Hastanenin Kapısı
Hastanenin kapısına kar doldu
Gafil düştüm yüreğime dert oldu
Anam hastaneye bende yatmazdım
Hastanenin köşeleri yurt oldu
**
Açma pencereyi değmesin yeller
Bugün efkârlıyım bilmesin eller
Köyüme varınca verem mi derler
Ölüm ver Allahım, ayrılık verme.
**
Cebimde kalmadı artık metelik
Sorma anam sorma ciğerim delik
Ağzımdan geliyor kan bölük bölük
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Ağaçlar gazeli yere serdiler
Sıladan haberi eller verdiler
Tabipler derdime eyvah dediler
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Muhannet kapısına hiç varmadım
Ben bu dünyadan da murad almadım
Dağlandı yüreğim, tükendi ömrüm
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Merdivenden çıktım yan basa basa
Ciğerim kurudu kan kusa kusa
Biliyorum anam ömrüm çok kısa
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Ölmeden kuzularımı göreyim
Anasız yavrularımı öpeyim
Dalsız bir ağacım, beni neyleyim
Ölüm ver Allahım ayrılık verme.
**
Başören´in yamacına dayandım
Eller güler iken, ben yandım durdum
Dağlardan çok dertler ile sınandım
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Çayırın düzünde kuşlar ötüşür
Cümle alem ocağında gülüşür
Sılama varmadan ecel yetişir
Ölüm ver Allahım, ayrılık verme
**
Sivas´tan yurduma haber ilettim
Gelemezsem beni beklemen diye
Kalmadı takatim, kurudu bağrım
Ölüm ver Allahım, ayrılık verme.
**
Hayın dünya sana meyli neyleyim
Ben de destanımı bir bir söyleyim
Bırakmadın bende murat alayım
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Komşular gelin halim dinleyin
Ağrıyıp incinmedim söyleyim
Kadir Mevlam buyruğu neyleyim
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
**
Mezarım üstünde yayılan koyun
Gelin komşularım elbisem yuyun
Uşahlar gelmeden mezara koyun
Ölüm ver Allahım ayrılık verme
HASTANENİN KAPISI
Türküler bu milletin hasret nidalarıdır adeta. Türkülerle söyleşilir, türkülerle ağlanır. Ana sütü gibi tertemiz demiş ya şair, işte öyle? Ayrılığa, acıya, hasrete, sevdaya dair türküler? Zaten temelden, yangın yeri yüreğiyle özdeş yaşayan Sivas, türkülerin engin kollarında dillendirir ahu zarını?
Bazen de tutuk bir seyre kabildir türküler. Dağa söylenir, yara söylenir, anaya söylenir vatana söylenir. Ama hepsinin de içinde, ana sütü gibi tertemiz duygular yüklüdür. Bazen yârdir türküler, bazen ana, bazen de atadır türküler. Derde düşen türkülerle söyleşir. Gurbete düşen türkülerin hasret telgraflarını gönderir, sılanın miski amber kollarına
Ama vazgeçmez Anadolu insanı, türküleri yaren edinmeden. Sukut vakitlerinde yanan çerağlar gibi, mısraların deli esrik seyrinden soyarak yılları, bir bir destanlaştırır ağıtları?
Ağıtta bir gelenektir Sivas´ta? Göz perisinin saraylarından araklanana gözyaşları, bir bilinmez derdi anımsatırcasına söyletir âdemoğlunu. Ama âdemoğlu arsızdır aslında. Ağıdın hemen yanı başında gülmeyi de konuk eder sebepsiz. Ağıt ve mutluluk iki yan heybede bir tılsım şerbeti endamında seyri alem eder adeta?.
Türkülerin ana damarını, yakılan ağıtlar şekillendirir. Acıya her dem namzet Sivas insanı, ağıtları isimsiz bir deryaya atarlar adeta. Ama ağıttır işte. İçi yananın ve dahi yanmaya tutuşanın, bir telli turna ile kaybedilenin ardına gönderdiği hicran namesi gibi bir işlev görür ağıtlar.
Hani hasret, hani ayrılık, hani gurbet? Hele gurbet, ayrılığın en acısıdır türkü ve ağıtlarda. Ölümden zor bir anlamı çağrıştırır adeta. ?Ölüm Allahın emri ya şu ayrılık olmasa?bir atasözü işlevi görerek türküleri destanlaştırır.
Ama neden hazırdır da aslında insanoğlu ağıtlara. Neden her daim hüzne gebedir? Neden hüzün bir canan gibi yanındadır? Hiçbir psikolog hala bu anlamlı derinliğe nüfuz edememiştir. Ama ağıttır bu derinlik işte? Hasrettir, türküdür özleyiştir? İçeriye doğru inen mahzen merdivenleri gibi sıra sıra gama, kedere dairdir her şey? Herşey bir anı sonsuza kadar uzatan türkülerin içine dalana kadardır.
**
Bir Anadolu kadınının sessiz sessiz ağıdındaki masumiyetini ne ifade edebilir? Hangi şair bu ağıt kadar samimi dizeler yazabilir? Hangi ressam bu ağıdı resmedebilir. Akşamın alacasında, gönle düşen bir çise gibi, gözyaşlarını akıtan bir yaşlı kadının, yemenisinin ucuyla gözyaşlarını sessiz sessiz silmesini, hangi kalem anlatabilir sahi? Hangi yazar romanında bu şekli tasvir edebilir? Hangi tiyatroda, gözyaşlarından örülü gerçek bir sahne oynanabilir?
Şu mısralara bakar mısınız?
?Ağaçlar gazeli yere serdiler
Sıladan haberi eller verdiler
Tabipler derdime eyvah dediler
Ölüm ver Allahım ayrılık verme?
Bir Sivas anasının, titrek mırıltısında, onun nazenin esrik bakışında ne destanlar gizlidir. O destanı okuyamamadır bütün sorun. Bütün sorun gönlün girdap saraylarında, o masum nidaları dinleyememektir. Bir çınar gibi, dizi dizi dizilen can anaların, yüreğe gönderdiği tılsımlar, cananın ömrü ile özdeşçesine kara toprağa namzettir.
Ağıtlarda bunu tamamlayan en önemli ayaktır. Ağıtlar da Anadolu insanının iç yangınlığını dile getirir. Bu iç yangınlığın nidasıyla söylenen nice ağıt, kültürümüzü tamamlar ve gelecek kuşaklara güzellikler bırakır. Ölüme yakınlık işte. Yavrulara hasret olmayı gerektirecek bir duruma doğru ilerleyen zamanlarda, hangi yürek çığlığını göndermez arşı alaya. İşte bir çığlık daha iniyor yüreğin girdap saraylarından:
?Ölmeden kuzularımı göreyim
Anasız yavrularımı öpeyim
Dalsız bir ağacım, beni neyleyim
Ölüm ver Allahım ayrılık verme.?
Hâsılı kelam varalım bu ağıtlı hikâyenin aslına sevgili okurlar. Hastanenin Kapısı ağıdı birçok yerde söylenmesine rağmen, asıl doğduğu topraklar Sivas´ın Altınyayla İlçesinin Başören Köyü´dür.
Ağıdı dillendiren ise, Arife Erdoğan. Genç yaşında amansız bir hastalığa duçar olan Arife Erdoğan, Sivas´taki hastanede bir müddet yatar.
Hastalığının iyileşmeyeceğini sezmiş olacak ki, bu duygularını şiirle ifade eder. Yalnız okuma yazma bilmeyen Arife Erdoğan, bu dörtlükleri bir hemşireye yazdırır. Ezberi de kuvvetli olan Arife Hanım, hastane çıkışı yanına gelenlere bu deyişleri okur. Hatta kendisi ile orada yatanlardan bir kısmı da, bu şiirlerin bazı bölümlerini yazarlar bir deftere.
Eşi Ali Erdoğan´dan da bazı bölümleri merak dürtüsü ile teyit ettirdiğimizi söylemek isterim. Darı bekaya irtihal etmeden nice önce, konuştuğumuz nice hoş zamanlarda, bu hikâye ile samimi nice şeyi de öğrendiğimi itiraf etmeliyim.
Ali Erdoğan´dan duyduklarımı hem hafızama, hem de küçük bir deftere kaydettim. Yıllardır yazmayı ve bu incelikli hikâyeyi okurlarla paylaşmayı murat ediyordum. Demek ki vakti zamanı dolmuş da,Altınyayla´nın Başören Köyü´nden sızmış olan bu mısralar, insanlarının yüreklerine doğru seyri suluk etmiş?
Bu destanın epeyce olduğunu şahsen bilmemize rağmen, çoğu bölümlerine ulaşamadık. Ulaştığımız bölümlerin bir kısmı burada mevcut. Diğer bölümleri de, zamanla okurlarla paylaşmayı murat ediyoruz.
Okuma yazma dahi bilmeyen bir Anadolu kadınının, irfan ruhundan süzülen bu mısraların, ne kadar samimi olduğunu anlatmaya hacet yok sanırım. Zamanın şartlarında, derdine derman bulamayan bir ananın, veda sukutu adeta...
Adım adım bu dünyadan göçmeye hazırlanan bir insanın, haleti ruhiyesini de açıklamaya yeter sanırım. Ama metaneti elden bırakmayan bir ruh dinamizmi.
Bu türküleşen ağıtta, nice de ahlar gizlidir belki de. İçinde biriktirdiği acıların dillendirilmesinin de ötesinde, evlatlarından ayrılacağı hissi, iyice içerisine yerleşen Arife Hanım´ın, Allaha masumane yakarışı da çok önemli. Zerre ayrılığı istemeyen bir ruh hali. Ayrılığın ölümden daha acı olduğunu dillendiren bir duruş?Ama mukadderata da boyun eğme inancı ve sadakati?
Anadolu´nun uzak yalnız bir köyünde, okuma yazma bile bilmeyen birisinin yüreğinden sızan bu mısralar, bizim insanımızın içinin ne kadar da zengin olduğunun bir nişanesi adeta.
Paranın, pulun, şanın şöhretin anlayamayacağı bu mısralar, bizi yeniden yürek ülkesine davet etmekte?
Uzunca bir bölümünü burada sizlere ilk defa sunmaya çalıştık. Ola ki diğer bölümlerini de duyan bilenler çıkar da, kültür hayatımıza bir katkı sunarlar?
Osman ÇELİK