Sinemalarımız, gerçek hayattan ya da hayal dünyasından yola çıkılarak yazılan ve kimileri tarihe geçmiş senaryolarıyla, oyunlarıyla beyaz perdenin gizemiyle harikulâde doyumsuz bir yolculuk.
Bambaşka duygular içinde bu öyle bir yolculuktur ki, filmdeki oyuncularıyla, senaryolarıyla akıcı ve doyumsuz akistik atmosferi ortamında rengârenk bir dolu dünya?
Sinema salonundan içeriye girince, hele bir de film başlayınca, herkes kendinden yola çıkarak bir konu buluyor hayatına dair. Hikâyenin büyüsüne kapılarak. O an usta bir ressamın eşsiz bir tablosunu anımsatan, öyle bir tablo yaratıyor ki zihinlerimizde.
Ama şimdilerde bu gibi duygular, eskisi gibi hissettirilmiyor, hissedilmiyor. Nadir ve kaliteli filmler haricinde, o kadar düşük seviyeli senaryolar yazılarak gösterime giriyor ki!..
Gel de maziyi yâd etme. Nerede o eski Anadolu? ya has konularıyla, oyuncularıyla sinema filmleri şimdi nerelerde?
Oysa şimdi ki filmler, kaliteden pek nasibini alamamışlar doğrusu. Sokak argosu diyaloglara dayalı sözleriyle gülmemizi bekliyor. Biçimsiz durumlara ve sözlere gülmemizi bekleyenler, akıllarınca bunun adına maalesef sanat diyorlar?
Çocukluk ve gençlik günlerimizin çok güzel hatıralarıyla, şöyle bir düşünüyorum da 1970 senesinin sineması, konuları ve oyuncularıyla bir saygınlığı vardı. Teknoloji bu kadar ileri değildi o zamanlar, ama eldeki olanaklarla çok güzel filmlere emek verildi.
Bunları düşünüp yazarken, çocukluğuma döndürüyor zihnim beni. Yaşananlarla beraber hayatla, nasılda senkronize oluyoruz, duygularımızın eşliğinde. Ne zaman bir şey düşünsem hatıralar içinde, geçmişten günümüze konusuyla her şey bana ilham kaynağı. İşte o an hissettiğim duygularım bende adeta tavan yapıyor, ruhumun derinliklerinde.
1970 ve 72 seneleri içinde, Kangal? da İlhan dayımın sineması vardı. O zamanlar ben sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım. Filmlerin büyüsü, sinemanın ortamı ve Orhan Gence bayın, Ferdi Tayfur?un dokunaklı sesleri ta o zamanlarda gönlümde yer etmiş?
İlkokul dönemlerimde, çocuksu yaşıma rağmen büyüklere yönelik filmler daha bir büyüleyici ve cazip geliyordu. Çünkü sinemanın akustik ortamında bulunmak gerçekten mükemmel bir şeydi.
1972 senesinde, ailece İstanbul?a yerleştikten bir sene sonra babam televizyon aldıktan sonra, okuldan ve derslerden arta kalan zamanlarımda artık filmleri televizyonda seyreder olduk. Şimdiki gibi o senelerde uydu kanalları yoktu.
TRT Kanalları kapsamında, belirli saatlerde açılıp, kapanıyordu. Ah o çocukluk dönemi, her şeyiyle bambaşkaydı.
İstanbul?a yerleştikten bir süre sonra, iki haftada bir ailece tiyatroya gidiyorduk. Hatta seyrettiğim bir müzikalli oyunla ilgili, unutulmaz bir hatıram var. Oyun sırasında küçük bir diyalog yaşandı, oyun bittikten sonra da bazı sanatçılarla tanışmıştım.
Sinemanın ortamından apayrı bir dünyaydı bu? Canlı olarak, hayata dair görsellik, oyuncuların akıcılığından ve seyircilere yaşatılan ve de gözler önüne serilen anlamlı oyunlarıyla? Kâh düşündüren, kâh güldüren ve bazı zamanda hüzünlendiren sözleriyle?
İşte dostlar böyle, her birimizin hayatında geçmişe dair o kadar unutulmazlar var ki. Günümüz de yaşanan bazı şeyler, geçmişi bize böyle hatırlatıyor.
Dedim ya, gel de maziyi zaman zaman yâd etme. Sizlerle, kısa bir yolculuk yaptık. Nasıl her mevsim zamanında yaşanırsa, bu da öyle bir şey, anıların sayfaları arasında?
GÜNEŞ ve ÇOCUK
Aslında o bir güneş çocuğuydu
Altın sarısı kıvırcık saçlarıyla
Olduğundan çok farklı görünüyordu
Çünkü o güneşe aitti
Altın sarısı saçları ipeksi yumuşak
Mavimsi ve berraktı gözlerinin rengi
Olduğundan çok faklı görünüyordu
Çünkü o güneşe aitti
Güneşin altın saçan ışık huzmeleri
İpeksi kıvırcık saçlarında billurlaşırdı
Sahra da görülen serap gibiydi
Çünkü o güneşe aitti?