EVVEL ZAMAN İÇİNDE

EVVEL ZAMAN İÇİNDE

Osman ÇELİK Yazdı...

"Ah atlar ve develer yolların ve yolcuların
Yorulmak bilmeyen mukaddes yoldaşları
O kervanlar ki ağır aksak gidişlerinde
Şimşeklerden hızlı Buraklar vardı
Alır eski zaman yolcularını apansız
Erişilmez bir menzile bırakırlardı
Bütün yolların erişilmez başlangıcına
Git git bitmezdi eskiden ne güzeldi yollar”

 Bir eski zaman bilmecesidir toprak damlı evlerde hayatın huzuru. Sonbaharda yağan yağmurlarla birlikte başlayan akşam seyri âlemi, insanı girift bilmecelere götürür adeta. Cama vuran yağmurun iğri iğri şarkısı, bir iç yangınını anlatırcasına mahzundur.

Mahzundur boğazda düğümlenen kekremsi hatıralar…

Bacada “kesekleri” ezen “loğ”un ağır ağır salınışı, nice bilinmez hasretleri çağrıştırır. Ağılın önünde meleyen koyunlar, az sonra buluşacakları yavrularını anarlar sanki. Rüzgârın efil efil salınışı, bir geniz yangınlığını dillendirmesi gibi yakar kavurur zamanları. Toprak bir şiir gibi, şerha şerha yüreklerde duraklar, dondurulmuş suretler.

 Bir toprak huzurudur, yaşanmaya yüz tutan hatıralar. Bir toprak zamanıdır, Sivas’ın uzak bir köyüne kayıt düşülen anlar…

**

Güz inende sarımtırak şiiriyle birlikte, dağları öte bir hüzün kaplar. Öte bir burkuluştur aslında. Öte bir bilmece, öte bir yok oluş, öte bir suskunluktur…

Her şey öte bir sukuttur…Kulmaç’tan inen rüzgârın uğultusunun berhava ettiği bir sukut. Çiğdemin çiçeğin raksıyla şenlenen zamanlar, güz rüzgârının vedasıyla ayılır sanki...

Zamanadır aslında onun seyri âlemi. Güngörmüş anaların, alınlarından inen bulgur bulgur ter zerresi ile söyleşmeye ne hacet; zaten anbean yüreğin şaha kalkmasıdır her şey…

Tan vakti, serçe ve sığırcıklar şakımaya başlamadan az evvel, yakılan tandırların kızım kızım kızaran yüzlerine yapıştırılıp pişirilen ekmekler gibi leziz bir andır zamana kayıt düşen hatıralar…Kazanda kaynayan bulgur çorbası hürmetine, lavaşın sukutu da söz müdür? Küp peynirinin genizleri yakan endamının bir parçası, kıyıda bekleyen kediciğe sunulsa da, kara kara kazanlarda kaynayan köfteler de dile gelir mi acep?

***

Toprak bir damda huzuru demleyen nice insan, penceresi göğe bakan küçücük umutları, kekremsi bir sevdaya dönüştürürler. Ama illa da güz olmalı hüzün vakti. İlla da söyleşmeli turnalar, veda şarkılarıyla.

Alaca bir düşle irkilme gibidir, toprak damlı evlerde zamanı yudumlamak. Alaca bir kanaat, alaca bir cömertlik…

Alaca bir sükût. Ayazın yürekleri yakan dinginliğini aza indirmek için, pencerelere çekilen naylonlar ardında yaşanan sukut. Şerha şerha paralanan ellerde, yarınlara umut uzanır mı bilinmez ama, umut işte. Bozkırın bitmeyen umudu. Bitmeyen yarım bir şarkı gibi. Bitmeyen her şey gibi.

Toprak damlı evlerde, gece en sukut yarendir. Gün görmüş anaların yavrucuklarını bağırlarına bastıkları umut.Gecenin en yaralı anında, dudaklardan dökülen ninniler ve zamanı arşınlayan güz huzmesi…Ayın parlak halinden oyunlar çözen çocukların, anaların merhamet hanelerine kaydettikleri her şey…

Kasım’a doğru başlayan kış yolculuğunun en ala göstergesi, damların yüzlerinin sıvanmasıdır. Çamurun samanla vuslatı ile başlar dökülmüş dam suretlerinin dikilmesi.

Her topaç belliki bir vefasızlığın da hatırlanmasıdır hani. Elleri böğründe, ev yüzlerini sıvayanların emeklerinin zayi olmasını da dillendirmesi midir acaba?

Kekremsi bir nida. Kekremsi, garip bir nida:

“Vefasız duvara çalma çamuru
Yağmur yağar emeklerin zay olur”

Zayi olan emekler miydi, yada bir yılkının sırtında sırra kadem basan ümitler miydi kimse bilemedi aslında... 

**

Evvel zaman içinde devinip durur hengameler hengamesi. Bir varmış bir yokmuş ile kavilleşir cümlelerin en alası. Toprağın surete işleyen girizgahı, bir anı sonsuza değin uzatmanın imkansız kurgusu ile söyleşe dursun, uzak ihtimallerin gönlü açan girizgahı gecenin en öte vaktinde iner toprak damlı evlerin bağırlarına. Gecenin en öte vaktine demirleyen ay vakti, kurbağa sesleri eşliğinde seyri alem eder ıssızlıklar içine doğru.

Sabahın en alaca vaktinde, kızım kızım kızaran tandırın içine caba edilen sıcacık ekmekler kadar asudedir zamanlar. Bulgur bulgur terleyen alınlarda, güngörmüş hatıralar şöylece bir yana duruverse dahi, yüreğin aman bilmez terennümleri usul usul iniverir Kulmaç'ın şefkatinden bu yana. Deli poyrazın dağı taşı savuran hengâmesi, hatırı sayılır kayıtlarda kendisine yer bulsa dahi, yine de bir ince şiir gibi iner sükunet içindeki huzurlar huzuru…

Gün gelir devran döner ve alınlara yazılan kaderin hükmüyle birlikte, kara toprağın kara bağrına, usul usul iniverir, yılların hırpaladığı yorgun bedenler...

  OSMAN ÇELİK



Anahtar Kelimeler: Pazartesi SİVAS POSTASInda