II. Abdülhamid, Siyonist Theodor Herzl İle Niçin Görüşüyordu ?

II. Abdülhamid, Siyonist Theodor Herzl İle Niçin Görüşüyordu ?

OLCAYTO ŞAHİN Yazdı...

II. Abdülhamid, Siyonist Theodor Herzl İle Niçin Görüşüyordu ?

 

“Basel’de ben Yahudi Devleti’ni kurdum. Eğer yüksek sesle söylesem, bana bütün dünya güler. Oysa, belki beş fakat hiç şüphesiz ki elli yıl içinde herkes bu gerçeği görecektir. Yahudi Devleti’nin varlığı manevi temellere oturtulmuştur. Bu devlet Yahudi halkının bu konudaki bu konudaki istek ve azmi ile kurulmuştur.”

            XIX. yüzyılın sonlarına doğru, “siyonizmi” bir siyasal hareket  halinde dünya gündemine sokan ve 1948 yılında ilan edilecek olan İsrail Devleti’nin “manevi babası” sayılan Theodor Herzl, 1897 ağustosunda kendi önderliğinde gerçekleştirilen I. Dünya Siyonist Kongresi’nin bitiminden üç gün sonra hatıra defterine bu cümleleri tarihe bir not olarak düşüyordu!!!!!!!!!!!!!.

           Gerçekten de, Siyonist Herzl’in Yahudi Devleti hakkındaki bu öngörüleri çok şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşecek ve I. Dünya Siyonist Kongresi’nin gerçekleşmesinden tamı tamına  elli yıl sonra İsrail Devleti 1948 Yılında David Ben Gurion tarafından ilan edilecekti!!! 

            “Siyon” sözcüğü, Kudüs yakınlarındaki Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki  Siyon Kalesi’ni belirtmek için kullanılır. Tevrat’taki birçok ayette, İsrailoğullarından “Siyon halkı, Siyon’un oğulları ya da kızları” olarak bahsedilmektedir. 

             Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olarak “Siyonizm”, ilk milliyetçi Yahudi öğrenci hareketi Kadimah’ın kurucusu Avusturyalı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından kendi çıkarttığı “Selbstemanzipation” adlı gazetede, 1890 yılında ortaya atılmıştır.

Politik Siyonist akımının kurucusu olarak kabul edilen Theodor Herzl, 1860 yılında Macaristan’da doğar. Kız kardeşinin ölümünün ardından, 1878 yılında ailesi ile birlikte Yahudi popülasyonunun çok yoğun olduğu Viyana’ya göçerler. Hukuk eğitimi görmesine rağmen, gazetecilik yaşamına atılır. ‘Neue Freie Presse’ adlı derginin önce Paris muhabirliğini, sonra edebiyat yönetmenliğini yapar. 

Henüz genç bir muhabirken şahit olduğu ve Fransa’da patlayan ‘Dreyfus Olayı (Dreyfus Olayı; 1894 yılında, Fransız Ordusu’nda askerlik yapan  Yahudi kökenli yüzbaşı Alfred Dreyfus’un haksız yere casuslukla itham edilerek yargılandığı dava ve ardından gelişen olaylar olarak bilinir)’ düşüncelerini kökünden değiştirir ve kafasında politik Siyonizm akımı düşüncelerinin oluşmasını sağlar. 

Theodor Herzl, Yahudi aydınlanması akımı “Haskala”ya mensup bir hukuk doktoruydu. Sistemleştirdiği politik Siyonizm akımı, dinsel referanslara da yer vermesine rağmen, seküler yönü ağır basan bir hareket olarak tanımlanabilir.

1896 yılında Dünya Yahudiliğinin manifestosu sayılan “Der Judenstaat: Yahudi Devleti” isimli kitapçığı yayımlanır. Gösterdiği yoğun çabalar sonucunda 1897 yılında İsviçre’nin Bazel kentinde I. Dünya Siyonist Kongresi toplanır. Kongrenin sonunda, tüm dünyadaki Yahudilerin Filistin’deki ‘Vaad Edilmiş Topraklara’ yerleşiminin hızlandırılması kararı alınır.

Herzl, ‘İbrani dinine değil de, ırk saflığına dayanan bir Yahudi devleti kurulması’ fikrini savunuyordu. Bu fikrini hayata geçirebilmek için, Milli Yahudi Bankasını kurdu ve Filistin’de toprak satın almak için milli bir fon oluşturdu.

Aslında, Siyonistlerin asıl amaçları “vaad edilmiş topraklara” geri dönmek idiyse de, Britanya ve müttefikleri arasında ortaya çıkan çelişmelerden dolayı (örneğin, Fransa)  uzun süre Filistin’e yerleşim dışında değişik alternatifleri de göz önünde tutulmuştu (örneğin, Uganda, Arjantin, Kanada ve hatta Texas seçenekleri). Fakat bilhassa, II. Dünya Savaşı sonrasında Dünya konjonktürünün tamamen Yahudilerin lehine dönmesinden dolayı Filistin’de bir devlet kurabilmeyi başarabilmişlerdir.

“Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmasını, 1854 yılında Kırım savaşı esnasında savaşın getirdiği harcamaları karşılamak için gerçekleştirmiştir. İmparatorluk, bu tarihten başlayarak 1874 yılına kadar 20 yıl gibi kısa bir sürede 15 dış borçlanma yapmış ve bunlardan eline 127 milyon Osmanlı altın lirası geçtiği halde 239 milyon lira kadar borçlanmıştır” (Faruk Yılmaz, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dış Borçlar (Duyun-u Umumiye), Ankara, Berikan Yayınları, 2003, s.60).

Alınan bu dış borçların  verimli kullanılamaması ve tabiri caizse “çar çur” edilmesi sonucunda, değil borçlar, alınan borçların faizleri bile ödenemez hale gelir. 

1880’li yılların başında, Osmanlı mali sistemi tamamen iflas etmiş durumdaydı.1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, devlet öyle bir mali bunalıma sürüklendi ki; Osmanlı Bankası ile Galata bankerlerinden alınan iç borçların bile ödenemeyeceği açıklandı. II. Abdülhamit, Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Avrupa devletleri nezdinde yaptığı temaslarla 252 milyon Osmanlı altın lirasını bulan borçlarda %52 oranında indirime gidilmesini sağlayarak borç miktarını 125 milyon liraya indirmeyi başarmıştır. Bu sayede, yıllık borç taksidi ödeme miktarları da ödenebilir bir seviyeye indirilmişti.     

İç-dış borçları ödeyemez hale gelen Osmanlı İmparatorluğu’ndan alacaklarını tahsil etme çabası içine giren  Batılı Devletler, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için 1881 yılında Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) adı altında dış borçların ödenmesini sağlayan bir kurum oluştururlar. Duyun-u Umumiye,  devletin damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan gelirlerinin hepsine el koyuyordu. Düyunu Umumiye’nin el koyduğu gelirlerin miktarı, toplam Osmanlı gelirlerinin yaklaşık %30’una tekabül ediyordu. (Osmanlı dış ve iç borçlarının o kadar ölümcül ve yıkıcı tesirleri olmuştu ki, Düyun-u Umumiye’ye olan borçlar, ancak 1954’de (ilk borçlanmasının yapılmasından tan yüz yıl sonra) ödenen son taksitle  tasfiye edilebilmişti)!!!!!!!!

İşte Sultan II. Abdülhamid-Siyonist önder Theodor Herzl görüşmeleri, bu yüzden başlamıştı. Siyonistlerin lideri 1896 ile 1902 yılları arasında tam beş kez İstanbul’a gelerek çeşitli temaslar yürütmüştü. Amacı, dış borç ödemelerinde çok sıkışmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu borçlarının ödenmesinde gösterilecek  kolaylıklar karşılığında Filistin’de özerk bir Yahudi devleti kurma projesiydi. 

Siyonist lider, özellikle 1880’li yıllardan sonra hız kazanan Filistin’de bir “özerk Yahudi devleti” kurma projesini hayata geçirebilmek için ilk defa 1896 yılında İstanbul’a gelir. Yanında, Yahudi kökenli Polonyalı Philipp Newlinski vardır. Newlinski, Siyonist Theodor Herzl’in İstanbul ve Balkan ülkelerindeki diplomatik ajanı olarak biliniyordu. (jewishvirtualli-brary.org- “Philipp Newlinski” maddesi) 

Aynı zamanda Newlinski, Sultan II. Abdülhamid’le yakın ilişkiler geliştirmiş bir kişiydi. Politik dehasıyla bilinen II. Abdülhamid, bu kişiyi Avrupa ülkelerinden haber alabilmek için hafiyesi olarak kullanıyordu.  Herzl de bu durumu kullanarak Sultanla irtibat kurar. Kendisi II. Abdülhamit’le direkt görüşme olanağı bulamamasına rağmen, tekliflerini Newlinski vasıtasıyla Sultana iletir. 

Herzl, Filistin ve Hayfa çevresinin Yahudi yerleşimine açılması karşılığında Osmanlı devletinin dış borçlarının ödenmesi konusunda yardım önermektedir. Ancak yeri gelmişken hemen belirtelim ki; birçok kaynakta “Herzl’in Sultan’a   tüm Osmanlı dış borçlarının ödenmesi” yolunda bir teklif ilettiği öne sürülür ki bu iddialar doğru değildir. Çünkü, Herzl, 20 milyon Sterlin’lik bir kaynaktan  bahsetmektedir ki bu Osmanlı dış borçlarının sadece çok küçük bir kısmıdır. Bu teklife Sultan II. Abdülhamid’in cevabı şu şekilde olacaktır:

“(…) Türk İmparatorluk toprakları bana değil, Türk Milleti’ne aittir. Bu İmparatorluğun hiç bir parçasını hiç bir kimseye veremem. Yahudiler şimdilik milyarlarını biriktirsinler. Kim bilir, bir gün bu İmparatorluk paylaşılırsa, onlar da istediklerini, belki de bir şey ödemeden elde edebilirler. Fakat ancak kadavramız paylaşılır, canlı vücuttan parça koparılmasına müsaade edemem.” (Siyonizm’in ve İsrail’in Kurucusu Theodor Herzl Hatıralar, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2002, s. 81)

Ünlü Siyonist Theodor Herzl, ikinci kez İstanbul’a 1898 yılında gelir. Bu gelişine, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Sultan II. Abdülhamid’i ziyareti vesile olmuştu.  Herzl, onun Sultan üzerindeki nüfuzunu kullanmak istemekteydi. Aslında, Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu Yahudi nüfusunun ülkelerindeki güçlü konumundan büyük rahatsızlık duymaktaydılar. Yahudiler, bu ülkelerde finans ve basın sektörünün büyük bir kısmını ellerinde tutuyorlardı. Bu yüzden, Alman İmparatoru II. Wilhelm de Yahudilerin Avrupa dışındaki herhangi bir yere yerleşimlerine sıcak bakıyordu. 

Nitekim, Yahudiler Almanya, Avusturya ve Polonya ülkelerinde hatırı sayılır bir nüfus yoğunluğuna sahiptiler. Örneğin,  I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış Almanya’da yönetime el koymaya çalışmışlar ve devlet aygıtını ele geçirmeye ramak kalmışken Alman Ordusu tarafından  engellenmişlerdi. Alman İmparatoru Wilhelm tarafından II. Abdülhamid’e iletilen bu niyetler kesin bir dille reddedilmişti. Fakat en sonunda Theodor Herzl, 1901 yılında Sultan II. Abdülhamid’le direkt görüşme imkanını yakalar. Eski arabulucu Newlinski 1899 yılında ölmüştür. Görüşme için bu seferki arabuluculuğu, ünlü Yahudi asıllı Macar doğu bilimci Arminius Vambery yapıyordu. Newlinski gibi Vambery de siyonistti. Çok karanlık ilişkiler geliştirmiş olan Vambery, Britanya İmparatorluğu’nun Doğu’daki en önemli ajanlarından birisi olarak biliniyordu.

            On iki dili çok rahatlıkla konuşabilen Vambery, beş din değiştirmiş en son ateistlikte karar kılmış bir siyonistti. Orta Asya’ya uzun geziler düzenlemiş bir Türkologdu. Fakat aynı zamanda pek çok ülkenin çift taraflı çalışan ajanıydı. II. Abdülhamid’in de ajanlığını yapıyordu. Theodor Herzl ile II. Abdülhamid 17 Mayıs 1901 tarihinde Saray’da baş başa görüşürler. Görüşmeyi, Herzl hatıratında şu şekilde anlatmaktadır:

            “Birkaç dakika beklemiştik ki, antrenin sağında bulunan kabul salonuna beni vestibülden (binanın giriş salonu, hol) geçirerek götürdüler. “Sultan” önümdeydi. Tam hayal ettiğim gibi: Küçük, zayıfça, büyük çengel burunlu, büyük, hafif boyanmış sakallı, zayıf, titrek sesli…Üzerinde selamlıkta giydiği büyük üniforması var. Eldivenlerini ve elmaslarla süslü madalyasını takmış. Elini uzattı ve oturduk. Koltuğuma derhal ve mükemmelen gömüldüm. O ise divana kılıcı bacakları arasında oturdu.

            (…) Dünyanın başka köşelerinde Yahudilere karşı girişilen zulümleri hatırlattım. Kendisi hesabına, İmparatorluğunun bütün sınırlarını iltica etmek isteyen Yahudilere açık tuttuğunu söyledi. O zaman dedim ki: “Profesör Vambery, beni kabul buyurmaya hazır bulunduğunuzu söylediği zaman aklıma eski bir hikaye olan “Aslan ve Androcles” kıssası geldi. Majesteleri aslan, bense belki bir Androcles (efsanevi Romalı köle) olabilirim ve belki aslanın pençesinden çekilip çıkarılması gerekli bir kıymık vardır.

            Komplimanı gülerek kabul etti. Kendisine “Apaçık ve basit tarzda devam edebilir miyim?” diye sordum, rica ettiğini söyletti. “Kıymık”, dedim “Düyun-i Umumiye’dir. İnanıyorum ki bu kıymık çıkarıldığı vakit Türkiye hayatiyetine kavuşacaktır.”

            İç çekti ve aynı zamanda güldü. Cevabını İbrahim tercüme etti: Zat-ı şahane, şerefli saltanatlarının ilk gününden beri bu kıymığı çıkarmak için uğraştılar ama boşuna. Çünkü muhterem selefleri zamanında bu kıymık ete derin bir şekilde yerleşmişti ve şimdi çıkarılamıyordu. Ve eğer siz bu konuda bir şeyler yapabilirseniz iyi olur. 

            (…) Mezkur teşebbüsü dünyanın her tarafındaki borsalarda bulunan dostlarım vasıtasıyla Sultan’ın birazcık desteğini kazanabilmek için yapabileceğimi söyledim.(…) Bundan sonra Sultan, halihazırda münakaşa edilen, borçların birleştirilmesi  meselesine geldi. Ben mesele nedir diye sordum. Daima bir dikkat ile dinleyen İbrahim’e (saray tercümanı) bana nakletmek üzere açıkladı: “Borçların birleştirilmesi demek, eski borç yerine son senenin açığını kapatmakla kullanılacak bir veya bir buçuk milyon bulup bütün borçları yeni bir borç haline getirmekmiş” öğrendim.

            “Nasıl, bu kadar az bir şey için mi?” diye omuzlarımı hayal kırıklığımı anlatacak şekilde sarsarak haykırmışım. Hükümdar, görünür biçimde duygularımı paylaşıp omuzlarını silkeledi ve hüzünle gülümsedi.(…) Diğer taraftan Yahudileri okşayacak bir jestin belirteceğim bir vakitte yapılmasını da hatırlattım. Nihayet borçları birleştirme projesinden ve mali durumdan haberdar edilmem lüzumuna da işaret ettim.” (Siyonizm’in ve İsrail’in Kurucusu Theodor Herzl Hatıralar, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2002, s. 234-241)

Sarayın tercümanı İbrahim Bey, 4 Şubat 1902’de Herzl’e bir telgraf çekerek, “planı kesin ve açık olarak izah etmesi için” O’nu İstanbul’a davet eder. Bu durumdan ümitlenen Herzl, derhal İstanbul’a gelir. Fakat, Padişahla yüz yüze görüşme isteği kabul görmez. Bunun yerine, II. Abdülhamid’in danışmanı İzzet Paşa’yla görüşürler. İzzet Paşa Padişahın önerilerini sıralar: “Bir Osmanlı-Yahudi bankası kurularak Osmanlı mali sisteminin ıslah edilmesi, Türk madenlerinin işletilmesi karşılığı Yahudiler’in  Osmanlı ülkesine kabul edilmeleri. Yalnız, gelecek Yahudiler, Filistin dışındaki bir alana yerleştirilecekler, Osmanlı vatandaşlığına geçecekler, askerlik bile yapacaklar, toplu değil dağınık olarak iskan edileceklerdi. Herzl, hâtıratında  “Filistin’siz bir  imtiyazı derhal reddettim” diye yazar. Osmanlı yönetimi de kendi isteklerinde ısrar edince, Herzl 21 Şubat’ta İstanbul’u terk eder. (Süleyman Kocabaş, Tarihimizde Komplolar Odaklar…Olaylar, İstanbul, Vatan Yayınları, 2010, s.89)

Herzl, İstanbul’a Yıldız Sarayı’ndan yeniden bir telgraf alması üzerine Temmuz 1902’de son defa gelir. Yine Sultan’la görüşmeyi başaramaz. Sadrazam Said Paşa’yla görüşür. Herzl, bu sırada 25 Temmuz 1902’de Tarabya’dan II. Abdülhamid’e bir mektup gönderir. Mektupta; “II. Abdülhamid’in Yahudilerin Mezopotamya’da dağınık olarak yerleşmelerine izin verdiğinden söz ederek, bunun yeterli olmadığını, Filistin ve Hayfa’yı da istediklerini ve bunun karşılığında Osmanlı dış borçlarının  %80’ini ödemeyi taahhüt etmektedir”. Osmanlı teklifleri aynen  tekrarlanınca, görüşmeler kesilir. Herzl, 4 Ağustos 1902’de İstanbul’u terk ederken hatıra defterine şunları yazıyordu: “Son selamlaşmalardan sonra Ali Baba ve Kırk Haramiler mağarasından çıktım.”!!!

            II. Abdülhamid, 1896’dan 1902’ye kadar kesintisiz altı yıl boyunca Siyonist lider Theodor Herzl’le neden görüşmüştü? Filistin ve çevresi olmasa bile Yahudilere yerleşim yeri olarak Mezopotamya’yı (Kuzey Irak çevresi) göstererek, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun parçaları olan toprakları Siyonistlerle müzakere konusu mu yapmıştı? 

            Şüphesiz ki, sadece Türk tarihinin değil dünya tarihinin de en önemli politik dehalarından birisi olan ve yönetimi sırasında müthiş bir denge siyaseti izleyen II. Abdülhamid, bütün bu yıllar boyunca çok incelikli bir politika yürüterek siyasi siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’i kelimenin tam anlamıyla ülkemiz çıkarları için  “kullanmıştı”!!! 

            Siyasal dengeleri çok iyi hesap eden politik deha II. Abdülhamid Herzl’le görüşmelerini hiç kesintisiz altı yıl boyunca sürdürürken, Osmanlı dış borçlarını ödemek için söz konusu edilen miktarda paranın Siyonistler tarafından sağlanamayacağını çok iyi biliyordu. Herzl’le görüşmelerin ısrarla sürdürülmesinin temel amacı, Avrupa devletleriyle sürdürülen “dış borçların birleştirilerek tek kalemde toplanması” görüşmelerinde bir alternatif ve denge unsuru olarak kullanılma isteğiydi. Nitekim, bu amaca erişilmiş ve dış borçlar 32 milyon altın liraya kadar düşürülmüştür: 

            “Bu arada “Tevhid-i Düyun (Borçların Birleştirilmesi)” sonucu Osmanlı Devleti, mevcut borçlarını 75 milyon liradan 32 milyon liraya düşürdü ve bu şekilde bir kalemde toplanan borçlar yeniden yapılandırılmış oldu. II. Abdülhamid ileriki yıllarda da, kafasındaki plan doğrultusunda, borçların ödenmesi için özel bir çaba sarf etti. 

            Nitekim II. Meşrutiyetin ilan edildiği ve giderek kendisinin devre dışı kalacağı 1908 yılında, dış borçlar 25 milyon liraya inmişti ki, bunun anlamı borç miktarının devletin bir yıllık gelirlerine denk düşecek şekilde azaltılmış olmasıydı. II. Abdülhamid’in iflas etmiş bir ülke devraldığı 1876 yılında, borç miktarının bir yıllık gelirin 14 katı olduğunu belirtecek olursak, gelinen noktanın ne kadar önemli olduğu kolaylıkla anlaşılır.”(Vahdettin Engin, Pazarlık, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2010, s.136-137)

            II. Abdülhamid, Herzl’le görüşmeleri yürütürken adeta “bir taşla on kuş vurmuş!!!” ve pek çok sıkıntılı alanda Siyonist liderden yararlanmıştı. Sultan, Yahudilerin ellerinde tuttukları finans ve basın gücünden de yararlanmak istiyordu. Abdülhamid, O yıllarda devletin başını ağrıtan “Ermeni Meselesi” konusunda da Herzl’den yararlanmıştı. Herzl,1896 Temmuz’unda Nazarbek adlı  bir Ermeni liderle Londra’da bir görüşme gerçekleştirmişti. Herzl görüşmede Sultan Abdülhamid nezdinde Ermeniler için arabuluculuk yapabileceğini söylemişti. 

             Herzl, Avrupa’daki Jön Türk muhalefetine karşı da kullanılmıştı. Siyonist lider; 18 Haziran 1901 tarihli mektubunda “emir verildiği takdirde Paris’teki Jön Türklerin lideri Ahmed Rıza Bey’in ortadan kaldırılmasının sağlayabileceğini” belirtiyordu.

            Fakat bu durum “ilânihaye” devam edemezdi ve sonuçta görüşmeler 1902 Temmuzunda Avrupa ülkeleri ile gerçekleştirilen “ dış borçların birleştirilmesi” anlaşmasıyla birlikte sona ermişti. Nitekim, görüşmelerin kesilmesinden sonra Siyonistler, Jön Türk akımı içerisine sızarak  1908’de II. Abdülhamid’i düşürmeyi başarmışlardı. II. Abdülhamid, 1908 Jön Türk hareketiyle birlikte iktidardan düşürülerek Selanik’e sürgün edilir. II. Abdülhamid, sürgün esnasında Selanik’teki muhafızlarından Yüzbaşı Debreli Zinnun’a şunları söylüyordu. “Şimdi burada çektiklerim, Yahudiler’e yurt göstermeyişimin cezasıdır.”!!!!!!!!!