İmamoğlu´nun başarısını mı, Ak Parti´nin başarısızlığını mı yazacağız? Hangisini yazarsanız yazın, diğer bir tarafın duruşu ortaya net biçimde çıkacaktır.
15 Temmuzdan bugüne değin üstüne basa basa söylediğim en önemli başlıklardan bir tanesi, AK Parti´nin PR´ını yöneten merhum 15 Temmuz şehidi Erol Olçok´un vefatından sonra Ak Partide PR miar kalmadığıdır.
Özgün müzik bile bulunamadığı için son seçimlerde bile eski kampanya sloganları ve müziğinin hala kullanılıyor olması dikkatinizi çekmedi mi?
Tabi, bir tek İmamoğlu´nun kampanya çalışmalarının son derece müspet ve doğru tahlil içeren içerik ve argümanlarla dolu olduğunu inkar edemeyiz.
Siyaset ve İletişim ilmini birlikte solumuş birisi olarak, açık sözlülükle ifade edeyim, Ak Parti´nin iletişim metodu ile İmamoğlu´nun iletişim yan yana bile gelemeyecek kadar ayrı dünyalarda geziniyordu. Buna her ne kadar, siyasi izdüşümlerin farklı seçmen kitlelerine sahip olduğunu söyleyebilseniz de, İstanbul seçimlerinden bahsediyoruz, Yozgat yada Muş değil.
İstanbul için doğru olan İmamoğlu kampanyası, yanlış olan Ak Parti kampanyası oldu.
Sadece bunlar değil tabi, sizlerinde yüzbinlerce kez dinlediği, yandaşlık adına soytarılık yapan medya ve toplumda hiçbir karşılığı olan sadece sunum yapılırken, gazeteci, yazar, akademisyen gibi ünvanların önü dolu, arkası boş kimlikleri, sıklıkla Ak Parti seçmeninin tercih ettiği kanalları kullanması oldu.
Tarafsız ve sağduyulu düşünen hangi Akpartili ile konuşursanız konuşun söyledikleri ortak konu, Cumhurbaşkanımızın danışman ve iletişim sorunu olduğu, toplumun değer yargılarını ve kararlarını, siyasi konjonktürü danışmanları aracılığıyla karşıladığıdır.
Aşağı yukarı son bir aydır, neredeyse 80 ilin tüm teşkilatlarını İstanbul´a yığınak yaptırması aklını kim nasıl verdi bilemiyoruz ama saçmalığın daniskası olan bu tutum, zaten gönülsüz olan İstanbul teşkilatını dumura uğrattığı gibi, toplumda yörecilik kavramından başka karşılığı olmayan bu isimlerin, İstanbul semalarında tokmaksız davul gibi gezmelerinden başka bir işe yaramamıştır.
Bir başka konu ise, söylem dilinin hırçınlığı ve keskinliğidir. ?Dik duracağız ama diklenmeyeceğiz? kararlılığı, ?Diklenme tanımının önüne geçmiş, kafa tutma, tehdit, korkutma keskinliğine geçmiştir.
Saadet partili seçmeni fırçaladığında, sadece Saadet Partili seçmeni incitmediğinizin farkına varamayacak kadar siyasi öngörüden yoksunsanız, seçtiğiniz iletişim modeli yanlıştır.
Kılıçdaroğlu´nun 21 Nisan günü yaşadığı olayın akabinde, Ak Parti cenahından gelen açıklamalar, el öpmeler, selfi duruşları, Ak Parti´nin her geçen gün daha da kıyıma uğramasından, uğratılmasından başka bir şey değildir.
Görevden alınan bazı belediye başkanlarının yaptığı sosyal medya paylaşımları, sadece rakip safların sıklaşmasından ve yoğunlaşmasından başka bir şey değildir.
Bir Yunan haber sitesinin başlığını, bu memleketin en hırçın ve en delidolu bölgesinin etnisitesini kapsayacak şekilde genelleştirirseniz, ben buna modelin yanlışlığı değil, ihaneti derim.
Seçimi kaybediyoruz havasının egemenliğinde, terörist başlarının iyi niyet mesajlarını lehinize veya aleyhinize kullanmak gibi bir şaşkınlığa yol açıyorsanız, siyasal iletişimin ?S?´si sizin kapınızdan geçmemiş.
?15 Temmuzu Suriyelilerin dualarıyla savdık? diyebiliyorsanız, pes yani daha ne diyeyim..Kimden oy alabileceksiniz.
Siyasi okumaların hiçbirisini gerçekleştirmeyen Ak Parti´nin aldığı %45´lik oy, ilk defa söylüyorum, Ak Parti´nin değil, Binali Yıldırım´ın toplumda ki karşılığıdır. Farklı bir aday olsaydı, değil % 45, % 25´i bile büyük başarı sayılırdı.
Bu kadar gerçekçi olalım.
Diğer nedenlerin her birisi, bir yüksek lisans tezi olacak kadar geniş ve kapsamlı..
Sağlıcakla kalın...