KIYAMETİN ONBEŞ DAKİKASI...
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş depremlerini televizyonlardan takip ettik, ağladık, üzüldük. Enkaz altından canlı olarak çıkarılan insanları görünce sevindik...
Maraş, Ahir dağına sırtını yaslamış , doğu batı istikametinde uzunlamasına devam eden, yamaçlarda kurulmuş bir şehir... Şehrin önünde alabildiğine uzanan bereketli bir ova var. Aslında olması gerektiği gibi kurulmuş bir şehir olsa da, içinden geçen fay hattı ve çok sayıda ki ırmak yatağı zamanla unutulmuş ve maalesef açılmaması gereken yerler imara açılmış...
Şehrin alt kısımlarında, çevre yoluna yakın düzlük bölgelerde ve eski ticaret bölgesinde büyük bir yıkım ve hasar var. Batı kesimi ise nispeten zenginler bölgesi ve tamamına yakını on, on beş katlı yeni binalardan oluşuyor. Bu bölgede hasarlı binalar olsa da yıkım daha az... Garibanlar ve dışarıdan yardıma gelenler hariç, şehir adeta boşalmış durumda...
Depremden sonra, medya kanallarında sıkça gündeme getirilen ve beş yüz civarında insanın hayatını kaybettiği, Ebrar sitesine gittim. Bu site çok sayıda yüksek bloktan oluşuyordu ve çevre yoluna yakın düzlük bir alanda yapılmıştı. Sitede ki blokların çoğu ilk depremde yıkıldı...
On gündür Maraş'tayım. Ebrar sitesinin yıkıntıları arasında dolaşırken, bu sitenin hemen yanında ki binada çalışan, bir depremzede ile tanıştım. Deprem anını, binaların yıkılışını ve sonrasında yaşananları anlattı...
Sabah dörtte kalorifer kazanını kontrol etmek için kalkmıştım. Bahçeden kazan dairesine gidiyordum. Dışarıda yağmur yağıyordu ve o esnada birden gökyüzü aydınlandı. Sonra büyük bir gürültü ile alttan ilk darbe geldi. Yer gidip gelmeye, sallanmaya başladı, ayakta duramadım. Düşmemek için bahçede ki ağaca sarıldım. Sallantı ile aynı anda bütün elektrikler kesildi, her yer zifiri bir karanlığa büründü. O andan itibaren çatırdama, cam kırılması, gıcırtı sesleri ortalığı sardı. Korkunç bir gürültü bütün şehri kapladı. Karşımızdaki 13-14 katlı blokların yıkıldığını, çöktüğünü anlamıştım. Her yeri toz bulutları kapladı, ortalık göz gözü görmeyecek duruma geldi. İlk 10-15 saniyeden sonra binaların yıkım seslerine, insan sesleri karışmaya başladı. Kadınların, çocukların çığlıkları, yakarışları, bağrışları bütün diğer sesleri bastırıyordu. Sesleri duymamak için başımı iki elimin arasına aldım, yıkılmış binaları görmemek için gözlerimi kapattım, korkudan adeta dizlerimin bağı çözüldü ve dizlerimin üzerinde, öylece yere çöktüm...
Sanki kıyamet kopmuştu, mahşeri yaşıyorduk... Bir dakika sonra yerin sallanması durdu ama insanların bağırışları, yakarışları, çığlıkları on beş dakika hiç kesilmedi, şehrin her yanında adeta kıyametin sesi yankılanıyordu... On beş dakika sonra ise insan sesleri aniden kesildi...
Hava aydınlanmaya başlarken, bahçeden kapının önüne çıktım. Bizim bina olduğu gibi dururken karşımızda ki bloklar yerle bir olmuştu. Toz bulutları dağılırken, enkazların üstünde betonları eşeleyen, elleri yüzleri kan içinde enkazların başında bekleyen, bağıra çağıra sağa sola koşturan, kaskatı kesilmiş bir şekilde kıyıda kenarda bekleşen insan manzaraları ortaya çıktı....
İlk şoku atlattıktan sonra, sabah 6-7 olduğunda, ayakta kalan binalardan çıkan diğer insanlarla birlikte, enkazlardan toplayabildiğimiz kadar insanı toplayıp, bizim bahçeye geçirdik. Sağa sola saçılan cansız bedenleri yolun kenarına, duvarın dibine doğru dizdik. DEVLET, kıyamet koptuktan ancak 48 saat sonra yanımıza geldi...
Hakikaten sormamız gerekiyor, 48 saat devlet neredeydi?
Asıl sorulması gereken soru ise; Belediyeler tarafından imara açılmaması gereken yerler imara açılırken, bina inşaatlarının yapımı yeterince denetlenmez iken, kasap, avukat, inşaat ustaları müteahhit diye ortalıkta dolaşırken, imar barışı ile sorgusuz sualsiz bütün yanlışlıkların üstü örtülürken, devlet neredeydi?
Belki de Tanrı’yı, kendi kıyametimize zorladık...Ve sadece on beş dakikasını yaşadık. Kıyametin devamını yaşamak istemiyorsak, artık devletin nerede olduğunu bulmamız ve bilmemiz gerekiyor...
Tacettin Kepenek