Tarih: 10.07.2023 16:03

HAC YAPMAK BİR AVANTAJ MIDIR

Facebook Twitter Linked-in

Hac yapmak bir avantaj mıdır?

Hacc yapmak şayet avantaj olursa hacca gidemeyenler, “baştan kaybetmişler” sınıfına dâhil olurlar. Buna rağmen, Hacca gitmek, “hacı emmi” olmak toplumda bir ayrıcalık olarak algılanıyor. Bu sıfat bazılarının ticaret hayatında “kar”a dönüştürmenin anahtarı olduğu gibi sağlanan toplumsal statü ile de hak etmediği bir saygınlık elde ediliyor. Bu yüzden ibadetlerin en önemlisi olan namaz kılana “namazcı emmi” denilmediği gibi, hacca gidene de “hacı emmi” denmemeli. Bu şekilde bir tür istismar olan iltimasın önü alınmalıdır. Bu bağlamda Hacca gitmek bir avantaj değil bir sorumluluktur. Tıpkı zengin bir kişinin zekât verecek servete sahip olup da zekât vermesi gibi bir yükümlülüktür.

Nice hacca gidenlerden Kâbe kaçtığı gibi, nice gidemeyenlerin yüreğini Kâbe bir hacı gibi gider tavaf eder diyen Mustafa İslamoğlu ilginç hacc izlenimlerinden söz ediyor: “Bir haccım sırasında kulaklarımla duyduğum, “Bizi bunun için mi şu dağın (Arafat) başına getirdiler?” diyen, yine Kâbe’yi yatır/baba türbesi zannedip “Babayı döndük geldik” diyeni nereye koymalı? Dinle imanla alakası olmadığı halde sırf A Sınıfı turizm belgesi var diye pastadan pay verilen ve “20 yıldır hacca adam getiriyorum, bir kez bile orayı (Kâbe) merak etmedim” diyen ‘dinsel turizm’ kârcısını nereye koymalı?” Bu tür bir şuursuzlukla yapılan hac ibadeti ile elde edilen “hacı” sıfatının keyfini sürmek doğru olmasa gerek. Bu yüzden, şu kadar hacca gittim, bu kadar umre yaptım diye böbürlenip, haccı rakamlara kurban edenlere, Allah Resulü’nün ömründe tek bir kez haccettiğini hatırlatmak gerek.

Hacca gidebilme imkânını yakalayanlar, asla “peşinen kazanmış şanslılar”, gidemeyenlerse “baştan kaybetmiş şanssızlar” zümresi değildir. Hac, ne varlıklıların/zenginlerin günahlarından pir-ü pâk olduğu, ne de bu imkânı bulan herkese peşinen verilmiş “arınma belgesi”dir. Olayın esprisi, Kur’an’ın şahadetiyle, “Oraya gitmeye gücü yetenlerin Beyt'i haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” (3/Al-i İmran: 97).

Hacca tüm insanlık davet edilmiştir. Üzerlerine farz olan mü’minler, bu ibadeti yerine getirmek için eda ederler. İmkân bulamadığı için hac yapamayanları töhmet altında bırakan bir söylem akla ziyandır. Hacca gidebilen öyleleri var ki, Kâbe ondan kaçar. Ama gidemeyen öyleleri de var ki, Kâbe onu ziyarete gelir. Hac için yola çıkan Abdullah b. Mübarek, aç ve ilaca muhtaç hallerine muttali olduğu yetimlere tüm yol parasını verdiği için, yarı yoldan geriye dönmüştü. İşte, gidemeyenlerin haccına muhteşem bir misal. Birden fazla hac yapanlara da güzel bir örnektir.

Allah Rasulü son noktayı koymuştur: “Mebrur olmuş bir haccın karşılığı cennettir”, dikkat edin her haccın değil, mebrur olmuş haccın karşılığından bahsediliyor. Bir haccın mebrur olması ise; İslamoğlu’nun ifadesiyle; “iyilerin haccına dâhil olması, hakkının verilmiş olması” Allah’ın şiarlarından oluşan hac menasikinin sembolize ettiği hakikatlerin tahakkukuyla mümkündür. O da haccı hayata taşımakla olur.

Hacca giden her şuurlu müminin içinde hissettiği en derin kaygı acaba haccım kabul oldu mu? kaygısıdır. Allah’tan başka hiç kimse, hiçbir ibadet için “kabul” garantisi veremez. Bu nedenle

Rasulüllah’ta “kabul olmak” yerine, doğru-dürüst yapılmış, sırrına erilmiş, hakkı verilmiş, amacına ulaşmış, kalite katılmış anlamında “mebrur olmuş bir hac”dan bahsetmiştir.

Beş vaktin yanına beş daha kılan ve namazını hiç aksatmayan, aynı zamanda da 'hacı' olan muhafazakâr zenginimiz, fabrikalarında 11 ay işçileri sigortasız, sendikasız, asgari ücretle çalıştırıp 12. ayda işten çıkartıp kapı önüne koymakta bir beis görmeyerek istihdam için yeni işçiler alabiliyor. Bu vicdan yoksunu abdestli kapitalist “hacı emmi” Cuma namazlarını Mescidi Haramda kılıp, hemen her yılda Zemzem Tawer’da Kâbe’ye kuşbakışı VIP hac yapmanın keyfini sürüyor. Bu zevatın İlhami Güler’in ifadesiyle; ‘helâl-haram’ konusunda vicdan ayarı bozuk.

İslami terbiye, yakın zamana kadar Kâbe’den yüksek bina yapmayı saygısızlık olarak algılamıştır. Bugün ise, Kâbe ve Mescid-i Haram, İlhami Güler’in Manhattan imlemesini haklı çıkarırcasına gökdelenlerin, rezidansların ve otel binalarının adeta ayakları altına gömülmüş, yukarıdan bakıldığında küçük bir “karaltı” gibidir. Tevhid mücadelesinin verildiği bu mekânlarda ve Hz İbrahim’in hatırsına ait hiçbir şey bırakmayan selefi akıl, doğal çevreyi yok edip yerine ultra modern ve son derece mekanik ve suni yapılar inşa etmiştir. Kâbe'nin etrafı artık hayâsızca dikilen gökdelenlerle çevrili. İslam'ın doğuşuna tanıklık eden maddi unsurlar tamamen yok edilip yerle bir edildi.

Hacıların şeytan taşlamak için Cemarat'a defalarca gidip gelmeleri çok meşakkatli ve yorucu bir iştir. Bu külfete katlanamayanlar ve mazereti olanlar, baykuş gibi Kabe'nin tepesine tünemiş, Beytullah'ı maket gibi bırakan ve hemen yanı başına sıralanmış Kapitalizmin ve Büyük Şeytanın sembolü olarak Saat Kulesini, orta şeytanın sembolü olarak Zemzem Tower'ı ve küçük şeytanın sembolü olarak da meşhur yedi yıldızlı otel’i taşlayabilirler. Hasıl olacak sevabının daha fazla olacağı kanaatindeyim!

Konuyu, “Hacc” ibadetinin fenomenolojisi hakkında rahmetli Nurettin Topçunun yorumu ile nihayetlendirelim:

“Asırlardır milyonlarca Müslüman’ın yurtlarında aç ve sahipsiz inleyen mümin kardeşlerini çiğneye çiğneye ziyarete koştukları Kâbe’den dönüşte, onlar hakkında biraz merhamet, bir parça aşk ve muhabbet getirdikleri görülmüş müdür? Bu nasıl bir ibadettir ki, müminleri Allah’ın evinde birleştirdiği halde, aralarında birlik ve kardeşlik doğurmuyor? Hâlâ, İslam dünyası bir birine düşmandır ve Kâbe’nin bekçileri de, Müslüman kardeşlerini soymakla görevlidirler. Siz, Allah’a iftira ediyorsunuz. Allah, böyle bir ibadet emretmemiştir. Haccın manası, ruhsuz bedenlerin sırf mekân değiştirme şeklinde muayyen bir beldeye gitmeleri değildir. Hacılar, bedenlerini putlar gibi şekiller ve kütleler halinde kımıldatmakla Allah’a yaklaştıklarını sanan ölü ruhlar değildir.”(s: 35) “Her sene yüz binlerce ziyaretçi ile dolan Kâbe’nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelmiyor. Bunun sebebi ne siyasi, ne iktisadi, ne de esasında ilmi ve fikridir; bu halin sebebi, İslam’ın temeli ve Kur’an’ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü Müslümanlar, bir takım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan ilk çağın ve ilkel devrin sihirbazlarını

andırıyorlar. Kur’an harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür.”(Topçu, a.g. e önsöz)1

Sözün özü şudur: “Hacca gitmek başlamaktır, bitirmek değil; “Allah’a söz vermek”tir, “Allah’tan söz almak” değil; sorumluluktur, avantaj değil; tatbikattır, teşrifat ve tenzilat değil.” Eğer haccımız bize nezaket ve trafik kurallarına uymak, yere tükürmemek, kul hakkını gözetmek gibi güzel ve insani davranış değişiklikleri kazandırmamışsa ya haccımız mebrur bir hac olmamıştır veya dindarlığımız/insanlığımız sorunludur.

1- Nurettin Topçu, İslam ve İnsan. 1970. İst. 18-19




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —