DELİ LA BU ÖRTMEN
Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, 1977
Okuyacağınız bu hikâyemdeki tüm anlattıklarım, tüm kişiler, tüm mekânlar, diğer hikâyelerimde olduğu gibi, tekmili birden gerçektir. Varsa inanmayan, gider Ulaş / Karacalar köyündeki sevgili dostum ‘doksanlık delikanlı’ Garpız Memed’i (Mehmet Yıldız) bulur ve sorar. :) Evi okulun Garabayır’a doğru otuz – kırk metre kadar üstündedir. Eşi Sultan ablama da selamlarımı söyleyin, ikisi de sağ ve sâlim. Beni hatırlayacaklardır.
***
DELİ LA BU ÖRTMEN
(“Su Yangını” On Üçüncü Hikâye)
Karacalar’a on kilometre mesafedeki Ulaş’ta çok güzel bir devlet üretme çiftliği var, Ulaş’tan Kangal’a doğru giderken sağınıza bakarsanız görürsünüz. Çiftliğin bakımlı bir okulu, bakımlı bakımlı öğretmenleri var. Öğrenciler de bakımlı bakımlı, memur çocukları, “şeherli” yâni, her şeyiyle bizden farklı bir okul.
Bir gün iki öğretmen beni ziyarete geliyor, bir kadın bir erkek. Kadın, Ulaş Çiftlik İlkokulunun müdürüymüş, erkek olan da okulun müdür yardımcısı.
Lojmanda demleyip, müdür odamda çay ikram ediyorum. Hoş beş sohbetin ardından konuya giriyorlar.
23 Nisan haftası için Ulaş’daki üç okul ortaklaşa bir etkinlik planlıyorlarmış. Civar köylerden dileyen okullar da katılsın istiyorlarmış. Şiir, türkü, şarkı, halk oyunu ne varsa, katılmak istermiymişim.
Şöyle bir gözlerimi tavana dikip düşünüyorum. 23 Nisan’a bir buçuk ay var.
“Olur katılırız,” diyorum.
“Şiir mi yaparsınız, piyes gibi bir şey mi? Etkinlik programına ne yazalım?”
“Karacalar Köyü İlkokulu Koro ve Orkestrası diye yazın.”
İkisinin de gözleri yerinden oynuyor.
“Koronuz, orkestranız mı var sizin?”
“Şu an yok da, yaparız bir şeyler, siz öyle yazın.”
“Peki, haberleşiriz,” deyip vedalaşıyorlar.
* * *
Ömeraa’nın küçük kardeşi Ayhan Ünal beşinci sınıfta. İyi traktör sürer, bir de hârika türkü söyler.
Ömeraa genç, ufak tefek, zayıf ama çok yakışıklı bir adam. Ufak tefek yapısı yüzünden gıyabında ondan bahsederken “Ömeraa” demezler.
Onun adı, Seferaa’nın taktığı şekliyle “Gırk Kilo Ömer”dir.
Ayhan’ın Aman Eşref türküsünü öyle bir söyleyişi var, sanırsın radyo sanatçısı. Böyle sesi, kulağı iyi olup öğrettiğim okul şarkılarını, türküleri pek güzel söyleyen çocuklarım var.
Müzik derslerimiz keyifli geçiyor. Daha önce müzik dersi diye bir şey görmemişler. “Müzik” kelimesini bilmiyorlar. Bir yıl sonra epeyce yol katettik. Kanon bile söylettim çocuklara; başta kötüydü, kanonlarda şaşırmamak için kulaklarını tıkayıp öyle söylüyorlardı. Şimdi koromuz daha iyi, daha temiz söyler oldu.
Muammer Sun öğretmenimin “Yedi Cüce” kanonunu pek güzel ve severek söylüyorlar.
Biz tam yedi cüceyiz, on dört kollu bir deviz. Var mı bize yan bakan hey, yan bakan hey, yan bakan.
Bir de “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı güzel söylüyorlar. Hep gitarla eşlik ediyorum çocuklara söyletirken.
Ah bir de mandolinim olsa çok daha iyi sonuçlar alacağım ama gitar da idare ediyor. Ankara’ya bir gidişimde kendime bir mandolin alayım bâri. Bir tane daha güzel okul şarkısı seçersem dört eserle Ulaş Çiftlik İlkokulunun mini 23 Nisan Şenliğine katılabiliriz.
Yine Muammer Sun öğretmenimin “Tembel Türküsü”nü seçiyorum. Bunları müzik kulakları ve sesleri iyi olanlardan oluşturduğum yirmi beş - otuz kişilik bir gruba ayrı çalıştırıyorum. Paydos saatinde gitmeyip kalıyorlar, öyle çalışıyoruz.
Yakın köylerden Yapalı’nın benim gibi yalnız öğretmeni güzel bağlama çalıyor, iyi bir bağlaması da var.
Yapalı çok yakın bize, yürüyerek yarım saat kadar. Bir gün haber gönderip rica ediyorum, bağlamasıyla geliyor. “Aman Eşref” türküsü’nü Ömeraa’nın kardeşi Ayhan’a bağlama eşli-ğinde söyletiyorum ve ben de gitarla eşlik ediyorum, hiç fena olmuyor. Türkünün nakarat bölümlerini koroya öğretmem gerekecek. Öğretmene ayran ikram edip teşekkür ediyoruz, gidiyor.
Koromuz iyi gidiyor da henüz orkestramız yok ortada.
Yapalı’nın öğretmeni bağlama, ben gitar, aaa bir dakika!
Baharözü’nün, hani şu iki bekâr kız öğretmeninden birinin mandolini vardı. Herhalde bizi kırmaz.
İş kaldı vurmalı çalgılarımıza. Muhtar Ahmet Kanmış’a rica edip Sivas’tan bir küçük köy davulu aldırıyorum. Birkaç tane de imâlât, tahta çubuklar, üçe bükülmüş bir demir, evlerden tahta kaşık. Beş öğrencim vurmalı çalgılar grubunu oluşturuyor.
Böylece orkestramız tamamlandı, iş çalışmaya kaldı.
Biz tüm bunlarla uğraşırken komşular meraktan çatlayacak, biri gidiyor, biri geliyor.
Okul duvarının dışına dinelmişler, iki elleri arkalarında, açık sınıf penceresinden bana da duyura duyura, “Bizim hoca dellendi heralım,” diyor Garpız Memed, Seferaa’ya.
Memedaa’nın yüzü yusyuvarlak ve kırmızımsı olduğundan lâkâbı “Garpız Memet” idi.
Köydeki lâkapların menşei çoğunlukla Seferaa olduğundan muhtemelen bu lâkap da onun eseri. Ama gözlerinde hiçbir sorun olmamasına rağmen Seferaa’ya neden “Kör Sefer” dediklerini bir türlü anlayamamıştım ve ona bu lâkâbı kimin taktığı da meçhuldu.
“La dellense nolur dellenmese nolur, zâti aklı başında deel ki. Aklı fikri Baarözünün gız ooretmeninde. Şunnarı everek de gurtulak Garpız.”
Keh keh keh gülüşüyorlar. Ben de duyup pencereden bağırıyorum gülerek.
“Dellendim, dellendim. Hadi gidin isteyin kızı bana.”
Çocuklar kıkır kıkır camın önüne doluşup sağ ellerinin işaret parmaklarını camdan dışarı sallaya sallaya Muammer Sun öğretmenimin Tembel Türküsü’nü söylüyorlar.
“Tembeel, tembeel tembeel oooy tembeel oy.”
Minârenin şerefesinden imam Bahattin’in ikindi ezanının nağmesi geliyor:
“Allaaahü ekber Allaaaahü ekbeeer, Yaaagup hocaaaa seeeen de geeel, hayyaaaleeh selaaah hayyallel felaaaah... Yaagup hocaaaaaa, ebdeeeesini aaaal seeeeen de geeeel, Allaaahü ekber Allaaaahü ekbeeer, lâaa ilahe illallaaaaah”
Rahmetli dostum Bahattin İmam o gün bu ikindi ezanını aynen böyle okumuştu, Allah rahmet eylesin.
Hoparlörsüz, doğal insan sesi…
Hatırlayanlar bilir, ne kadar güzeldi bu hoparlörsüz ezanlar.
***
“La Garpız, yörü namazı gaçıracaaz, yörü gidek.”
“Sen get Seferaa, ben bunnarı diğneyecaam.”
Bir çalışmamızda dostum Bahattin İmam okulu ziyaret edip çalışmamızı ilgiyle izliyor. Aman Eşref türküsünde bize katılıyor katılmasına da makâmı pek tutturamıyor.
Şenliğe katılmamıza bir hafta kala programımız hazır.
Muammer Sun’un “Yedi Cüce” kanonu eşliksiz seslendirilecek. “Uzun İnce Bir Yoldayım” küçük orkestramızın eşliği ile daha da güzel oldu, “Tembel Türküsü” de öyle.
Programımızın en gösterişli eseri olan “Aman Eşref”i en sona koyuyorum. Başta Yapalı’nın öğretmeni bağlamayla bir uzun hava çalıyor, türküye öyle başlıyoruz.
Gırk Kilo Ömer’in kardeşi Ayhan’ın solosu, nakaratlarda giren koro ve minik orkestramız eşliğinde öyle bir oluyor ki kalk git Uluslararası Viyana Festivalinde dinlet.
Orkestramıza mandolinle katılan Baharözü’nün öğretmeni hem çalışıyla hem de güzelliğiyle göz dolduruyor, benim de yüreğimi attırıyor.
Nereden haberleri olur bilmem, prova saatine çeyrek kala köyün delikanlıları okulu gözetleyebilecek pozisyonda yakınlardalar. Kızcaazın her gelişinde Seferaa ters ters bakar bana.
“Bak bunnarı getiriyon Garacalı’ya, milleti günaa sokuyon habarın olsun!”
Konserimize birkaç gün kala ekipte heyecan dorukta.
“İşallah şaşırtmayız örtmenim.”
“Şaşırmazsınız, şaşırmazsınız.”
“Ama Yedi Cüce’de ötekilee girince hep gafam garışıyo şaşırtıyom örtmenim.”
“Dikkat edersen kafan karışmaz Gülbeyaz.”
“Gözel olacağ mı örtmenim?”
“Olacak Ayhan’ım olacaaak, merak etme.”
“Bitince elleeni çırpcekler deel mi örtmenim?”
“Söyledim ya Memduh, ellerini çırptıklarında biz de hep beraber selamlayacağız onları, çalıştığımız gibi.”
“Hep barabar selamlayacaaz örtmenim.”
Konser günü Garadayı traktörünün römorkunu takıyor, çocuklarla doluşuyoruz römorka. Seferaa, Garpız Memed durur mu, onlar da araya sıkışıyor. İmam Bahattin’le beş on komşu daha, Cingöz Sadettin’in traktörüyle gelecekler.
İmam sinekkaydı tıraşını olmuş, sarı kareli kırmızı gömleğine Almancı komşulardan birinin hediye ettiği mavili beyazlı bir kıravat takıp öyle gelmiş, ayakkabılarını da bir güzel boyamış.
Yapalı’nın öğretmeni ile Baharözü’nün öğretmenini Baharözü’nün okul müdürü Anadol marka arabasıyla getirecek. Mandolinci kız öğretmen yine yüreğimizi attıracak, dar giymese bari.
Ulaş Devlet Üretme Çiftliği çok güzel bir yer. Yemyeşil ağaçlar, temiz, bakımlı. Montofon inekleri çok gösterişli, burada üretiliyorlar.
Cümbür cemaat Çiftlik İlkokulu’na ulaşıyoruz. Şenliğe katılan dört okul var. Bizden başka katılan köy okulu yok.
En başta tembihlediğim gibi yazmışlar etkinlik programına:
Karacalar Köyü İlkokulu Koro ve Orkestrası. Program: Muammer Sun - Yedi Cüce, Muammer Sun - Tembel Türküsü, Âşık Veysel - Uzun İnce Bir Yoldayım, Türkü - Aman Eşref Canım Eşref, Solist: Ayhan Ünal
Okulların gösterileri başlıyor. Kimi toplu şiir hazırlamış, kimi küçük bir piyes. Bir okul çok güzel bir halk oyunu gösterisi sunuyor, Sivas Halayı oynuyorlar.
Sıra bize gelince, cızırtılı mikrofondan anons ediliyoruz, “Karacalar Köyü İlkokulu Koro ve Orkestrası”
İzleyenler şaşkın şaşkın bakıyorlar. Hiç beklemedikleri bir şey, Karacalar köyünden bir koro ve orkestra.
Güneş yanığı yüzler, limon suyu sürülüp taranmış saçlar, her ne kadar özene bezene giyinseler de, ya yırtık lastik pabucundan, ya da özenle yamanmış pantolonundan “ben sizden farklı bir çevreden geliyorum”u gizleyemeyen çocuklar topluluğu. Her parçadan sonra coşkuyla alkışlıyorlar.
Programın sonundaki “Aman Eşref”ten sonra bir alkış, bir alkış... Ömeraa’nın kardeşi Ayhan da tam döktürdü yâni, yanık yanık.
Kalabalık salonu, çalıştırıp öğrettiğim gibi selamlıyoruz. Konserimizi izlemeye gelen beş on komşu ile İmam Bahattin alkış nedir orada görüp öğreniyorlar, çocuklarına bolca el çırpıyorlar. Sonunda diğer okulların öğretmenleri ile çoğu memur olan izleyenlerin coşkulu tebriklerini kabul ediyoruz. Bize ayran ikram ediliyor, çiftlikte üretilen montofon ineklerin sütünden yapılmış, nefis.
Vedalaşıp traktörün römorkuna doluşuyoruz. Çocuklar o kadar coşkulu ki, doyamamışlar, buz gibi soğuk havada yol boyu konserdeki şarkılarımızı bir daha, bir daha söylüyorlar.
(Rahmetli) Seferaa sıkış tepiş römorkta hoplaya zıplaya giderken Garpız Memed’e “La deli la bu ortmen deli la… Şu goduğumun Garacalısında bi dene eğsiğimiz deliyidi o da oldu Allaama şükürler olsun,” diyor gülerek.
Bunları söylerken gözleri öyle sevgi dolu ki Seferaa’nın, ben de göğsüne bir sevgi yumruğu oturtuyorum.
Garpız Memed oralı değil, traktörün römorkunda Aman Eşref türküsünü bağıra bağıra söylerken kafasını sallayarak onaylıyor Seferaa’nın sözlerini. Zaten kırmızı olan yüzü bağırmaktan dolayı biraz daha karpuz kırmızısına dönüyor.
Nisan sonu olmasına rağmen henüz erimemiş olan karların donmuş beyazının üzerine akşam karanlığı çökerken traktörlerimiz köye giriş yapıyor. İmam Bahattin, beş dakikalık gecikmeyle akşam ezanına ve namazına yetişip, ezan için minâreye tırmanmak üzere koşturuyor, pörtlek olan sağ gözünü pörtlete pörtlete, nefes nefese minareye tırmanıyor.
Hiçbir namazına katılmadığımı bile bile, şerefeden okuduğu ezanların sonuna bazen beni de eklerdi rahmetli dostum Bahattin İmam, aynı makamdan.
Şu an sesini duyar gibiyim. “Allaaahü ekber Allaaaahü ekbeeer, Yaaagup hocaaaa seeeen de geeel, ebdesini aaal öyle geeel. Hayyaaaleel selaaah...”
Allah rahmet eylesin, İmam Bahattin çok güzel bir dostum idi.
***
Evlerin bacalarından tezek sobası dumanları tütüp, kokuları yayılıp köyün üstüne yığılırken yirmi dakikalık traktör yolculuğunda çok üşümüş olan Ulaş yolcuları da ısınmak üzere sıcacık evlerine koşturuyor, ben ise buz gibi lojmanıma…
Karanlık ve akşam ayazı iyice çöktü yine elli metre ötemdeki köy mezarlığının üstüne. Daha soba yakılacak, gaz lâmbasının doyumsuz ışığında klasik gitar çalışılacak.
Andreas Segovia’nın piyanodan gitara uyarladığı Isaac Albeniz’in meşhur “Asturias”ını çalışıyorum, eseri bitirmek üzereyim. Ziya Aydıntan hocam ara sıra yazdığı mektuplarıyla bana moral vermeye çalışıyor.
Hocam, bu ayazda, bu kör karanlıkta, bu karda kışta kime çalacaaaz, kime dinleteceez bunu?