Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, milletin büyük bir kısmı için sosyal bir buhrana doğru ilerlerken, halkın bir kısmı da, oturduğu yerden zenginleşiyor... Durum böyle iken, bir kısım insanlar, “aman ha, iktidar elden giderse kazanımlarımızı kaybederiz” demeye başladı. Bir insan iktidar değiştiğinde, helal kazancımı (!) kaybederim diye niye korkar? Demek ki korkulabiliyormuş! Çünkü kazanım diye bahsedilenlerin ne olduğunu, kimlerin ne kazandığını ve nasıl kazandığını, sanırım herkes daha iyi görmeye başladı...
Mesela, bazı tanıdıklarım var. Bunların çoğu beş on yıl içinde büyük değişim ve dönüşüm geçirdiler. Birçoğu küçük memuriyetlerde iken “kazanımları” sonucu hızlıca müdür, şube müdürü, daire müdürü, daire başkanı, bölge müdürü, genel müdür vs. oluverdiler...
Bunların çoğunun giyimleri kuşamları, hal ve hareketleri bile değişti. Artık nasıl besleniyorlarsa, şimdi kuyrukları zom-zom ediyor...
Ballı maaşlara, avantalara öyle alışmışlar ki, sormayın gitsin...
Sadece kendileri mi? Ailelerinde kaç kişi varsa, hepsi devletin herhangi bir kurumuna çoktan yerleştirilmiş. Özel kalem müdürlüklerinden memuriyetlere geçirilmiş. Evleri, arabaları çoktan yenilenmiş. Nerde ne yiyeceklerini, avantadan nereye gideceklerini şaşırmışlar. Eşini değiştirenler bile var... Ne kadar hileli iş varsa adeta bu işlerin hokkabazı olmuşlar.
Aslında, tam anlamıyla şaşırmışlar. Şimdi de, aman “kazanımlarımızı kaybetmeyelim” derdine düştüler... Sadece bunlar mı? Mallarına mal, haramlarına haram katma yarışına giren, belediyelerde, özel idarelerde, bağlı birliklerde, şirketlerde, avanta iş ve para kovalayanlar... Kimi sendikacılar, muhtarlar... Parti il ve ilçe yönetimlerine yuvalanan leş kargaları...
Esnaf, tüccar ve sanayicilerden haksız menfaat peşinde koşanlar. Muhafazakâr görünümlü bazı bir takım vakıflar, dernekler... Bazıları hüllenin, hilenin, mutanın adeta uzmanı olmuşlar. Bütün bu kirli işleri, diyelim ki kılıfına uydurdunuz ve diyelim ki yasal... İyi de, ahlaki mi? Vicdani mi? İslami mi? Bırakın hepsini bir tarafa, insani mi? Bir zamanlar, Müslümanlığı kimseye bırakmayan, birlikte oturduğumuz kalktığımız arkadaşların, şu an ki hallerini gördükçe “vah insanoğlu vah” diyorum...
Aman ha... “Kazanımlarınıza” sahip çıkın! Mallarınızı, mülklerinizi, arabalarınızı onun bunun üzerine yapın. Resmi banka hesaplarınızda fazla para tutmayın... İşlerinizi, şirketlerinizi onun bunun üzerinden idare edin... Çünkü kanunsuzluk yapanlar için zaman daralıyor. Devlette biziz, kanunda biziz edasıyla, pervasızca ve korkusuzca hüküm sürdürdüğünüz günler sona ermek üzere...
Yaşadığı dönemde, II. Abdülhamit’in istibdat yönetimini ve hatta İttihat Terakki’yi bile eleştirmekten çekinmeyen ünlü şair Tevfik Fikret, 1912 de yazdığı Han-ı Yağma şiiri ile sanki bu günleri dile getirmiş...
Tevfik Fikret, Han-ı Yağma şiirinde şöyle diyor;
"Verir bu zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"
Tacettin KEPENEK