Evvel zaman içinde midir her şey? Ya da, evvel zaman içre mi döner durur devran denilen bilinmezler anı. Siyah beyaz bir fotoğraf karesi, çok şey anlatır aslında... Hüznü, ayrılığı, vefayı mutluluğu…
***
Toprak benizli adamların, alınlarının çentiklerinde neler gizlidir acaba? Neler anlatır sıra sıra dizili bakışları?...
Yarım bir sukut, yarım bir hikaye, yarım bir hüzün...
Karın, kışın ve dahi deli poyrazın aman vermediği bir küçük köyde, hayata düşen bir yaşam karesi işte.
KULMAÇ’tan süzülen rüzgârın, naylon camı silkeleye silkeleye esmesine inat, sac sobanın başında yenilen “yatsılıklar”, belki de şahittir evvel zaman içindeki zamana.
Maşa ile karıştırılan sobanın üzerinde, fokur fokur kaynayarak ateşle söyleşen güğüm, her daim çay ile bekleşe dursun, ekmeğin içine caba edilen küp peyniri, geceyi en öte zamana bağlar.
Demli çayın olmazsa olmazıdır küp peyniri. Sac soba üzerinde kızartılan lavaşları söylemeye hacet var mıdır? Yada köz içine bulanan küçük patatesler?..
Yitik bir köy hikâyesi adeta... Kar inince koca Kulmaçtan, köpek ulumaları, daha bir şarkılaştırır tipinin raksını. Yol bel kapanınca, insanlar evlere çekilir. Avare kar fırtınası daha bir yalnızlaştırır toprak evlerin suretini...
Göz göz evlerden, sarımtırak bir ışık sızar naylon camlar arasından. Vakti gelen an, hayatı âlemi ervahtan alıp, bağlar gecenin en zifiri girdabına…
Kesik, yarım, sarımtırak bir nida ile masallardan araklanan birçok hikâye, iniverir gaz lambasının titrek alevleri arasına doğru.
Pür dikkat kesilen çocukların taptaze beyinleri, bir bant gibi kaydeder bütün ayrıntıları.
Hikâye bu ya, alıp götürür zamana insanoğlunu. Anlattıkça bereketlenir… Anlattıkça, gaz lambasının titrek alevleri de şahitlik eder taş duvarlarla birlikte.
Hikâyenin en öte vaktinde, hazin bir nakarat mırıldanılır ansızın. İçli bir ses, içli bir söyleyiş…“Bay Böyrek’in atı ile gelip çıkıvermesine odaklanır bütün dikkatler. Bay Böyrek’in tazısına taş atan kadına söylediği türkü dillenir yarım bir hikâye gibi:
“Atma bacım atma tazıya taşı
Gözümden akıttın kan ile yaşı”
Yağar eser yolcu gider hükmü kabilince, bağlanarak doru atların kuyrukları, sefer yazılır kızakla Ulaş’a doğru. Diz boyu karı yara yara ilerleyen atlı kızak, yolcuları bırakarak Ulaş’a, döner gerisin geriye.
Elbette her dönüşte yolu gözleyenler vardır. Koyun cebinin içine sokuşturulmuş cam şekerlemeler, bir koşu alınıp indiriliverir hemencecik.
Tan vakti, kanatlı kapının demir sürgüsü gıcılaya gıcılaya açılıverir ansızın. Kurdun kuşun an be an uyandığı bir demde, kesik kesik öksürükler eşliğinde başlar günün hay huyu… Hasretlerin, mutlulukların ve hüzünlerin birinci şahiti kanatlı kapılar…
Zamana tanıklık eden hatıralar… Hatıraların içinde kanatlanmaya hazır asude mutluluklar, asude gizler…
Saçına aklar akı düşmüş nice güngörmüş asırlık çınar EMİÇ ABA’nın, dermanın son demi de çekilerek dizlerinden, usul usul kanatlı kapıyı açıp, canhıraş bekleyen serçelere avuç avuç buğdayı saçması, silik bir fotoğraf karesi gibi capcanlıdır adeta. Koca Kulmaç’ın koyakları gibi müşfik Emiç Aba… Her yaşlı, her evin büyüğü, kanatlı kapılar ardındaki demir sürgülerdir zaten…
Kanatlı kapının içinde vuku bulur çoğu şey… Bazen de uzun ahlar çeker Emiç Aba… Kim bilir ne için yanıp yakılır nasırlı yüreği…“Seklem Çuvalına” sırtını dayayıp bir ah çekip karşıki dağları yerle yeksan etmeden az evvel, yarım kekremsi bir mırıltı iner Emiç Aba’nın asırlık dudaklarına:
“Yalan dünya sana nettim neyledim?
Attın gurbet ele, parelerimi,
En sonunda beni sılamdan ettin,
Yıktın mümkünümü çarelerimi."
Kanatlı kapının hemen yanı başında, sükûn ile zamana şahitlik eden “yarma sohusu” nice evin kışlığını hazırlaya dursun, “tokmakların” inip kalkmasına cümle insan şahittir bile.
Horoz ötümünden az evvel akşamdan ekşilenen bir leğen hamuru, sabahın en erkeninde, kara tandırın içine caba edip, “has ve gilikleri” hazır ve nazır eden alnının çentiklerine bir asrı barındıran Emiç Aba’nın, ne menem bir sukutu dillendirdiğini kim bilebilirdi acaba?
Bir asırlık bir çınar. Aka bezenmiş saçları ve yarık yarık elleri ile, kanatlı kapının kapanmaması için uğraş veren vefakar Emiç Aba’nın, etrafını kaplayan onca çoluk çocuğa açtığı münbit zamanlar unutulur muydu hiç?..
Damın başında kesekleri ezim ezim ezen “loğ” bile aldırmaz hayatın hay huyuna.Kanatlı kapının demir sürgüsü... Açılması ile başlayan bereket bereketi…
Nicesini yolcu etse de gerçek âleme, son seherde açılan demir sürgüsünü de, vakti zamanı gelerek revan eyler öteler ötesine…Geriye kekremsi bir fotoğraf ve nice hatıralar bırakarak…
Bir fotoğraf karesi…
Hiza hiza dizilmiş bir eski zaman seyyahları. Masum bakışlar eşliğinde dondurulmuş kareler. Fotoğraf çerçevesine sığan nice yarım hikâyeler manzumesi.
Dondurulmuş kareler. Yıllar sonra baktıkça nice hatırayı akıllara getirecek kareler. Nizam ve intizam içre sıra sıra dizilmiş ciddiyetler….
Kanatlı kapının hemen önünde… Yarma “sohusunun” kenarcığında…
Kanatalı kapının demir sürgüsü…