KIVIRCIK KUZU MEVSİMİ!

KIVIRCIK KUZU MEVSİMİ!

YAKUP KIVRAK Yazdı...

KIVIRCIK KUZU MEVSİMİ

Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, 1978

 

Sevgili okurlarım, dostlarım. Vallâhi bu yaşanmış hikâyem de gerçek. Adı geçen, bahsi geçen tüm kişiler, anlattıklarım, mekânlar tümüyle gerçektir ve yaşanmıştır. Hadi buyurun, 1978 senesine, Sivas Ulaş Karacalar Köyüne gidek.

Bu yazım, o sene bana bir kıvırcık kuzu satan, beni çok seven, (ben de onu çok severdim) rahmetli canım Sefer ağabeyimin kardeşi rahmetli Adilaa (Âdil Ayten anısına yazılmıştır.)

***

İkinci ders yılı, ilk haftalar, günlerden Cuma.

İlk derse girdik, dördüncü, beşinci sınıflara Türkçe kitabından okuma ödevi verdim, birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarla matematik dersi yapacağım. Dışarıda hava güzel, hafif çiseleyen Eylül yağmuru var. Ebemkuşağının muhteşem görüntüsü eşliğinde nemlenen toprağın buram buram ıslak kokusu, hafif tezek kokusuyla birleşip açık camdan içeri doluyor. Bayılırım bu kokuya, hastasıyım.

İleriden okula doğru gelen bir araba görüyorum, Baharözü okul müdürünün Anadol’u galiba. Okulun önüne park ediyor ve Baharözü okul müdürü iniyor.

O da ne, öbür kapıdan inen şu geçen sene Ulaş Çiftlik İlkokulu 23 Nisan Şenliğinde ekibimizle birlikte mandolin çalan kız öğretmen değil mi? Yine pek güzel görünüyor, makyajlı falan, eteği de hafif diz üstü.

Yüreğim atıyor, sevinerek dışarı koşturuyorum.

“Hoş geldiniz hocam, hayırdır?”

“Selâmünaleyküm, hoş bulduk hoca, hazırda çayın var mı?”

İkisinin de ellerini sıkıyorum, kızın eli yumuşacık.

“Lâfı mı olur, hemen demleriz hocam, buyurun.”

Onları küçük müdür odasına alıyorum.

“Yok yok çay demleme hoca, müsaitsen seni almaya geldik, Baharözünde içeriz çayı. Cuma bugün nasıl olsa, çocukları paydos et, bizim okulda toplantı yapacağız. Ekincioğlu ve Yapalı’nın öğretmenleri de gelecek.”

“Ne toplantısı hocam?”

“Bu seneki 23 Nisan’ı hep beraber Baharözünde yapalım diyoruz. Geçen sene Ulaş’ta yapılana biz katılamamıştık ama çok güzeldi. Seninkilerle beraber dört köyün çocuklarını bir araya getirip bir şeyler yapalım. Ne dersin?”

Ne diyeyim, arayıp da bulamadığım şeyler. Hem 23 Nisan’a altı ay var daha, neler yaparız neler. Sınıfa gidip çocuklara hafta sonu ödevlerini verip paydos ediyorum. Sevine sevine, bağıra çağıra evlerine koşuyorlar. Okulun kapısını kilitledikten sonra müdürün arabasına biniyoruz, onlar öne ben arkaya.

Mutlaka takipteyimdir, etrafa bakınıyorum.

Hepsi birden kapılarının önünde bir iş icat etmiş, yan gözle bizi izliyorlar. Seferaa’nın suratını görüyorum. Muzip muzip gülümseyip evinin önünde, güya bir tahtaya çivi çakmaya uğraşan ve bizi gözetleyen Garpız Memed’e göz ediyor. Akşama dillerinden çekeceğim var, belli.

İmam Bahattin, caminin önüne çıkmış, gereksiz yere yerleri süpürüyor, hiç yapmaz oysa. Pörtlek gözü Anadol’da, habire süpürüyor.

Yeni yapılan köprünün üstünden geçip Baharözü yoluna çıkıyoruz.

“Bu köprü de eyi oldu be Yakup hoca, eskisinin üstüne arabayı sürmeye korkuyordum. Hem senin de işine yaramış, geçen kış odununu buradan sağlamışsın.”

Gevrek gevrek gülüyor, öğretmen kız da kikirdiyor yanında. Çıkma kalıp tahtalarından köprü müteahhidine kazıklandığımı duymayan kalmamış anlaşılan, civar köyler dâhil, yedi düvele yayılmış.

“Öyle oldu hocam, kışın devamını tezek yakarak tamamladık şükür.”

Yol üstü Yapalı’nın öğretmenini de alıp birkaç kilometre ötedeki Baharözü İlkokuluna ulaşıyoruz. Ekincioğlu’nun benim gibi yalnız öğretmeni Mesut hoca da gelmiş. Hepsiyle Sivas Millî Eğitim Müdürlüğü muhasebesindeki maaş kuyruğundan tanışıyoruz.

Geniş müdür odasında, çaylı sohbet eşliğinde önümüzdeki 23 Nisan’ı planlıyoruz. Her köy bir görev üstleniyor. Şiir korosu, halkoyunu, piyes vs. Benimki belli zaten, koro-orkestra.

“Bu defa benim koro-orkestraya dört köyün öğrencilerinden de katılım olsun, daha gösterişli olur,” diyorum.

“Olur mu ki?”

“Olur, olur. Ben size türküleri marşları öğretirim. Siz de öğrencilerinizden yirmişer kişi seçersiniz, şöyle sesi, kulağı iyi olanlardan, öğretir çalıştırırsınız. 23 Nisan günü erkenden burada toplanır bir ortak çalışma yapar, sonra da konserimizi veririz. Bence çok güzel olur.”

Biraz tereddütlü bakıyorlar ama müdürün hoşuna gidiyor bu öneri.

“Olur, Yakup hoca, yaparız, çok da güzel olur.”

Toplantımız biterken bakıyoruz köyün camii de boşalıyor, Cuma'dan çıkıyorlar. Bizimkiler de çıkmışlardır, evlerine dağılmış olsalar bâri.

“Hadi hocalar sizi köylerinize bırakayım, ben de Ulaş’a devam edecem zaten.”

Hocaların ellerini sıkıyorum, kızın yumuşacık elini de. Yav hiç yüz vermiyor be!

Beş on dakika sonra köyüme ulaşıyoruz.

“Hocam sen hiç girme köprüye, ben şuradan yürüyeyim okula kadar.”

“Eyi Yakup hoca, Ulaş’tan var mı bi istediğin?”

“Yok hocam, sağol, ben programı hazırlayınca toplanırız arkadaşlarla, çalışmaya başlarız. Hadi hoşça kal.”

Geçen yıl kalıp tahtalarından kazıklandığım yeni köprüden yürüyüp, caminin önünden geçip lojmanıma gideceğim.

Amanın, eyvahlar olsun, Cuma'dan çıkmışlar, hepsi birden caminin dış duvarına çömelip yaslanmış oturuyorlar. Beni görmemiş olsalar yolu uzatıp muhtarın evinin üstünden dolaşıp okula gideceğim ama kaçış yok, gördüler bir kere.

“Selâmünaleyküm komşular.”

İlk sözü Seferaa alıyor, ters ters bakıyor bana.

“Aleykümselaaam hoca, nöörüyon, nerden geliyon bööle okul vahti?”

Baharözünden geldiğimi hepsi biliyor. Sabah gördüler zaten Anadol’la gittiğimi, hem de ön koltukta oturanı da.

“Hoca gel hele, cuma muma gıldığın yok, sırtını bari yasla şu cami duvarına da belkim oradan azıcık suvap gazanırsın.”

Oturup yaslanıyorum onlar gibi.

“Seferaa, böyle sırt yaslayana sevap yazmaz yaradan da, artık senin kazandığın sevaplardan belki birazı bize düşer, sayende Cennet’te ufak bi yer buluruz kendimize.”

“La herif, saa zırnık koklatmam suvabımdan. Anca yaradanıma senin için aracı olurum, ricada bulunurum. ‘Yeri göğü yaradan, esirgeyen, bağışlayan… Sen bu Yagup kulunu affeyle, Cehenneminde az yak,’ dirim. ‘O namaz gılmadı, oruç dutmadı emme, zarar ziyanı da yoğudu kimseye,’ dirim. ‘Hemi bu gadar yandığı da yeter, çıkar Cehenneminden emme Cennete de getirme, dursun ortalarda bi yerde,’ dirim.”

Seferaa’nın her cümlesinin ardından hep beraber kahkahayı basıyoruz. En yüksek kahkaha Bahattin imamdan.

“Seferaa, ‘Cennete de getirme,’ dedin de, sen gendini orada mı olacaan sanıyon?”

“La Baattin hoca, Rabbim Cennetinde yerimizi hazırlamışdır elbet. Sen Yaagup ooretmenin yanında yanarkene senin için de bi ricada bulunuruk. Bizi gırmaz heralda ve seni de gurtarmış oluruk.”

Yine kahkahalar.

Âdilaa konuyu değiştiriyor.

“Hoca, gıvırcık guzu mevsimi şu ara. Sana eyisinden bi guzu kesek, gavurma yapıp iki tenekeye basak, gış boyu yirsin.”

Âdilaa, Seferaa’nın kardeşi. Köyde celeplik yapan birkaç kişiden biri. Bu sebepten hali vakti, giyimi, kuşamı, yaşamı da oldukça iyidir, köstekli saati bile var. Gider canlı hayvan alır civar köylerden, biraz besler, sonra iyi kârlarla satar etrafta. Anlaşıldı, bana da bir kuzu satacak, dikkatli olmalı. Geçen sene mutayıddan yediğim odun kazığı unutulmadı daha.

“Olur Âdilaa kaça vereceen?”

“Hocam, lâfı mı olur, düşündüğün şeye bah, saa para deyen mi var? Dut hele elimi.”

Seferaa arkadan “alma” gibisinden göz ediyor ama eli kaptırdık bir kere.

Hacıyâgup, “Al hocam al, barabar yirik.”

Garpız Memed de başıyla onaylıyor.

Bir canlı kuzunun kaç para edebileceği konusunda hiçbir fikrim yok, Âdilaa’nın söylediği rakamın biraz altında bir fiyat veriyorum, komşuların yardımıyla arada bir yerde buluşuyoruz ve elimi kurtarıyorum Âdilaa’dan.

Ertesi gün iki tenekeye basılmış kavurmalarım geliyor. Seferaa yine çok kızıyor bana.

“La biz seni aç, açıkta mı goduk? Gettin Âdil’e gazıklandın. Geçen sene de mütayıta gazıklandıydın, gazıklanmaya doymuyon, gendin bilin. Hadi ısıt tüpde de yiyek bari biraz.”

Evine doğru bağırıyor.

“La Mukremiiin lavaş getir la!”

***

O yıl dört çevre köy okulunun Baharözünde birlikte gerçekleştirdiği 23 Nisan Şenliği dillere destan oldu. Üç köyden üç traktör römorku dolusu çocuk, Baharözünde buluştu. Bu defa bizimkileri muhtarın traktörüyle getirdik. Her köy okulu çok güzel hazırlanmıştı kendi gösterisine.

En sonda dört köy okulunun öğrencileri bir arada, bizim küçük orkestranın eşliğinde marşlar, türküler söyleyiverince, izleyen örtülü kadınlar kızlar okul avlusunun bir yanında, kasketliler diğer yanında birbirlerine “Baarözü Baarözü olalı böyle gözellik görmedi vallaha la,” dediler.

Baharözündeki dillere destan 23 Nisan şenliğimizden birkaç ay sonra okulun önünde bir müfettiş cipi park ediyor ve ellerinde birer bond çanta, kerli ferli üç müfettiş araçtan iniyorlar. Bunlar stajyerliğim için gelenler değil galiba.

“Selâmünaleyküm hoca.”

Düğün değil bayram değil, teftiş zamanı hiç değil, bunlar niye geldi acep? İkram edecek bir şeyim de yok lojmanda, yumurta deseler o da yok, inşallah Ayşaanamda vardır.

“Hoca sen niitmişin öyle gafana göre? Çocukları millî eğitim’den habarsız Baarözü’ne gotürmüşün. Mesayı saatında, hemi de bayram günü. İzin istedin mi, gezi pilanı yapdın mı? 23 Nisan bayramını her okul gendi baaçasında yapacah gardaş, yönetmelik ne diyosa öyle olacah. Gel hele gel, bi ifadeni alak. Ama önce bi çay demle, sekiz on dene yumurta haşlayıver. Beş yumurtayı da tereyaana sıdırıver1



Anahtar Kelimeler: KIVIRCIK MEVSİMİ!