İLK ZAHİTLER VE MUTASAVVIFLAR

İLK ZAHİTLER VE MUTASAVVIFLAR

İLK ZAHİTLER VE MUTASAVVIFLAR

Bu konuda ki yazıları, son zamanların Hadis sahasında büyük araştırma yapan Konyalı Muhiddin UYSAL Hocanın ?Tasavvuf kültüründe Hadis? isimli eserinden istifade ederek yazdım.

İlk dönemde Hadis: İslam-ı bütün saflığı ile görüp yaşayan toplum, Hz. Peygamber (s.a.s)?in dini ve fikri önderliğinde yaşayan ?Sahabe? toplumudur. Hz. Peygamberin vefatıyla vahyin kontrolünde ki bu safiyet, yerini bulanıklığa bırakmaya başladı. İslam?a yeni açılan coğrafyalarda eski medeniyetlerin de

Daha önceleri ilim deyince akla ilk gelen ?hadis? kastedilirken, Hicri ikinci ve üçüncü asırdan itibaren, sosyal ve kültürel şartların zorlamasıyla kaçınılmaz olarak Fıkıh, Tefsir, Kelam ve Tasavvuf gibi disiplinler belirmeye ve kendi metotlarını ortaya koymaya başladılar. Bu ilim dallarının hepsi, Kur?an ve Hadis ilmi ile bağlarını sürekli vurgulama içinde oldular.

Hadisle ilişkileri çok yoğun olan ?İslam-i? bilim dallarına dönersek, önce ?Hadise? dayanmayan hiçbir ilim dalının İslam-i görülüp meşru olduğunu iddia etmek mümkün değildi.

Zühd hareketinin tasavvuflaşma süreci ve ilerleyen zamanlar, Sofilerin kendi düşünce ve gönül dünyalarına uygun içerikte haberleri, Hadislerin lafızlarından çok arka planlarına bakarak kendi istekleri doğrultusunda mana ve yorumlar çıkarmaya başladılar.

Tasavvufun, sahabe hayatında ki ismi olarak gösterilen ?Zühd? aslında sahabe hayatında yaşandığı söylenemez. Tabiin ve onların takipçileri zamanın da halktan uzak yaşayan, bu gün ki deyimle ?Etliye, sütlüye karışmayan bir yaşam tarzı İslam?ın ön gördüğü bir yaşama şekli değildir. Zaten Zühd kelimesi Kur?an-ı kerimin Yusuf suresi 20. ayetinde şu manada geçer. ?Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.? Yani zaitlik, bir şeye değer vermemek anlamına geliyor

Zühd hareketinin öncüleri: Ebu Nuaym (430)in bildirdiğine göre sahabeden sonra Abdillah (60), Aklama b.. kays (60), Ebu Müslim El Halvani (62), Hasan El Basri (110), Sabit el Bünani (120). Zeki Mübarek?in kaydettiğine göre Malik b. Dinar (181), Eyyup es Sahtiyani (131), Muhammed b. Evsa, Ferkat es Senci (131) ve Abdülvahit b. Zeyt ile varlığını sürdüren zühd hareketi özünde zühdü barındırarak Sofileşmeye başladı.

İlk Sofi ismi alan Zahitler: Ebu Haşim es Sofi (150), Cabir b. Hayan ( 253), Abdülkerim Abduk (210) dur. Tasavvuf tarihçileri, Tasavvuf kelimesinin Hicri ikinci asırda kullanılmaya başlamasına ittifak etmişlerdir. İbni Teymiye, Tasavvuf kelimesinin ikinci hicri asırda ortaya çıktığını fakat üçüncü asırda meşhur olduğunu söyler.

Zühd hareketinin Tasavvufa dönüştüğü bu asırlarda bu fikri çizginin güçlü şahsiyetleri şunlardır: Fudayıl b. İyad (189), İbrahim b. Edhem (161), Davut et Tai (165), Maruf el Kerhi (200), Bişr el Haris (227), Haris el Muhasibi (243), Zunnun el Mısri 8245), Seri es Sakati (251), Sehl b. Abdillah el Tüsteri (273) Ebu Yazit el Bestami (261), Ebu Hamza el Bağdadi (289) ve Cüneyd el Bağdadi gibi isimler ilk akla gelenlerdir.

Hicri ikinci asrın sonlarına doğru ?Zühd? hareketi artık yerini Tasavvufa bıraktı. O, dönemlerde ortaya çıkarak Kur?an ve sünnet temellerine bağlı bir ilmi disiplin şeklinde İslam toplumunda yerini alan fıkıh ilmine alternatif olarak bir de Tasavvuf ilmi doğdu. Tabiatıyla bu, şeriat bilgisini ikiye ayrılması anlamına geliyordu. Fıkıh, İslam?ın zahiri cephesini ortaya koyarken, Tasavvuf, İslam?ın Batıni cephesini inceleyen, esrarını araştıran, ibadetlerin ruha etkisini sorgulayan bir ekol olarak ortaya çıkmıştı.

İbni Arabî hakkında en büyük araştırmayı yapan Afifiye göre, Tasavvufta ilk defa Basra ekolü ortaya çıktı. Bu değişim sonucunda Tasavvuf, Kur?an, Sünnet ve sahabelerin yaşantısından uzaklaşarak yavaş-yavaş, nefisle ilgili bir kısım rahatsızlıkları tedavi etmeyi amaçlayan psikolojik araştırmalara, belli riyazat ve müşahede şekillerine dayanan sistematik bir ruhi hayata dönüştü.

Bazı kaynaklarda Tasavvuf?un ikinci devresi olarak belirlenen hicri üçüncü ve dördüncü asırlarda ki temel meseleleri, Vecd, Keşif ve Zevk olarak özetlenebilir. Tasavvuf bu dönemde, kalbi arındırarak marifet elde etme metoduna dönüştü. Sofiler, kendilerinden başkasının anlayamayacağı gaybi manaları keşfetme yoluna girdiler. Bu nedenle ilgilendikleri Tasavvuf mesleğine ?Sırlar ilmi, Mükaşefe ilmi, hal ve makam ilmi adını verdiler.

Tasavvufla ilgili olarak üçüncü ve dördüncü asırlarda yaşanan bir kısmı ile şeriattan uzaklaşma olarak algılanan bu baş döndürücü değişim ve yabancı kültürden etkilenme olgusu, dördüncü asrın sonlarına doğru bazı Sofi yazarların olumlu çabaları sonucu Kur?an ve Sünnetin prensipleri ile uzlaşma ve örtüşme gayretine girdi.

Bu olumlu havayı yazdıkları eserlerle Şu Sofiler öne çıkardı. Gülabadi (380) ?et Taarruf?, Kuşeyri (465) ?er Risale?, Ebu Nasr es Saraç (465) ?el Lüma? ve özellikle Gazali (505) ihyası etkili olmuştur.  Fakat bu eserlerde de keşif ve müşahede yoluyla elde edilen bilgilerin, akıl ve nakil yönüyle elde edilen bilgilerden üstün olduğu iddia edilmektedir.

Hicri altıncı asırdan itibaren Zahitlik dönemi bitmiş ve Tasavvuf artık Tarikatlar olarak şekillenmeye başlamıştır. Bu dönem, İbn Arabî (638) ve onun çizgisinde ki bazı sofilerin katkısıyla ?Vahdeti Vücut? düşüncesinin sistemleştirildiği zaman dilimi olmuştur. Bu asırda artık tasavvuf bir felsefi hal almış, gaybın sırlarına vakıf olmak, Esrarengiz kuvvetlerle kâinatta tasarrufta bulunmak, akıl ve nazari delilleri aşağılayarak, marifet, ilham ve keşfi yüceltmek bu dönem mutasavvıflarının âdeti haline gelmiştir.

Bu dönemden itibaren kurdukları tarikatlar kendi isimleri ile şöhret bulan mutasavvıfların önde gelenleri şunlardır: Abbdülkadir Geylani (561), Hoca Ahmet Yesevi (562), Ahmet er Rıfai (578), Necmeddin el Kübra (618), Ebu Ömer es Sühreverdi (632), Şazeli (654), Mevlana (672), Bahauddin Nakşibend (791), Ömer Ekmelettin el Halveti (800) ve Hacı Bayramı Veli, kurulan tarikatların başlıcalarıdır.

Bu tarikatlar, içlerinde var olan hurafe ve bid?atlere ilaveler yaparak Cumhuriyet dönemine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılmalarına rağmen, gizli olarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bazı devlet ricalinin müsamahası ile varlıklarını devam ettiren tarikatlar, maalesef kayda değer, orijinal bir tasavvuf eseri ortaya koyamamışlardır. İyi niyetle ortaya konmuş bazı mütevazı gayretler bulunsa da bunlar, eskinin noksanlarını üzerinde taşıyan ve Hadis ilmine uygunluk taşımayan eserler olarak literatürde yerini almıştır.



Anahtar Kelimeler: 0