Kapısız´ın Tohumu mu Tanzim Satış Kuyruğu mu? II
Öncesinde çoğunlukla avcılık ve toplayıcılıkla geçinen insanoğlu, modern hayatla birlikte üretime yöneldi. Bu, dünyanın en zor ve önemli dönüşümü oldu. Büyük fabrikaların etrafında kurulan şehir kültürü, sanattan yaşantıya her şeyi değiştirdi. Hammadde ve pazar bulma ihtiyacı, insanlar ve milletler arası iletişimi hızlandırırken küreselleşmeyi de zorunlu kıldı. Bu durum şimdi de gelişmiş şehir ve ülkelerin göstergelerindendir. Dolayısıyla modernizmin ilk kuralının üretim olduğunu söylüyoruz. Bundan sonraki aşama pazar bulmadır. Bu gün şehrimiz ve ülkemizin bulunduğu nokta karamsar görünmekle birlikte bir de ümit verici tablo var:
Türk ulusunun en önemli özelliklerinden birisi, teşkilatçılığıdır. Yani silkinme, harekete geçme, seferber olma, bir Türk için hiç de zor değildir. Bunun altındaki nedense Türkün sınıfsız bir toplum olmasıdır. Pekâlâ, Sivas´a 150 km uzaktaki bir ilçeye 50 km uzaktaki 10 kardeşli, okur-yazar olmayan anne-babanın bir çocuğu, çalışarak ülkenin en saygın mühendisi, bilim adamı, politikacısı olabilir. Aynı şekilde sıfırdan zengin olması da zor değildir. Önemli olan önce kendini ve çevresini tanıyıp bir disiplinle özverili çalışmasıdır. Aşağıdaki insanlar, bunun yaşayan örnekleridir:
Mehmet, Osman ve Hasan Kapısız, Sivas´ın Gürün ilçesinin Tohma vadisinin başladığı Sarıca köyünde geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan üç kardeş. En büyüğünü bu isimde ararsanız bulamazsınız zira onu herkes Saat Mehmet olarak bilir. Çünkü o, günün her saatinde saat gibi tıkır tıkır çalışır. Babasından gelen bir alışkanlıkla yemek yerken tarlada taş toplar. O yüzden bunların tarlalarında misket büyüklüğünde taş bulamazsınız. Evlerinden ziyade ağıllarındaoturup sohbet etmek ya da zaman geçirmek, soğuk kış günlerinde köylülerin en bildik alışkanlıklarındandır. Saat Mehmet, kardeşi ve çocuklarının ürettiği tarım ürünlerini civar köy, ilçe ve illere götürüp satar, dönüşte de belli bir rayiçle köylünün ihtiyaçlarını getirir. Şu ana dek onun uyuduğunu görene ben rastlamadım.
Osman Kapısız, daha çok toprak, tohum ve bitkilerle uğraşır. Onu köyde yürürken hep ağaçların tarafında, elinde muhtemelen aşı yapmaya götürdüğü bir sürgünle görürsünüz. Doğanın devinimine hayranlığı, toprağın uykuya dalması ve uyanmasına meftuniyetinden midir bilinmez, boynu dolu başaklarınki gibi eğik gezer ve insana, açan bir çiçeğin yüze gülmesini andırır şekilde tebessümle bakar. Köyün en bilgesi Fato Bacı, belli ki üç oğlundan Osman´a dokunmuş en çok. Doğadan ihtiyacından fazlasını sadece başkaları için aldığından S harfi gibi incecik yürüyüşünde çalışmaya gitmiyorsa mutlaka bir hayır işine gidiyordur Osman. Köyün su, yol, köprü gibi işlerinin yanında mezar kazma, bayrak dikme, salıkçı gitme gibi dünyalık işlerinde de ön saflardadır. Uzun kış gecelerinde onu elinde sazıyla toplumu duygulandırırken de görmek olasıdır.
En küçük kardeş Hasan Kapısız, daha çok gönül insanı olarak bilinir ve herkesin muhabbetine ihtiyaç duyduğu bir kişiliktir. Her toplumun içinde yer aldığından onca işi ne zaman, ne şekilde gördüğüne akıl erdiremezsiniz. Bunun sırrı, onun teknolojiyi çok yakından takip etmesi ve ne iş yaparsa yapsın çalışmadan önce çok düşünüp işi ehline vermesindedir. Muhabbet ettiği herkese hızlıca güven kesbettiğinden işi uzmanıyla uzun uzadıya konuşmaktan çekinmez. Kış aylarında büyük şehirlere giderek tarımla ilgili gelişmeleri takip eder. Köyün öğretmenlerine Mustafa Kemal´in kendisine emanet ettiği değerler gözüyle bakarak okuyan herkese saygı gösterir.
Kapısızlar, toprakla oldukları gibi doğayla da barışık olduklarından hangi yıl hangi ürünün öncelikli ekilmesi gerektiğini, güz ve kışınki yağışlardan veya başka şartlardan anlayarak ona göre ekim yaparlar. Haliyle bunlar ne ekerse diğer köylüler de onları takip etmeyi kendi yararlarına görürler. Tohumu toprağa emanet eden çiftçiler, karın eriyip öksüz oğlan çiçeklerinden sonra navruz ve çiğdemlerin açmasıyla tarlalarına göcek bakmaya giderler. Her zamanki gibi Kapısızların tarlalarını izlemek daha uzun zaman alır. Toprağın vefası onların arazilerinde daha heyecan verici olduğundan hasat zamanı biçerdöverci, tüccar, değirmenci de mutlu olur.
Kapısızlar, her şeyi en iyi şekilde yaptıkları halde ürünün çok zayıfladığını, ekinde tanımsız hastalıklar türediğini görünce çok düşünüp bir karara varırlar. Kahrımızı bizden başkası çekmez deyip araya araya Şarkışla´da bir vefalı toprak sevdalısından dedelerimizin tohumu olan Gürük Zerin´i bulurlar. Toprağımızın en eski bu tohumuna gözü gibi bakıp, onları çoğaltırlar. Yazlık ekilen bu tohum, iklim değişikliklerine karşı dayanıklı olduğundan çiftçiye zarar ettirmez. Buğday özlü olduğundan un ve bulguru iyi olup sağlık açısından da çok daha yararlıdır. Buğdayın tek sorunu boysuz ve sapı zayıf olduğundan başak çabuk tartar ve ekin yatık olur. Kalıç ve tırpanla biçildiğinde hiçbir sorun olmasa da biçerdöver kaliteli olmadığında biçmesi zor olabilir. Buğday kılçıksız olduğundan ?gürük? denilmiş olmalıdır. Zira gürük, kulakları Tanrı vergisi kısa olan küçükbaş hayvanlara denir. Şimdi Kapısızlar, ?dedemin tohumu? dedikleri yerli tohumlarını ekip isteyen herkese en temiz haliyle buğday, un, bulgur ya da yarma olarak sunuyor.
Kapısızlar, kimseden şikâyetçi değiller. Kendi gerçekleriyle yaşayıp, kendilerini geliştirmeye çalışarak üretiyorlar. Ürün fiyatları düşük de yüksek de olsa kimse onların zarar ettiğini, topraklarını satıp büyükşehirlere gitmekten söz ettiklerini duymuyor. Belki de tek sorunları, ürettikleri her elma, kayısı, kiraz, dut gibi meyveleri; patates, soğan, fasulye gibi sebzeleri; bal, süt, peynir gibi hayvansal ürünleri doğrudan ya da dolaylı da olsa tüketiciyle buluşturamamalarıdır.
Çiftçi, kendi toprağında ürettiği yüzden fazla doğal ürünü hiç değilse Sivas´taki her kapıya asabilir, size dönebilir. Ya siz onları kabul eder misiniz?