Büyüksün Mehmet Başkan.. İki gündür, tüm yazdıklarını okuttun. Özellikle de, dün itibariyle gerçek kimliğini öğrendiğimde; bu adam kolay kolay sinirlenmezdi ama neden böyle oldu diye sordum kendime.
Demek ki ters bir saatine geldim!, dedim.
Hoş. Şüphelendiğim bir isim vardı ama, O´nun, bu kadar kelamı bozmadan bir araya getirmesi, Rubik Küpünü 20 saniyede yapabilmesi gibi bir şeydi.
Artık eminim..Teyit ettim.
Ama öncelikle söylemeliyim ki, ?İyi ki müstear isimle yazıyorsun.? Yoksa, senin toplumsal bozukluk, benimde kirlilik dediğim, seni ve sahip olduğun düşünceyi bu şehirde, linç etmeye çalışacak o kadar çok kirli aktör var ki;
Gelelim meselemize;
Bu arada yorumları da okumuyor değilim, Kimi tarafsız, kimi taraflı, bazıları çıkar peşinde olan öyle yorumlar var ki; seni ve beni daha fazla yıpratmamaları için fırsat vermem.
O yüzden bu yazıdan sonra bir yazı daha yazda kapatalım.
Gelelim kirli şehir meselesine; aşağıda yazılı olan kısım, benim yüksek lisans çalışmamda, hem TODAİ ve diğer kaynaklardan aldığım akademik bazlı tespitlerdir.
Okuyunca sen de doğru olduğunu kabul edeceksin.
50 li yıllarda başlayan ve ? her mahallede 1 milyoner yaratacağız!? söylemleriyle şahlanan göç, nicelik itibariyle nüfusu katlayan , ancak nitelik itibari ile kalitesi düşen insan olgusu (Düşük Gelir, Düşük Eğitim, Alt Kültür) , önce varoşlarda başlayan ve ekonomik kazanımları artıkça merkeze yığılan bir şekilde şehir kültürünü ve yaşamını etkisi altına almaya başladı. Hızla büyüyen şehirlerde işgücü temini ihtiyacının artması ile başlayan süreçte bu nicelikli insan, sonra ticaret ve sonrasında siyasette rol almanın, daha doğru ve daha karlı bir kazanç sistemi olduğunu gördü. Şehrin kendisine ayırdığı, yada kendilerinin birarada olma içgüdüsü ile mekanlarda birlikte komün yaşamını sürdüren bu toplum, şehirlerde var olan ve şehrin ruhunu yansıtan kentli terminolojisinin deformasyonuna yol açarak, ilk dönemlerinde azınlık psikolojisi ile ezilmişlik ruhunu yansıtırken, ilerleyen dönemlerde dominant, melez bir şehirli tipinin oluşmasına neden oldu. Kırsaldan kente göçle birlikte, yanında getirebildiği yetenekler sadece, Maslov´un Yaşam Hiyerarşisi yada Maslov Piramidi olarak bilinen, mecburi gereksinimler tablosunun en alt kısmında bulunan ve ilkel toplayıcı yaşamla var olan, fizyolojik ihtiyaçları oldu.
Neydi bunlar;
Eminim bu cumartesi akşamı, ?beni adam yerine koyup program yaptırıyorlar? demişsin ya, orada değerli büyüğüm Orhan Tel, ifade etti. Eminim onu da yakından tanıyorsundur.
Beslenme, Barınma, Korunma ve Üreme..
Ait olmadığı şehre bu yetiyi taşıyan kitle, sonra ki süreçte var olduğu her alanda, öncelikle ve teklikle bunu hayata geçirmeye başladı.
İşgücünde üreme, İşgücünde barınma, İşgücünde korunma ve işgücünde beslenme.
Ticarette üreme, ticarette barınma, ticarette korunma ve ticarette beslenme.
Ancak daha sonra çok daha kazançlı ve bir o kadar risksiz bir sektörün farkına vardı ve
Siyasette üreme, siyasette barınma, siyasette korunma ve siyasette beslenme.
Bugün etrafına baktığında bunun dışında bir şey görebiliyor musun?
Bu düzeni bozabilecek tek bir enstrüman vardı, o da eğitim. Halbuki ?Oku? emriyle başlayan, ?düşünün? diye devam ve ?akıl etmez misiniz?? diye sorarak bitirdiği, mensubiyet hissettiği dinin, kendisi(Kazanımları) için en büyük tehlike olduğunu gördü.
Öyle ise, son bir hamle kalmıştı, onu da, işgücüyle başlayan nicelikli sayı, ticaretle devam eden nicelikli kazanç ve son adımdan bir önceki hamlesi siyasetle de, elde ettiği nicelikli makamlarla, bu aşamayı da kayıpsız geçmeyi başardı.
Dinde de beslenme, dinde de korunma, dinde de üreme, dinde de barınma. Son hamle de böylece gerçekleştirilmiş oldu. Farklı tanımlarla birlikte, dinde yeni oluşumlar, taraftar toplama amaca giden bu kutsal(!) yolda, istedikleri teker teker gerçekleşiyordu.
Bu tanım tipinin tek silahı ise, ne asla kaybetmek istemediği ekonomik kazançlar, ne makamlar, ne de siyasi argümanlar oldu. Elinde sermayesiz ama güçlü bir silah vardı. O ise, linç kültüründen başka bir şey değildi.
Fransız ihtilalini başarılı kılan, Osmanlı´yı yıkan, Cumhuriyet döneminde sıkça gördüğümüz bu linç kültürü ile topluluklar motive edilerek yönlendirilebiliyor, kazanımlara dokunulmadan, kayıpsız kazançlar sağlanabiliyordu.
Yazıların altına gelen bazı yorumlar hala bu linç kültürü kafasının eseri. Ama yok edilmeli, kayıtsız ve şartsız.
Bu tablo sosyolojide burjuvazinin yaşam öyküsünü hatırlatıyor değil mi? . Bu metodolojiyi kendisi kurmadığı gibi, bunun için Burjuvazinin18 yy. temel felsefesinin anahtarı olan paradigmayı kullanıyordu.
Şimdi sadece kral kaldı!..
Demiştim ya bütün yazılarını baştan aşağı okudum. Benim kaç gündür söylediğimi, sen farklı anlatmışsın.
Bak nasıl anlatmışsın..
16 Eylül 2017
Ülkemizde özgürlükçü demokrasi istiyoruz diye feryat eden ve sürekli demokrasi, adalet talebinde bulunan sivil örgütler veya kitleler , önce kendi örgütlerinde, odalarında, sendikalarında, birliklerinde, borsalarında bu değişim ve dönüşümleri yapabilmeyi becermelidir. Demokrasi denilen şey buralardan başlar, dostum. NOKTA.
BIR INSAN OTURDUĞU YERDEN KALKMAK ISTEMIYORSA, SEBEBI ORTALIĞA YAYILACAK KOKUDAN KORKMASIDIR?, NOKTA.
O seçimde FETÖ yapılanması (o gün ki adı ile cemaat- hizmet hareketi) az kalsın yönetimi ele geçiriyordu. Çok küçük bir farkla başaramadılar. Necati Gülbahar gibi Osman Yıldırım´ın ekseninden çıkması düşünülmeyen isimler dahi cemaat tarafından ikna edildiği halde, şu anki meclis başkanı Necati Şahin´in Büyük Birlik Partisi geçmişine ve muhazakarlığına rağmen son anda H.Osman Yıldırım´ın yanında yer alması , işi tersine döndürdü ve sonuç alamadılar.
7 Temmuz 2017
Belediye başkanından, imar müdürüne, itfaiye müdüründen zabıta müdürüne bu bina ve eklemeleri için herkes kör ve sağır olmuş durumda. İmardakileri anladık da, buna olur veren itfaiyeci kardeşler, size ne oldu? Bir yangın çıksa, ne olur haliniz? O yangın merdivenine, nasıl onay verdiniz diye, sorsalar ne diyeceksiniz? Başka binalarda, mevzuatı ortaya koyup milletin ağzından burnundan getirirmeyi iyi bilirsiniz. Mal, zenginin, torpillinin olunca niye kuzu gibi melersiniz.?
27 Mayıs 2017
Öyleyse bu kısa ömürde,biz neyin davasını güdüyoruz. Zengin olmanın mı? Güçlü olmanın mı? Herkesi boyunduruğumuz altına almanın mı? Kendi kendimize adalet uydurmanın mı? Kendimiz den başkasını hiç düşünmemenin mi? Bizden olmayanı ezmenin mi? Miskin miskin yatıp Allah´tan bir şeyler dilemenin mi? Elbette Hayır.
Bütün ilahi mesajlar?düşünüp tutalım diye bize öğütler vermiyor mu?? Nasıl olsa bu dünya kapısından çıkış kesin, akıllı olun demiyor mu?(bana uçmuşsun diyordun ya, ilahi mesajları sende kullanıyorsun)
Ailemizde, işimizde, çevremizde, ülkemizde, dünyada, bütün ilişkilerimizde, ?insani ve vicdani adalet?ruhumuza işlese.
15 Ekim 2017
Bak bunu çok beğendim.
Çünkü Çare yok, yapacak bir şey yok, kimi kime şikayet edeceksin. Böyle diye, diye, öğrenilmiş çaresizlik sendromuna yakalanmış insanlar haline döndük.
25 Haziran 2016
SİVAS
Cumhuriyetin ilk yıllarında sermayesi gitmiş, nitelikli insanlarının terkine maruz kalmış, mağdur şehir.
Cumhuriyetin kurucularının, Cer Atölyesini yaparak, bir nebzede olsa vefasını gösterdiği şehir.
Anadolu´nun bozkırında, verimsiz topraklarda, fakir ve ?SAHAPSIZ? şehir.
Ve, Son 60-70 yıldır da cismi birleşmiş köyler federasyonu, adı şehir olan şehir.
Karslılar, Elbeyliler, Kangallılar, Zaralılar, Yıldızelliler, Darendeliler ve Hafiklilerden müteşekkil koskoca bir köy derlemesi, ? hem de doldur boşalt ritminde?. Burada yaşayanların çoğunluğu anadan babadan değilse bile dededen, nineden köylü.
(Bu yazı sana ait olmasa ben yazdım diyeceğim..)
Birde Sivas´ ta yaşayan ve kendilerini şehirli gören insanlar var,ama artık azınlık oldular. Şehir Kültürünü yayma ve yaşatma derneği kurdular.Onların ki aslında, hem korunma refleksi, hem kendilerini ifade edebilme ihtiyacı ve hem de hafif ego tatmini tadında bir şeyler yapabilmek.
MEYDANI BOŞ BULMUŞ VE ÇOĞUNLUĞU, KÖYDEN YENİ GELMİŞ BİR TOPLUMDA, ŞEHİR KÜLTÜRÜ OLABİLİR Mİ?
BİR ŞEHRİN KÜLTÜRÜ VARSA, BU ŞEHİR PLANINA YANSIR, BİNALARINA, SOKAKLARINA YANSIR, ESNAFINA, TÜCCARINA YANSIR.Her şey ortada, değil mi?
SONUÇ ; Şehre Daire İmar, Siyaset, Sosyolojik, Ekonomik Ve Kültürel Alanlarda Boşluk, Hiçlik, Verimsizlik Ve Mutsuzluktur.
GEÇMİSİ OLMAYAN İNSAN-ŞEHİR İLİŞKİSİNDEN, ŞEHİR SEVGİSİ ÇIKMAZ.
O ŞEHRİ, AŞKLA SAHİPLENEN KİMSE YOKSA,
SAHİPSİZ ŞEHİRDEN DE BİR ŞEY OLMAZ.
(ayakta alkışlıyorum, tıpkı ben.)
O kadar çok yazın var ki, Mehmet Başkan, altına benim adımı koysan, kabul edeceğim.
Benim kirli şehir dememe bozulmuşsun, sen toplumsal yapımız bozuk dersen daha doğru olur demişsin, ama dikkat ettim hep insanı, bireyi ön plana koymuşsun.
Ben kirli deyince, Bimin Çamaşır Suyu´da, sen bozuk deyince Ariel platinyum´mu oluyor. Aynı kapı, birimiz sağa açmışız, diğerimiz sola.
Her şehrin bir ruhu vardır, ruhu da insandır. İnsan kirlenirse, şehir kirlenir. Benim bahsettiğim kirli şehir budur.
Yoksa başta senin, sonra da benim temiz bir şehirde yaşamak istemememizden değil.
Okumayan okutulmayan bir şehir temiz olabilir mi? En son Kitap Günleri Etkinliklerimizde kaç kişi katıldı, kaç konuşmacı alkışlandı. Ama bir üçbuçukcu açılışı, yada yardım dağıtımı olun bak gör izdihamı.
Kaç esnafımız, STK temsilcimiz, bürokratımız eline bir kitap almışta okumuş. 600 bin insanın olduğu bir şehirde Kütüphane´nin yerini kaç kişi bilir.
Bir şehirde camideki yardım sandıkları 5 lik zincirle bağlı olabilir mi?
Bana bağırıyorsun diyorsun, bilirsin iletişimde büyük harf kullanmak, bağırmak anlamına gelir, o kadar çok bağırmışsın ki sende.
Ama en çok bozulduğum, beni tanıdığını öğrendiğimde, ?beni anlamamak için direnmeni anlayamamak.?
Bunu anlayamadım.
Halbuki senin yazdıklarından, söylediklerinden farklı bir şey söylememişim, sadece üslubumuz farklı olmuş.
Sen isimlere çok takılmışsın, ben fazla takılmam.
Netice de o isimlerde bu şehrin havasından soluyarak büyüdüler.
Çalışan bir mekanizmanın bozulmasına yol açan en büyük etkenlerden birisi de kirlilik değil midir, Ha çamaşır makinası, ha bir torna, ha bir traktör. Ya da bir şehir.
Son yazını merakla bekliyorum. Biraz acele ediver.
Sağlıcakla kal, abi?