Tarih: 08.01.2024 17:50

HANGİ LOZAN?

Facebook Twitter Linked-in

Hangi Lozan: Zafer mi Hezimet mi?-II ?!!!!!! (Lozan Antlaşması’nın Genel Değerlendirmesi)

 

Geçen haftaki yazımızın konusu, “Musul ve Kerkük” yöresinin Mondros Ateşkes Antlaşmasından 1926 yılında kaybedilmesine kadarki öyküsüydü. Bu haftaki yazımızın konusu ise,  Lozan Barış Antlaşmasının “genel bir değerlendirmesi” olacak….

Kadir Mısıroğlu, “Lozan Zafer mi? Hezimet mi ”  adlı üç ciltlik kitabının önsözünde, genel bir “Lozan” kavramsal değerlendirmesi (daha doğrusu yerden yere vurması !!!!)  yapmaktadır:

“Lozan, muazzam bir imparatorluk mirasının hân-ı yağması (yağma sofrası) dır. Türk’ün şahsında İslâm’dan intikam alınarak, bütün bir İslâm Dünyası’nın başsız bırakılmasıdır !..

Lozan’ın getirdiği; adalarla yunan stratejik çemberine alınmış iktisadî kaynaklardan mahrum, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş, gayri tabiî hududların çizdiği küçük bir Türkiye’dir.” !!!!!!!

Yazar, anılan kitabında şöylece devam etmekte ve Lozan Antlaşmasına “Misak-ı Milli sınırları” anlamında eleştiriler getirmektedir. Araştırmacı, aynı zamanda bu paragrafta yazdığı üç çiltlik kitabının “ana fikrini” çok özet olarak ve ana hatlarıyla vermektedir:

“ Batum, Batı Trakya, Ege Adaları, Kıbrıs, Antakya, Lazkiye, Halep ve Musul, Misak-ı Milliye dahil olduğu halde Lozan’da peşkeş çekilmiştir. Lozan Muahedenamesinin (antlaşma metni), Sevr Sulh Projesi ile mukayese olunarak muvaffak olmuş gösterilmeye çalışılması abesle iştigaldir. Zira, Sevr Yunanistan hariç hiçbir devlet tarafından tasdik edilmeyip akim kalmış (sonuca ulaşamamış) bir tekliften ibarettir.”

İşte yıllarca “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” mottosuyla “alternatif” bir tarih anlayışı oluşturmaya çalışan ve “resmi tarih” yazıcılarını “yalan söylemekle itham eden çevrelerin “Lozan Barış Antlaşması” hakkında tarihsel doğrularla dolu !!!!!! yeni tarih yaklaşımları!!!!!!:

“Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Milli sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay Fransızlara, 12 Ada İtalyanlara,  İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a, Kıbrıs ise İngilizlere verildi” (Bu kadar çok tarihsel tahrifi !!!!! bir cümleye sığdırabilmek gerçekten büyük bir yetenek  ister gerçekten !!!!!!)

“2.5 milyon kilometre kare olan vatan toprağı, Lozan Antlaşması  Lozan Antlaşması ile 780 bin kilometre kareye düşmüştür” ( Deminki cümleden de daha büyük bir çarpıtma !!!!).

Birinci Dünya Savaşı'nda büyük bir mağlubiyete uğrayan Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile teslim olmak zorunda kalır ve topraklarımız işgala uğrar. Bütün olumsuzluklara rağmen, tarih boyunca esareti kabul etmeyen Türk milleti Anadolu'da ardı ardına kongreler yaparak Milli Mücadele'nin alt yapısını hazırlar ve Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla “kurtuluş savaşı” da fiilen başlamış olur.

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra 21 Aralık 1918'de Meclis-i Mebusan feshedilir. Yapılan seçimlerle oluşan yeni Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920'de ilk toplantısını yapar. Mebusan Meclisi, 28 Ocak 1920'de yaptığı toplantıda "Ahd-i Millî Beyannâmesi" adı verilen metni kabul eder. Meclis'te yapılan özel bir toplantıda kabul edilen metni, 121 mebus imzalar. 17 Şubat 1920'de yapılan toplantıda mesele gündeme gelir. Edirne Mebusu Şeref Bey, konuşmasında bunun bir "misâk-ı millî" olduğunu söyleyerek metni okur. Misâk-ı Millî oybirliğiyle kabul edilip, Fransızca tercümesi yabancı hükümet ve meclislere gönderilir.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilen "Misâk-ı Milli", Türk Milleti'nin çekilebileceği son noktayı gösteriyordu ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında yapılan tüm işgalleri reddediyordu. “Milli Antta”, ateşkes yapıldığı anda, mütareke hattının içinde ve dışında kalan topraklar kaydıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarının bölünmezliği vurgulanıyordu. Osmanlı topraklarında yaşayan milletler, kendi geleceklerini kendi oylarıyla belirleyeceklerdi. Sınır konusunun tespitinde “milliyet”  kriteri esas alınmıştı.

Misâk-ı Millî, "Milli And" manasına gelir. “Ahd-i Millî ve Peymân-ı Millî” olarak da söylenir. Müthiş bir “siyasal manifesto” olan Misâk-ı Millî altı maddeydi. Kabul edilen sınırlar, ilk üç maddeyle çizilmekteydi:  

“Barış şartları özetle şunlardır: 1. Osmanlı Devleti’nin sadece Arap çoğunluğunun yaşadığı, 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin (ateşkesin) imzalanması sırasında işgal altında kalan kısımlarının mukadderatı (yazgısı) ahalisinin serbestçe vereceği oylara göre belirleneceğinden adı geçen mütareke hattının içinde ve dışında dinen, ırken, emelen birleşmiş, karşılıklı sevgi ve fedakârlık hisleriyle dolu, örfî ve içtimaî haklarıyla mahallî şartlara tamamen riayetkâr Osmanlı-İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan kısımların tamamı hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür. 2. Ahalisi ilk serbest kaldığı zamanda genel oylarıyla anavatana katılmış olan elviye-i selâse (Kars, Ardahan, Batum) için gerektiğinde tekrar genel oya başvurulmasını kabul ederiz. 3. Trakya barışına bağlanan Batı Trakya’nın hukukî durumunun tesbiti de orada yaşayanların serbestçe beyan edecekleri oylara göre belirlenmelidir” (Meclis-i Mebûsan Zabıt Ceridesi, I, 143-145’den aktaran Cevdet Küçük, Misaki Milli maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, C.30, TDV Yayınları, İstanbul, 2020, s.174-175 ).

İtilaf devletleri, bu durum üzerine 16 Mart 1920'de İstanbul'u resmen işgal ederler. Meclis işgal kuvvetlerince kuşatılır ve bazı milletvekilleri tutuklanır. Mebusan Meclisi, bu gelişmeler üzerine "mebusluk vazifesinin yapılması için uygun bir ortam oluşuncaya kadar" çalışmalarına ara verir. Sultan Vahdeddin de 11 Nisan 1920'de Son Osmanlı Mebusan Meclisi'ni tatil eder. Bu gelişmeler üzerine Meclis, 23 Nisan 1920’de  Ankara'da toplanır. 

Atatürk, Misâk-ı Millî'nin sınırlarıyla ilgili şunu söyler: "Misâk-ı Millî'mizde muayyen ve müspet bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle tespit edeceğimiz hat, hatt-ı hudut olacaktır. Mustafa Kemal Paşa, Lozan öncesinde 13 Ekim 1922'de yabancı basına verdiği demecinde "Avrupa'da İstanbul ve Meriç'e kadar Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın yarısı, Makedonya'yı ve Suriye'yi terk ettik. Fakat artık arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri ve her şeyi isteriz. Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız" demişti.

Bütün bu tarihsel özetlemeyi yaptıktan sonra, tam da burada hemen şu soruyu yöneltelim!!!! Misaki millide “milli sınır” olarak belirlenmiş olup da, Lozan’da alamadığımız hangi yurt topraklarımız vardı? !!!!  Yazarın, Lozan Antlaşmasına yönelttiği temel eleştiri noktalarına hep birlikte hızlıca bir göz atalım:

Musul-Kerkük Meselesi:

Mondros Ateşkes Antlaşmasından 1926 yılına Musul ve Kerkük yöresinin kesin kaybedilişinin “detaylı” öyküsü, geçen hafta “sivastimes” internet gazetemizde yayımlanan yazımızın konusuydu. Geçen haftaki yazımızı henüz incelememiş okuyucularımız, sitemizin arşivinden metne ulaşarak inceleyebilirler.

On İki Ada Meselesi:

On İki Ada, 1911 yılında Osmanlı’nın Libya yenilgisinin ardından, bu devlet tarafından 24 Nisan 1911 tarihinde işgal edilir. Osmanlı yetkilileri, adaların işgal edildiğini Britanya büyükelçisinden öğrenirler!!!!!!

Trablusgarp Savaşı sonrasında 18 Ekim 1912 tarihinde, İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında  (İsviçre) Lozan’ın bir semti olan “Quchy (Uşi)” de imzalanan “Uşi Antlaşmasına” göre; Libya İtalya’ya bırakılacak,  İtalya On İki Ada’yı geçici olarak elinde tutacaktı!!!!

İtilaf Devletleri (Britanya, Fransa, İtalya) ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’in banliyösü Sevr’de imzalanan ve “Türklüğün Anadolu’da tamamen yok olması” anlamına gelen “Sevr Antlaşmasına” göre; On İki Ada İtalya’ya bırakılıyordu….

II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Türkiye’yi İngiltere’nin yanında savaşa sokması karşılığında İsmet İnönü’ye “On İki Adalar’ı” teklif edecekti!!!! Fakat, yıllar süren savaşlardan “mahvolmuş” bir halde çıkmış ve yeni yeni toparlanmaya başlayan Türk Milletinin bir savaşa hele hele 80 milyon insanın ölümüne yol açan bir “dünya savaşına” girmeye ve Hitler Almanya’sıyla  savaşmaya takati yoktu. Çok isabetli bir politikayla, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar savaş dışında kalmaya devam edilir.

“1912 yılında imzalanan Uşi (Ouchy) Antlaşmasına göre İtalya, On İki Ada'yı Osmanlı İmparatorluğu'na verecekti. Ancak adaların Yunanlar tarafından işgal edilebileceği düşüncesiyle Balkan Savaşı'nın sonuna kadar İtalyanlarda kalmasına karar verildi. Ancak İtalya, bu adaları Osmanlı İmparatorluğu'na vermekten vazgeçerek kendi topraklarına kattı. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı'ya dayatılan Sevr Planı ile On İki Ada ve Meis'in İtalya'ya bırakılması amaçlanmıştı. Sevr Planı'nın hayata geçirilememesinin ardından Lozan Antlaşması'nda da On İki Ada'nın İtalyan yönetiminde kalması teklif edilmiş ve bu madde kabul edilmiştir.  II. Dünya Savaşı'nda İtalya'nın 1943'te teslim olmasından sonra İngilizlerin adaları alma girişimleri başarısızlığa uğradı. Denetimi ele geçirmiş olan Alman birlikleri, Mayıs 1945'te adalardan çıkarılabildi. Adaların yönetimi ise ancak 1947'de Paris Antlaşmasıyla resmen Yunanistan'a geçti”  (tr.wikipedia.org/wiki/On_İki_Ada).

Kuzey-doğu Ege Adaları:

Osmanlı İmparatorluğu, 1912-1913 Balkan Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrar. Yunanistan, 1912-1913 Balkan Savaşı ile kuzey-doğu Ege adalarını işgal eder. 1913 Londra Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Girit adasını Balkan devletlerine bırakır. Aynı antlaşma ile, kuzey-doğu Ege adalarının geleceği de Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Almanya’dan oluşan altı devletin vereceği karara bırakılmıştır. Yine 1913’te Osmanlı İmparatorluğu ve Yunanistan arasında imzalanan Atina Antlaşması ile, yukarıda anılan altı devlet, kuzey-doğu Ege adalarının Yunanistan’a bırakılmasına karar verir. 

1914’te toplanan altı Avrupalı devlet, kuzey-doğu Ege adalarının Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmasına karar verir!!!!!

Lozan Barış Antlaşması ile, kuzey-doğu Ege adaları Yunanistan’a bırakılır. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından işgal edilen güney-doğu Ege adaları, İtalya ile Müttefik devletler arasında yapılan 1947 Paris Barış Antlaşmasına uygun olarak askerden arındırılma koşulu ile yine Yunanistan’a devredilmiştir.

Batı Trakya Meselesi:

Osmanlı İmparatorluğu, 1912-1913 Balkan Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Barış Antlaşması ile Osmanlı Devleti Edirne dahil Midye-Enez hattının ötesinde kalan Trakya’yı ve bütün Rumeli’yi,  Balkanlı müttefiklere (Sırp, Yunan ve Bulgarlar) bırakmayı kabul eder. Bu antlaşma ile bütün Batı Trakya da tümüyle kaybedilir.

Bütün bunların sonunda, Osmanlı’ya savaş açan Balkan devletleri, Osmanlı İmparatorluğunun terk ettiği toprakların paylaşılması hususunda birbirlerine düşerler. İkinci Balkan Savaşı patlar. Sırp ve Yunan kuvvetleri Bulgarlara saldırırlar. Bu durumdan yararlanan Osmanlı güçleri, Midye-Enez çizgisini aşarak Edirne’yi kurtarır (23 Temmuz 1913). 10 Ağustos 1913’te Balkan Devletleri arasında imzalanan Bükreş Barış Antlaşması ile Batı Trakya Bulgaristan’a bırakılır.

Bükreş Barış Antlaşması’ndan hemen sonra, Türk milis kuvvetleri Batı Trakya’yı kurtararak burada “Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatası (Geçici Batı Trakya Hükümeti)” adıyla çok ilginçtir bir “cumhuriyet” ilan ederler !!!!!! 29 Eylül 1913’te Türk-Bulgar Antlaşması imzalanır. Bu antlaşmaya göre, Batı Trakya tamamıyla Bulgaristan’a bırakılır…. (Bu arada, Batı Trakya Geçici Cumhuriyeti’nin ömrü de 1.5 ay olur)

Batı Trakya 27 Mayıs 1920’de, Doğu Trakya da 25 Temmuz  1920’de Yunanistan kontrolüne geçer. 10 Ağustos 1920’de imzalanan ve Anadolu’daki Türk varlığı için bir “ölüm fermanı” anlamına gelen Sevr Antlaşmasına göre, Batı Trakya Yunanistan’a bırakılır.  

28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından kabul edilen “Misak-ı Milli”ye göre, Batı Trakya’nın kaderinin burada yapılacak bir “plebisit ( halk oylaması)” ile belirlenmesi esası kabul edilir. Batı Trakya’nın kaderinin burada yapılacak bir “plebisit”le belirlenmesi, Lozan Görüşmeleri sırasında kabul ettirilemez. Görüşmeler sonucunda, Batı Trakya Yunanistan sınırları içinde bırakılır. 

Batum Meselesi:

“3 Mart 1918 yılında Brest’de Bolşevik Rusya ve Almanya arasında yapılan ateşkes antlaşmasının (Brest Litovsk Antlaşması) 4. Maddesiyle Batum, Kars ve Ardahan illeri, halklarına kendi kaderini tayin hakkı tanınması koşuluyla Rusya yönetiminden çıkacaktı.(…) Batum ili konusu, özellikle 14 Mart-5 Nisan 1918 tarihleri arasında yapılan Trabzon Konferansı’nda aktif olarak incelendi(…) Görüşmeler sonuçsuz kaldı.

14 Nisan 1918 tarihinde Osmanlı Devleti ve Güney Kafkasya (Amier Kafkasya) delegasyonu liderleri, ortaya çıkan bu durumun görüşmelerde çatlaklık olarak kabul edilmemesini ve konferansa ara verilmesi konusunda anlaştılar. Ancak bu anlaşma ihlal edildi ve aynı gün Osmanlı askerleri Batum’u işgal etti.

Trabzon Konferansı'nın devamı niteliğinde olan Batum ateşkes görüşmeleri iki etapta gerçekleşti (11-26 Mayıs 1918 ve 31 Mayıs-4 Haziran 1918): Batum görüşmelerinin ilk etabı Güney Kafkasya Federal Cumhuriyeti ve Osmanlı Devleti arasında; ikinci etabı ise Osmanlı Devleti ile Güney Kafkasya’nın bu üç bağımsız cumhuriyeti arasında ayrı ayrı gerçekleşmiştir. 

(…)

Osmanlılar Güneybatı Gürcistan’da kendi idaresini kurdu.(…) Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve onun müttefiklerinin yenilmesi, Batum’da 6 ay süren Osmanlı idaresinin de sonu oldu.

1919 yılının başlarında tüm Batum ili ve Batum şehri Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin egemenlik alanı içindeydi. İngiliz askerlerinin başkomutanlığı General Cooke Collis’i Batum şehri ve Batum Olku/İlinin valisi olarak atadı.

(…)

7 Mayıs 1920’de Rusya ile Gürcistan arasında barış antlaşması imzalandı. Bolşevik Rusya (Sovyetler Birliği), Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanımakla birlikte Gürcistan’ı yeniden işgal etmeye hazırlanıyordu. Bu esnada İngilizler 7 Temmuz'da Batum'u Gürcistan'a terk etti. 

Şubat 1921’de Sovyet Rusya Gürcistan’a karşı savaş faaliyetlerine girişti.(…) 25 Şubat 1921 tarihinde Rus ordusu Tiflis’e girdi.

Ankara Hükûmeti, Rusya ile Gürcistan arasında devam eden çatışmaları fırsat bilip bu durumdan yararlandı ve Gürcistan hakimiyetindeki Artvin ve Ardahan’a savaş yapmadan girdi. Bolşevikler karşısından tutunamayan Gürcistan hükûmeti, Ankara'daki elçileri Simon Mdivani’yi görevlendirerek Batum, Ahıska ve Ahılkelek'in Ankara Hükûmeti tarafından işgali talebini 8 Mart 1921'de sundu. Bunun üzerine Türk güçleri 10 Mart 1921’de Acara’nın Hulo ve Keda yöresine girmesinin akabinde 11 Martta da Batum’a girmeye başladı. Bu esnada Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti son bulmuş ve Sovyet yanlısı Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştu. Yeni Gürcü hükûmeti, 16 Martta imzalanan Moskova Antlaşması uyarınca Batum'un Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bırakıldığını belirterek Türk güçlerinin Batum'u terk etmesini istedi. (…) 

 Kazım Karabekir Paşa, Moskova Antlaşmasına uygun olmayacak şekilde Batum'un önemli mevkilerinin ele geçirilmesini emretmesi üzerine Türk birlikleri 17 Martta stratejik noktaları ele geçirmek için harekete geçerken, Batum Valisi Miralay Kazım Bey'de TBMM adına şehri ilhak ettiğini bildirdi.(…) 

Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Sovyet Rusya'yı Batum'u işgale çağırması, Batum'da Bolşevik yanlılarının güçlenmesi ve Noe Jordania'nın Batum'u terk etmesinden sonra Gürcü ordusunun büyük kısmının yeni Gürcistan hükûmetinin yanında yer alması üzerine Türk güçleri ile General Giorgi Mazniaşvili komutasındaki Gürcü ordusuyla çatışmalar yaşanmış ve Türk güçleri şiddetli çatışmalardan sonra önemli noktaları ele geçirmişti. 18 Martta Kızıl Ordu birliklerinin şehre girmesiyle Kızıl Ordu Komutanı Orkonikidze ve İhtilalci Komite Başkanı Kavtaradze ile yapılan görüşmelerden sonuç çıkmamasıyla Türk-Gürcü çatışmaları devam etti. 20 Martta Kazım Karabekir Paşa'nın Moskova Antlaşması uyarınca geri çekilme emri üzerine Türk güçleri 21 Martta (1921) Batum şehrini terk etti” (Batum, tr.wikipedia.org/wiki/Batum)

Bütün bu tarihsel özetlemeleri yaptıktan sonra, “resmi tarih” karşıtı söylemin Lozan Antlaşması hakkında getirdikleri “temel tezleri” ve “eleştirileri” bir daha gözden geçirelim:

“2.5 milyon kilometre kare olan vatan toprağı, Lozan Antlaşması  Lozan Antlaşması ile 780 bin kilometre kareye düşmüştür”

Osmanlı’nın ilk toprak kaybı, 26  Ocak 1699  tarihinde imzalanan “Karlofça “antlaşması sonrasında olmuştur.  Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu için “gerileme döneminin başlangıcı” sayılan antlaşma, Viyana kuşatmasıyla başlayıp 16 yıl devam eden çok cepheli savaşları sona erdiren antlaşma olarak da bilinir. Antlaşmaya göre; Banat ve Temeşvar hariç, bütün Macaristan ve Erdel Beyliği Avusturya’ya, Ukrayna ve Podolya  Lehistan’a, Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakılır.

Bizler 2.5 milyon kilometre kare’den 780 bin kilometre kare’ye bir günde!!!! gelmedik. Yüzyıllar süren bir süreçten ve çöküşten sonra geldik!!!!

“Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Milli sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay Fransızlara, 12 Ada İtalyanlara,  İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a, Kıbrıs ise İngilizlere verildi.”

Bütün bu temel noktalar hakkındaki açıklamaları yukarıda detaylıca vermeye çalıştık. Bu cümlenin tarihsel gerçeklere ve vicdana uygunluğunu test etmeyi okuyucularımıza bırakıyoruz. Gerçekten de “Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da mı verdik? !!!!!!!”

“Youtube”da yer alan ve bir Tv kanalının tarih programından alındığı belli olan 2.5 dakikalık videoda Kadir Mısıroğlu Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi hakkında özetle şunları söylüyordu: “Yezid’e haksızlık ediyoruz ehli sünnet olarak !!!!!!! Yezid’in, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi konusunda hiçbir kabahati yok !!!!!  Yezid’i tekfir etmek (Sözlükte “örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” anlamındaki küfr (küfrân) kökünden türeyen tekfîr “küfre nisbet etmek, mümin diye bilinen bir kişi hakkında kâfir hükmü vermek” demektir- Yusuf Şevki Yavuz, “Tekfir” maddesi ,TDV İslam Ansiklopedisi, C.40, İstanbul, 2011, s. 350) caiz değildir” !!!!!  

Dileyen okuyucularımız (“Hz. Muaviye ve oğlu Yezid'e sövenler”, Üstad Kadir Mısıroğlu https://www.youtube.com/watch?v=fmj1RiRpzX8) linkinden bu videoyu seyredebilirler.

Yezid hakkında yine “çok ezber bozan ve alternatif bir tarih anlayışı inşa eden !!!!!” Kadir Mısıroğlu’nun görüşleri hakkındaki değerlendirmeyi de siz okuyucularımıza bırakıyoruz!!!!!!!!!

Yıllar boyu bitmek bilmeyen tartışmalara konu olan “Lozan Antlaşması”nı “olabildiğince” objektif bir şekilde kaleme almaya ve tarihsel gerçekleri ortaya sermeye çalıştığımız iki haftalık yazı dizisi sona ererken bir noktanın   altını çok kalın çizgilerle çizmek isteriz: Hiç abartmasız lise seviyesindeki sağlam bir İnkılap tarihi bilgisiyle kökten ve kolayca çürütülebilecek olan “resmi tarih” karşıtlarının, “Lozan Antlaşması” hakkındaki yaklaşımlarının yıllardır etkin ve tatmin edici bir şekilde “kamuoyuna” anlatılmaması ve bu konuda kamuoyunu ikna edici çabaların gösterilmemesi, tarihsel gerçeklere açık bir şekilde zıt olan tezlerinin “çürütülememesi”  çok ilginçtir gerçekten…. Çok sık tekrarlanan bir reklam sloganıyla yazımızı bitirelim: “Algı her şeydir!!!!”  

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —