Tarih: 23.04.2024 18:00

İMAMIN KATIRI!

Facebook Twitter Linked-in

İMAMIN KATIRI

Değerli okurlarım, zaman zaman sizlerle yetmişli yıllarda Sivas Ulaş Karacalar Köyünde ilk öğretmenliğim sırasında yaşadığım bâzı öykülerimi paylaşıyorum. Bunların kimileri komik, kimileri hüzünlü ama kesinlikle yaşanmış gerçek hayat hikâyeleridir.

Haydi, biraz reklam olsun. Bu hikâyelerimi SU YANGINI ismiyle bir araya getirip geçen sene yayınladım. Kırk kadar yaşanmış hikâye, hepsi birbirinden güzel. Bu kitabım bir edebiyat ödülü de aldı, elbette çok mutlu oldum. Ama kitabımı Sivas’tan, Ulaş’tan, köyüm Karacalar’dan pek alan yok. Mâlum, okuma alışkanlığımız yıllar içinde yavaş yavaş yok oldu. Hepimizin elinde birer cep telefonu, birer bilgisayar, birer tablet… Sosyal medyanın esiriyiz maalesef.

Ben yıllardır sosyal medya kullanmıyorum. Facebook’um, Whatsapım, İnstrangamım, Tik tokum falan yok. Haberleşmem gereken dostlarımla eski usûl telefon, SMS mesaj veya mail yoluyla haberleşiyorum, tavsiye ederim, pek rahat.

Öykü kitabım SU YANGINI bütün internet kitapçılarında, DR’larda, her yerde ama okuma alışkanlığımız olmadığından, kitap raflarda yığıldı kaldı. Önemli değil, ben yine yeni öyküler yazmaya devam edeceğim.

Bu yazımda sizlere tekrar Bahattin İmam’dan bahsedeceğim. Sanırım daha önce onu anlatmıştım. Sevgili dostum rahmetli Bahattin İmam, köy ahâlisinin ifâdesiyle Kör İmam, rahmetli Sefer Ayten Ağabeyimin taktığı lâkapla “Pörtlek Hoca”.

Bu hikâyem de diğerleri gibi bire bir yaşanmıştır.

Keyifli okumalar dilerim.

SU YANGINI kitabımı almayı unutmayın ki yazmakta olduğum diğer öykülerimi yayınlayabileyim. Tüm dostlarıma, hemşehrilerime saygı ve selamlarımla.

https://www.muzikegitimi.net/su-yangini/

 

***

10 Ekim 1978

Buradaki üçüncü senem, ders yılı başı. Okulların açılmasına bir hafta kala geldim köye.

Yaz mevsimi bitmiş, harmanlar kaldırılmış, sebzeler kurutulmuş, kışlık hububat çuvallara doldurulmuş, Ulaş pazarında satılanlar satılmış, satılamayıp kalanlar ise kışlık tüketim için evlerin küçük ambarlarına konulmuş. Tezekler, kermeler yuvarlak yuvarlak kurutulup evlerin avlularına yığılmış, sonbahar başındayız ve artık kara kışı karşılamak üzere herkes hazır.

Ders yılı başladı, ikinci haftadayız. Çocukların hepsine birden Türkçe kitabından okuma ödevi verdim. Sınıfın penceresinden köyü ve uzaktaki Ulaş yolunu seyrederek bu sene neler yapabileceğimizi düşünmeye başladım. İlk yıl Ulaş Çiftlik İlkokulu ve geçen yıl Baharözü

İlkokulunda yaptığımız toplu 23 Nisan etkinliklerimiz güzeldi. Ama bunları burada yapmadık ki.

Bu sene burada, Karacalar’da bir şeyler yapmalıyız. Önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var, ne yaparım, ne yaparım, diye düşünürken Ulaş yolundan bu tarafa doğru gelen bir at ve bunun üzerinde birinin olduğunu gördüm.

Biraz yaklaşınca iyice dikkatle baktım, bu at değil. Çünkü attan daha küçük ve kulakları büyük, eşek galiba. Ama eşek de değil, çünkü eşek daha küçük olur. Bu, katır olabilir mi acaba, diye düşünürken köy girişindeki köprüye yöneldi ve çok yaklaştığı için hayvanın üstündeki dostum Bahattin İmamı tanıdım.

Pörtlek İmam Bahattin bir katırın üstünde köye giriş yapıyor, câmiye doğru yöneliyor. Katıra şık bir semer de koymuş, üstüne güzelce kurulmuş.

Semer göz alıcı, süslü püslü. İmam katırın üstünde çok azâmetli görünüyor, sanırsın Fâtih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethetmeye gidiyor.

Beş dakika sonra Cingöz Saadettin câminin yirmi metre ötesindeki evinden çıkıp hızlı hızlı câmiye yürüyor ve çok kısa bir süre sonra elli metre yukarıdaki muhtarın evine doğru koşa koşa gidiyor.

Seferaa da evinden çıkıp câmiye doğru yöneliyor. Câmiye doğru giden başkaları da var. En son Garpız Memed ve Cingöz Saadettin ile Muhtar Ahmet’in câmiye doğru hızlı hızlı yürüdüğünü görüyorum. Bakkal Kör Fazlı, dükkânının önüne çıkmış oradan seyrediyor.

Okul biraz yüksekçe yerde olduğundan köyde olup biten her şeyi buradan rahatça izleyebiliyorum.

Aklım orada ama daha paydosa yarım saat var. Erken paydos edersem Seferaa çok söylenir, biliyorum. Mecbûren bekleyeceğim ama aklım câmide, katırda, imamda ve komşularda. Herkes orada, ne oluyor acaba, meraktan çatlayacağım.

Cumhuriyet Bayramı’na az kaldı, kalan sürede çocuklara güzel bir Cumhuriyet şarkısı öğretiyorum, törende söyleriz.

Derken paydos saati.

Çocuklara ödevlerini verip paydos edip okulu kilitleyip elli metre aşağıdaki câmiye koşturuyorum, herkes orada.

Câminin benim okulun avlusundan biraz daha küçük olan avlusundaki armut ağacına bağlanmış bir katır, yanında onun kulaklarını okşayan İmam Bahattin, câmi avlusunun taş örme duvarının dışında komşular.

Cingöz Saadettin Muhtar Ahmet’e bağırıyor.

“Mıhdar, bah geçen sene baa iki keçiyi zorunan sattırdın. Neyise, zarar etmediydik emme, bu ne oluyor şindi, hani garar varıdı?”

“La Saadettin, dur hele, önce bi meseleyi anlayak,” diyor Muhtar Ahmet. Bahattin İmam’a dönüyor, “Baattin Hoca, sen garaarı biliyon deel mi?”

“Evet biliyom. Ben koyünüze gelmeden beş sene evvel rafarum yapıp almışınız garaarı. Buuu garar dediğin, Garacalı'da eşşeenen keçinin beslenmesinin yassak olduğuna dâir garar

deel mi? Keçilerinen eşşekler gavak fidanlarını kemirdiği için koyde bu hayvanların beslenmesini yassakladığınız ve on sene evvel koycek oybirliğiynen aldığınız garar deel mi?”

“He, öyle. Dolayısıynan sen de koye bu hayvanı getiremezsin, koycek aldığımız garaarımız kesin. Rafarum gayıtları var. Garaara uymazsan zabıt dutarım.”

İmam gülüyor.

“Emme bu ne eşşeeek ne de keçi mıhdar. Bu bir gatır gordüğün gibi. Dolayısıynan sizin garaara girmez. Sizin koycek aldığınız gararda gatır yok.”

Câmi avlusunun duvarının dışına yaslanıp dizilmiş kasketli komşular gülüşüyor.

Bahattin İmam, katırının kulaklarını tekrar okşayıp sırtındaki süslü semeri indirip câminin duvarına yaslıyor.

“Ayrıcana da sizin garar baa işlemez. Ben devlet memuruyum, siz o garaarı aldıktan beş sene soona geldim bu koye. Keçi de getiririm, eşşek de getiririm, gatır da getiririm, ayı da getiririm, sırtlan da getiririm, kimse garışamaz. Ben bunu kendi koyüme gidip gelmek için aldım.”

Pörtlek olan sağ gözünü iyice pörtletiyor.

“Hadi şindi gidin ebdeslerinizi alın, birezden ağşam ezenini okuyacaam.”

Bana dönüyor, “Yagup hoca, namaza gel deyeceem emme gelmezsin. Namazdan soora gel çay içek veya ben geleyim,” deyip minâreye tırmanmak üzere câmiye yöneliyor.

Bahattin Hoca Bülent Ecevit’in partisine oy verdiği için pek sevilmezdi köyde, ama ne yapsınlar, mecburen beş vakit, Cuma, Bayram, Teravih vb. ardında saf tutuyorlardı.

Komşuların çoğu iknâ oldu katır meselesine ama Cingöz Sadettin iknâ olmadı.

“Mıhdar, eşşeenen gatır aynı şey. Sen baa geçen sene zorunan sattırdın keçilerimi. Garaarımız hem eşşek hem keçi üzerineydi. Bu eşşek de bu koye giremez, garar var.”

Muhtarın kafası karışık, “La Saadettin dur hele, bi düşünek. Adamın dediği doğru, câmi avlusuna bizim garar işlemez ki. Herif mayışlı devlet memuru. Câminin avlusu da devletin arâzisi sayılır, oraya da garışamayık.”

Beni gösteriyor, “Aha şu ooretmen de beş on dene keçi getirse, okulun baaçasında beslese ona da garışamayık. Okulun baaçası demek devletin arâzisi demektir. Ayrıcana,”

Câmi avlusunda ağaca bağlı katırı gösteriyor,

“Ayrıcana bu keçi deel, eşşek de sayılmaz. Bu bir gatır. Dolayısıynan galacak burada, bi şey yapamayık. Hadi gidek ebdesimizi alak gelek bâri.”

Saadettin öfkeli, muhtar düşünceli, tüm diğer komşular gülüşerek evlerine dağılıyorlar. Birazdan gelip Bahattin İmam’ın arkasında saf durup akşam namazını kılacaklar. Ben de gülümseyerek lojmanıma yürüyorum.

Ertesi gün okulda normal müfredat derslerimi yaptıktan sonra son derste 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreni için çocuklara iki marş öğrettim. Beş altı marş, türkü yeter. Araya da birkaç şiir koyarız, okulun bahçesinde bütün öğrencilerimin katılımıyla güzel bir 29 Ekim

gösterisi yaparız, diye düşünürken aklıma bir muziplik geldi: “Bu gösterimizde İmam Bahattin’e davul çaldırayım.”

Okulun geniş bahçesinde tüm köy ahâlisinin katılımıyla şöyle güzeeel bir Cumhuriyet Bayramı kutlaması yapalım.

Pekiii, imamı bu gösterimize katılıp çocuklarla birlikte davul çalmaya nasıl iknâ ederim?

“Bir yolunu buluruz,” diye düşünerek o günkü derslerimi tamamlayıp, çocukları evlerine yollayıp okulun kapısını kilitledim.

Hava henüz tam kararmadı, lojmanımın penceresinden bakınırken camiyle mezar duvarı arasında Bahattin imamı gördüm. Süslü semerini taktığı katırına binmiş, köyün içinde yavaş yavaş ve havalı havalı tur atıyor. Okula yöneldi, lojmanımın önünden geçerken seslendi.

“Yaagup hocaaa, ağşam namazından soora gelecaam, çay demle, birez sohbet ederik.”

“Tamam Bahattin hoca, gel namazdan sonra.”

Gaz lâmbamı yakıp, tüpün üstüne çaydanlığı koydum. Hava epeyce serin, tezek sobamı yakıp içine kermeleri attım. “Pörtlek hocayı üşütmeyek.”

Beş on dakika sonra minârenin şerefesinden Bahattin İmam’ın akşam ezanı başladı.

“Allaaahü ekber allaaaahü ekber, Yaagup hoca seeeen de geeeeel.”

Namazdan sonra çaya geldiğinde şu davul çalma meselesini açayım bâri, onu mutlaka iknâ etmem lâzım.

Tüpteki su kaynadı, demliğe bolca çay koyup demleyip imamı beklemeye başladım. Demli çayı çok sever dostum Bahattin İmam.

Namazdan sonra yürümek yerine katırına binip geldi. Oysa okul cami arası elli altmış metre kadar. Katırı okul bahçesindeki elma ağaçlarından birine bağladık. Çayımız tam tavşankanı demlenmiş, höpürdetti.

“La Yâgup hoca, ne diyon sen? Ben davul mavul çalmam. Tööbe tööbeee… Bah, dinimizce yasak, günah, bu bir. İkincisi, sırf Garacalı’da deel, yedi düvelde ağızlara sakız oluruk, bu iki. Çay gözel olmuş, doldur hele. Bunu yaparsak Seferaa bizi tüfeğinen govalar, bu üç. Diyânet hakkımda govuşturma açar, mayışımdan olurum, bu da dört. Vazgeç bu işten, ne yapacaasan çocuklarınan yap, beni garıştırma. Bi çay daha go.”

“Bak Bahattin hoca, bu iş dînimizce günah değil. Bana davulun, şarkının dînimizce günah sayıldığını gösteren bir tane âyet, bir tane hadis göster, derhal hacıya gidip gelip senin saflarında namaza başlayacağım, bu bir.”

“Yaagup hoca, günaa giriyon şu anda. Çayı doldur hele, gözel demlemişin.”

“Yedi düvelde ağızlara sakız oluruz ama şöyle oluruz: İmam ile öğretmen elele vermiş, köyde Cumhuriyet Bayramı yapmış, derler. Ne güzel olmuş, derler, bu iki.”

“Çayın suyu birez soğumuş, altını yak. Eeee?"

“Seferaa’nın tüfeği yok. Onu ben hallederim. Belki senin yanında türkü söyler bu üç,” deyince Bahattin İmam kahkahayı bastı.

“Diyânet kovuşturma falan açmaz. Çünkü yaptığımız iş yasalara, diyânete, dînimize aykırı değil, doğru bir iş bu da dört, var mısın?”

“Yok hoca, bu doğru bi iş deel. Sen işine bah, ben işime bahayım. Sen çocuklarını öğret, ben namaz gıldırayım, cenâze yıkayıp, altına pamık dıkayıp gömeyim. Beni garışdırma bu işe, bayramını yap gendi gendine. Hadi ben galkayım, yatsıya az galdı.”

“Otur otur, daha yarım saat var. Bir çay daha koyayım, güzel demlendi.”

“Eyi, goy bakalım. Emme ben bu işte yokum, habarın olsun.”

Çayını tâzeledim.

“Pekiii, Bahattin Hoca, gel pazarlık yapalım. Biliyorsun bu köye ben senden sonra geldim. Geldiğimden beri ne câmine geldim, ne oruç tuttum, ne namaz kıldım.”

“Biliyom, biliyom, Allah seni affetsin.”

“Bunu bütün köylü biliyor mu, biliyor. Seferaa biliyor mu, biliyor. Muhtar Ahmed biliyor mu, biliyor.”

“Hepimiz biliyok, işallah rabbimizin affına mazhar olursun. Son bi çay daa go, yatsı ezenine gidecaam.”

“Bak, gel sen şu Cumhuriyet Bayramı törenimizde çocukların yanında davul çal,”

“Eeeee?”

“Bunu yaparsan ben de bundan sonra burada kaldığım bütün zamanda cumâlara gelip, Ramazan’da oruç tutup, kurbanda kurban kesip, fitre zekât verip…”

“Ağnadım hoca. Bunnarı yaparsan belki olabilir. Emme sen ne namaz gılmayı, ne oruç dutmayı bilmezsin ki. İslâmın beş şartını da bilmezsin.”

Çocukluğumda Kur’an kursuna gittiğimi, hatim ettiğimi, bu kurslar esnâsında bâzen müezzinlik yaptığımı falan bilmiyor. Hâfızamda kaldığı kadar imama döktürmeye başladım.

Önce Yâsin sûresinin başından birkaç âyet okuduktan sonra sâbâ makamından bir sabah ezanı okuyunca gözleri faltaşı gibi açıldı Bahattin imamın.

Ardından bir de tam makâmından Selâ okuyuverince pes etti. Son olarak Buhûrizâde Mustafa Itrî’nin Bayram Tekbiri ve Salât-ı Ümmiyesini de söyleyince nakavt oldu. Yüzü kıpkırmızı.

“Tamam la, Cumhuriyet Bayramında sizinnen davul çalacaaam söz. Seet gaç? Yatsıya geç galmayak. Hadi ebdes al, camiye gidiyok. Hadi hadi galk çabuk. Emme beş vakit gelecaan. Cuma’lara da gelecaan, Ramazan’da oruç da dutacaan, gurban da kesecaan, ben de bayramda sizinnen davul çalacaam, ağnaşdık mı?”

Elini tutup kurbanlık koyun pazarlığı yapar gibi aşağı yukarı sallamaya başladım.

“Vakit namazları demedim Bahattin Hoca, sadece Cumâ namazlarına gelirim dedim. Şu oruç tutma işini de düşüneceğim. Sizinle sahura kalkarım ama gündüz acıkınca kimseye göstermeden yemeğimi yerim, akşam yemeğine sana iftara gelirim. Anlaştık mı?”

Sıkılı ellerimiz aşağı yukarı sallanırken pörtlek olan sağ gözü ile gözlerime bakıp beş - on saniye düşündü.

“Tamam la Yaagup Hoca, ağnaşdık.”

Elini bıraktım.

“Anlaştık Bahattin Hoca. Hadi git yatsı ezanını oku. Seferaa ile dalaşma, iyi akşamlar.”

Dostum, arkadaşım Bahattin İmam, süslü semerli katırına binip elli metre ötedeki câmiye doğru yöneldi, minâreye tırmanıp yatsı ezanını okumak üzere.

***

Bu sene Karacalar köyündeki Cumhuriyet Bayramı muhteşem oldu.

Boynunda asılı köy davulu, Bahattin imam iyi bir performans gösterdi. Çocuklar zaten çok başarılıydılar.

“Cumhuriyet, cumhuriyet, en güzel şey hürriyet, nice zahmet, nice emek verdi sana bu millet. Dalgalansın her tarafta şanlı Türk’ün bayrağı, korumaktır ve yüceltmek işte bu güzel vatanı.”

Hâlen o akşam yaptığımız pazarlığımız sonucu vardığımız anlaşmamız üzerine Cuma namazlarında dostum Bahattin İmam’ın ardında saf tutuyorum. Komşular, hele Seferaa çok mutlu bu durumdan.

“Keh keh keh… Ne oldu la, imana gelmişsin bakıyom.”

“Sen karışma Seferaa, Pörtlek İmamla anlaştıydık. O sözünü yerine getirdi. Ben de sözümü yerine getiriyorum. Bir gün minârede sana selâ okuyayım mı?”

“Yok la yok, ben daha çoook yaşayacaam. Hepinize selâ okurum marağetme.”

“Bu konuda yüce yaradandan söz mü aldın?”

“De get la başımdan. Ağşama gel, boğün tavık kestim. Barabar yiyek.”

“Olur Seferaa, yanına bulgur pilavı yapsın Ayşe annem. Turşu var mı?”

“Var la var, gel ağşama.”

***

https://www.muzikegitimi.net/su-yangini/




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —