!!!)

Bütün hayatı büyük trajediler içinde geçen ve sonunda intihar eden Van Gogh’un yaşarken birkaçı dışında ( o da çok ucuz fiyatlara….) hiçbir tablosu satılmamıştı. Günümüzde, tablolarına paha biçilemiyor!!!!!!

26 Yaşındayken profesör unvanı alan Nietzsche’nin yaşamı, akıl hastanesinde on yıl boyunca delilik krizleri sonrasında kafasını duvarlara vurarak sona erer.

13-14 yaşındayken İngilizlerin dünyaca ünlü üniversitesi Oxford’da ders veren, dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanı William Sidis’in yaşamı, günlüğü bir-kaç dolara katiplik yaptığı bir otel odasında yapayalnız sona erer !!!!!!

Çağının çok ötesinde buluşlara ve düşüncelere sahip dünya tarihinin en büyük mühendislerinden Sırp asıllı ABD’li Nicola Tesla’nın yaşamı, borç-harç içerisinde yalnız başına bir otel odasında sona erer.

Hiç abartmasız değişik alanlarda bunlara benzer yüzlerce örnek verebilirim !!!!! Çok çarpıcı bulduğum bizden bir örnek:

1900 yılında Urfa’da doğan Tahir Oturan (çok bilinen adıyla “Mukim Tahir”), Nevai Aşireti’nin Büyükhatipoğlu sülalesine mensuptur. Mukim Tahir, küçük yaşlarından itibaren müziğe merak sarar, birçok yerel müzik hocasından ders alarak kendisini bu alanda yetiştirme imkanına kavuşur. Sıra gecelerinde usta-çırak geleneği içinde Urfa makam usullerini iyice öğrenir. Sesinin çok güzel olmasından ve mahalli ağzı çok iyi kullanabilmesinden dolayı, henüz delikanlılık yaşlarından itibaren Urfa ve çevresinde büyük ün yapar.

Urfa müzik meclislerinde, halk ve sanat müziklerine ait şarkı, türkü, ilahi, gazel ve hoyratlar, “geleneksel makam seyri” içinde icra edilirdi. Mukim Tahir, sürekli hazır bulunduğu bu müzik meclislerinde sabahlara kadar okurdu. Çok mükemmel bir musiki kulağına sahipti.

Mukim Tahir’in çocukluk ve gençlik yılları bolluk ve zenginlik içinde geçer. Tahir Oturan, ilk evliliğini Fatma Hanım’la yapar. Fatma Hanım’ın ölümü üzerine, ikinci evliliğini Zeliha Hanım’la gerçekleştirir. Fıkralar, hikayeler anlatarak sohbetini, konuşmalarını süsleyen hoşsohbet ve gayet hürmetkar bir insandır.

Mukim Tahir’in mutluluk, bolluk ve rahatlık içerisinde geçen hayatının seyri, trajik bir olayla tamamen değişir: Bir arkadaşıyla birlikte, arazi anlaşmazlığı yüzünden amcasını öldürür. Bu trajik olay üzerine, kendisine 101, arkadaşına 24 yıl hapis cezası verilir. Çevresinde çok sevilen, sayılan, nazik ve sanatçı ruhlu bir kimse olarak bilinen Mukim Tahir’in cinayeti işlediğine kimse inanmak istemez. Urfa cezaevinde hapis yatar. Cumhuriyet’in onuncu yıl affından yararlanarak hapisten çıkar.

Yaşadığı bu talihsiz olaylar sonrasında hanımı verem olur. Hanımının verem hastalığından ölümü Mukim Tahir’i yıkar. Hanımıyla yeterince ilgilenmediği için

kahrolur, fakat iş işten geçmiştir. Hanımının yatağında inlerken söylediği sözler Tahir’e çok tesir eder ve duygulandırır. Ve dilinden “Kapıyı çalan kimdir/aç bakım gelen kimdir/yaram derine düştü/belki gelen hekimdir” türküsünün ezgileri dökülmeye başlar. İşte çok meşhur “kapuyu çalan kimdir?” türküsünün öyküsü böyledir.

Hanımının bu trajik ölümünün ardından, yaşantısı bozulur, sefahata dalar. Elinde olan araziyi ve mülkleri peş peşe satarak harcamaya başlar. Çok geçmeden mal varlığını kaybeder, alkolün pençesine düşer. O artık, yalnız ve yoksul bir adamdır. Yapabileceği doğru düzgün bir mesleğe sahip olmadığı için çok perişan bir hale düşer. Bir süre hamamcılık ve fırıncılık yapar. Urfa’daki çeşitli gazinolarda bir süre hem okuyuculuk yapar, hem de bağlama ve darbuka çalar.

1938 Yılında Urfa Türkülerini derlemek için buraya gelen Muzaffer Sarısözen, “Çarşıda nişe, Havayi deli gönül, Abdo’nun mezarı, bu pınar eşme pınar” gibi ezgileri Mukim Tahir’den derler ve kayda alır.1940 Yılında İstanbul’a giderek ilk plağını “Sahibinin Sesi Plak”a yapar. Yapımcılar bu plağı çok beğendiklerinden Tahir’e iki plak daha yaptırırlar. Bu plaklara ise, “Ayağında kundura, Kapıyı çalan kimdir, Kırmızı kurdele” türküleri ile, “yaram sızlar” hoyratını okur.

1943 Yılında Ankara Radyo’sunda bir konser verir. 1944 Yılında otuz kişilik bir ekiple Türkiye turuna çıkarak konserler verir. Eserleriyle, bağlama çalmasıyla, sesiyle ve okuma tavrıyla bir ekol olan Mukim Tahir’e sahip çıkılmamış, ölümsüz eserler ortaya çıkaran büyük bir sanatçının yoksulluk içinde yok olmasına seyirci kalınmıştır. Bu nedenle Mukim Tahir, Urfa’ya kırılmış, küsmüş, bir daha geri dönmemek üzere Urfa’dan ayrılmış ve gerçekten de bir daha geri dönmemiştir.

1945 Yılında çalışmak üzere Zonguldak’ın Yenice ilçesine gider. Mukim Tahir’in Yenice’deki bu sıkıntılı günlerine şahit olan bir arkadaşı o günleri ve üstadın vefatını şöyle anlatmaktadır:

“Biz Zonguldak’ın Yenice İlçesinin Cebeci mevkiinde bulunan bir köyde tren yolu işinde çalışmaya gittik. Mukim Tahir’de bizden iki üç gün sonra oraya çalışmak üzere sazıyla birlikte geldi. Memleketten ayrılmanın hasretinden olsa gerek çok dalgın ve düşünceliydi. Hasta ve bitkin bir vaziyetteydi ve geldiğinin üçüncü günü çok rahatsızlandı. Yerimiz ilçeye yaya olarak bir saat mesafedeydi. İlaç almak üzere ilçeye gitmeye hazırlanırken vefat etti. Cenazeyle ilgili gerekli hazırlıkları yaptık, defnetmek üzere yakınımızda bulunan köyün mezarlığına götürdük. Mezarlık yeri, zemini yumuşak toprak olan tepelik bir yerdi. Toprağı kazdık ama sert bir zemin bulamadık ve açtığımız çukura gömdük, etrafına bir iki tahta koyduk. Yağmur yağıyordu ve toprak akınca tahtalar yıkıldı. Öylece üzerini kapattık. Çok üzüldük, memleketin en meşhur ve en zengin insanını, memleketinden yüzlerce kilometre uzak bir köyde, mezar bile olmayan bir çukura gömdük. Öldüğünde cebinden on para çıkan Mukim Tahir’in bu şekilde ölümüne çok üzüldük, moralimiz bozuldu, biz de dayanamayıp birkaç gün sonra Urfa’ya döndük.”

“Hüsnün Senin Ey Dilber-i Nadide Kamer Mi?” gazeli, “Elleri Pamuk”, “Ayağında Kundura”, “Kapıyı Çalan Kimdir?”, “Kırmızı Kurdele” türküleri ile “Yaram Sızlar” gibi daha onlarca türkünün söz ve bestesi gibi çok sayıdaki Urfa türkülerinin bestekârı , müzik dâhisi “Mukim Tahir”in trajediler içinde geçen yaşamı, yine çok trajik bir sonla 1946 yılında böylece sonlanır. Mezar yeri bile bilinmemektedir!!!

İbrahim Tatlıses, ününü büyük oranda 1970’li yılların sonlarında Mukim Tahir’in bestelediği türkülere ve özellikle “Ayağında Kundura” parçasına borçluydu!! Ne demek lazım: “Dehanın ölümcül Trajedisi !!!!!!

 

Kaynak: (Mukim) Tahir Oturan’a ait bilgilerin bir kısmı ( “Mukim Tahir ve Zonguldak” https://www.halkinsesi.com.tr/mukim-tahir-ve-zonguldak- Zonguldak Nostalji Yüksel Yıldırım) dan yapılmıştır.



Anahtar Kelimeler: DEHANIN ÖLÜMCÜL TRAJEDİSİ
Suat Türkay
6.02.2024 21:00:31
Zekâ ve yetenek insanın başına cidden bela oluyor....Özellikle dahilik derecesinde zeki insanlar ..Bir örnek te benden ..Lev Nikolayeviç Tolstoy.. Lüks içinde, büyük paralarla yaşayan Tolstoy hayatta olduğu süre boyunca, köylü ve çiftçiler gibi yaşamak istedi. Lüksü reddeden, basit giyinmeyi tercih eden, gösterişsiz bir hayat sürdürmek isteyen Tolstoy, eşi Sophia'nın lükse merakı nedeniyle bu isteklerini yerine getiremedi. ..Aradığı huzuru, ölürken buldu. Bir çok insanın okuduğu, etkilendiği yazar Lev Tolstoy, 20 Kasım 1910’da bir tren istasyonunda hayata gözlerini yumdu.

Suat Türkay
6.02.2024 21:08:25
bir diğer örnek ise bizden...Vecihi Hürkuş .. 1917 yılında kafkas cephesinde bir rus uçağını düşürerek "düşman uçağı düşüren ilk Türk pilotu ünvanını aldı ..Gerek askeri gerekse sivil bir çok faaliyetinde orijinal projele ve başarılara imza attı.....Balkan harbi ile başlayan savaş yılları Birinci dünya savaşı ve istiklal harbi ile devam etti...Hayatının son yıllarını büyük maddi sıkıntılar içerisinde geçiren Hürkuş, 16 Temmuz 1969'da, geçirdiği beyin kanaması sonucu kaldırıldığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastahanesi'nde hayatını kaybetti.

BAHATTİN GÜLEZ
7.02.2024 09:45:21
Değerli Üstad; kıymetli araştırmalarınızla unutulmaya yüz tutmuş değerleri gün yüzüne çıkarıyorsunuz. Çok teşekkür ederim.

Murat ŞAHİN
9.02.2024 10:50:19
Günümüz toplumu maalesef sanat, bilim, felsefe, sosyoloji ve teknik konulara meraklı da değil, sevmiyor da!! Gündelik yaşıyor! Dizi filmler, eğlence peşinde olan, hiçbir şeyi analiz edip sorgulamayan, şahsi menfaatlerini düşünen insan profili, ülke menfaatlerini çok da ön plana almayan tam bir tüketim toplumu!! Bu profildeki tüketen bir toplum, maalesef üreten insanlara sahip çıkmaz!! Atatürk ne demişti: Çalışmadan, üretmeden , rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce onurlarını, sonra özgürlüklerini, daha sonra bağımsızlıklarını ve geleceklerini kaybederler!!