KUR'AN OKUYANI DOĞRU YOLA İLETİR!

KUR

ÖMER YILDIZ YAZDI...

Kur’an Okuyanı Doğru Yola İletir

Kur’an’ın gösterdiği istikamette bir yol tutmak için; ilk muhataplarının Arap olması nedeniyle Arapça nazil olan Kur’an’ı Arap olmayan uluslar/toplumlar kendi dillerinden okumalılar. Bu duruma dikkat çekmek isteyen Hüseyin Atay Hoca; Bir ayeti anlayarak okumak, anlamadan okunan hatimden daha sevaptır, diyor.

Arap diliyle nazil olan ve mesajını bu dilin imkânlarıyla ifade eden Kur’an’ı Arap olmayan toplumlar doğal olarak “Kur’an çevirileri/meal okumak durumundadır. Meal okumanın çeşitli yönleriyle tenkit edilmesi söz konusu olsa da, Kitab-ı Mübin ile ülsiyet kurmanın başka yolu da yoktur. Meal okumada oluşabilecek sıkıntıları en aza indirmenin yolu; Metni anlamlandırmak için birden fazla mealden karşılaştırmalı olarak istifade etmek ve anlamakta güçlük çektiğimiz ayetleri tefsirlerden takip etmek iktiza eder.

İslam’ın yegâne kaynağı Kur’an’dır ve Kur’an kendisini “mufassal kitap” yani ayrıntılı, açık seçik bilgi veren kitap diye tanıtmaktadır. (En’am: 114) Kur’an’ı ilk elden tebliğ eden ve günlük hayata en doğru şekilde uygulayan da Resulullah’tır. Şu hâlde peygamberimizin Kur’an pratiği yani “Resûlullah’ın hayata dair temel anlayış ve tutumu” diyebileceğimiz sünneti de İslam’ın vazgeçilmez kaynağıdır. Ancak bu durum sünnetin Kur’an’dan bağımsız bir kaynak olduğu anlamına gelmez. Şöyle ki; Kur’ân-ı Kerîm bir kullanma kılavuzu değildir. Bu nedenle en temel ibadet olan namazı nasıl kılacağımızı bile oradan öğrenemiyoruz. Ana prensipleri ihtiva eden Kur’an’ı anlamak, her şeyden önce “canlı Kur’ân”ı anlamaktan ve söylediklerini uygulamaktan geçiyor. Aksi takdirde, yanlış anlama ve anlamlandırma hatasına düşmemiz kaçınılmaz olur. Diğer taraftan Kur’an’ı anlamak için nüzul ortamını ve onun Arap kültürü ile Arap tarihi içindeki yerini bilmek de önemlidir. Çünkü ayetleri okuduğumuz vakit o günkü Arap dünyasının, Hicaz Araplarının günlük hayatını, aile hayatını, kibrini, gururunu, faziletleri ve erdemleri gibi birçok şeyi görüyoruz. Bu kültürü bilmeden, Kur’an’ın neden böyle hitap ettiğini, neden bazı şeyleri öne çıkardığını, neden bazı mecazları kullandığını anlamamız zorlaşmaktadır.

Kelâmullah ile hazırlıksız ve donanımsız bir şekilde muhatap olup onu anlamamak pek doğaldır. Sıkıntılı olan taraf anlamaya çalışmak yerine yanlış anlamaktır. Bütün bunlara rağmen, okumaktan, anlamaya çalışacaktan imtina etmemek gerekir. Zira kişi Kur’an’dan bilgi ve kabiliyeti kadar müstefit olur ve Kur’an da ona kendini açar. Zira Kur’an ne cifir ne de çözümlemesi yapılacak şifreli bir sözdür. O kendi ifadesi ile apaçık/mübin bir hitaptır. Çıplak uyarıcı ve öğüttür. Kur’an’dan zahir ve hakikat anlamına ters bâtıni anlamlar çıkartmaya uğraşanlar ve ona söylemediğini söyletenlerin varacağı yer şirktir. Diğer taraftan bazı ayetlerin koruyucu, tılsımlı veya olağan üstü bir gücü olduğuna inanarak muska olarak üstünde taşıyan, boynuna takan veyahut ayetlere viagra muamelesi yapan birisi Müslümanlıktan çıkmış olur. Bu kadar net... Zira bu kişi Allah’a inanmakla beraber onun koruyuculuğuna ve kudretine güvenmemektedir. Diğer taraftan Kur’an'ın şifa oluşu yukarıdaki anlamlara gelmez. Onun şifa oluşu, çözüm üretmesi, sorun gidermesi ve yol göstermesi demektir.

Allah tek, din de tek olduğu için dinin ana kaynağı da tektir ve bu kaynak da Kur’an’dır. Alt kaynaklar söz konusu olsa bile son sözü söyleyecek olan ana kaynak kur’an’dır. Tevhid bu ana kaynağı, bu “tek”i

hiç zedelemeden kabul etmektir. İslam’ın anahtar kavramı Tevhid’dir. Tevhid, Mustafa Tekin’in ifadesi ile sadece “Allah’ın birliği” denilip kestirilip atılacak bir konu değildir. Tevhid, hem tüm varlıkların kaynağının/yaratıcısının Allah olduğuna vurgu yapar, hem de insanın farklı boyutlarını bu kaynakta birleştirerek insanı bütünlüklü bir yapı olarak korur. Böylece insan, şizofrenlik parçalanmışlıktan kurtulur.

Kur’an’ı boşuna okumayın, nasıl olsa anlayamazsın diyen Şeytana kulak asmadan, hayatın öznesi olması gereken Kur’an nesneleştirilmeden hakkıyla tilavet edilirse ve Allah’ın kevni ayetleri ile birlikte okunursa muttakilerin tefekkürü için yol gösterici olur. Kur’an tilaveti; onun hakkını vererek okumak ve dediklerini önce anlayıp sonra yaşamak demektir. Tertîl ile okumak (Mümezzil: 4) kuru kuruya bir kıraat değildir; Kur’an sanki bize iniyormuş gibi dura düşüne ve sindirerek okutmaktır. Diğer taraftan Atay Hoca’nın ifadesi ile Kur’an'a militan bir zihniyetle yönelmek, Kur'an'ı gerçek anlamıyla anlamaya da engeldir. Aslında Kur’an okumak işin kolay tarafı, zor ve meşakkatli olan ise, Kur’an ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bu bağlamda bir kimse Kur’an’ı anlamaya çalışarak okursa, Aliya’nın dediği gibi; “herkes onda kendisinin değeri kadarını bulur”, yine İqbal’in ifadesi ile “yol kesenler Ku’ran’ı okuyup öğrenince, yol gösterici oldular.”

 

Şeriati’nin ifadesi ile “düşmanın hilesi” ve “dostun cehaleti” ile bu kitabın kapağının kapatıldığı, “metni” terk edilmeye başladığı günden beri “cildi” kıymete bindi; Müslümanlar, uyanıkken terk ettikleri Kur’an’ı uyurken başlarının üstüne astıklarından bu yana sesi yalnızca mezarlıklardan duyulur oldu. Hâlbuki Kur’an, kendi ifadesi ile ölülere okunmak için değil, dirilere yol gösterip istikamet vermek için indirilmiştir (Yasin: 70). Bu bağlamda; Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim'i:

- Kabristanda/mezarlıklarda okumuş mu?

- Hayır.

- Sahabe okumuş mu?

- Hayır.

- Müctehidler okumuş mu?

- Hayır.

- Bu zevat nerede ve niçin okumuşlar?

- Her yerde, Allah'ın bize ne dediğini duyurmak ve anlatmak için, duyduklarımız ve anladıklarımızı hayatımıza uygulamak için, onu ölülerin değil, dirilerin kitabı ve hayat kılavuzu yapmak için okumuşlar.

Şu halde ölülere bir faydası da dokunmayacağına göre duygusala bağlayıp ölüler için Kur’an okumakta ısrarın ne gereği var? Bu bağlamda manevi hayattan yoksun, Kur’an’ı anlamadan, tefekkür etmeksizin, teaakkul etmeden yüzüne tekrarlayan, dini ritüelleri yaptıkları halde hayatı ahlaki değerlerden uzak yaşayan, ibadetleri mesleki zaruret olduğu için yapan, İslam’ın ruhunu anlayamadıkları için onun şekline bağlanan tipler, ilahi mesajdan nasibini alamamış manen ölülerdir.

Müslümanlar Kur’an’ı yetim bırakıp ihmal ederek (Furkan: 30), dinin merkezine Allah’ın yerine Hz. Peygamberi yerleştirip, dinin buyruklarını Nebi’nin dilinden aktarmaya başladıktan sonra üslup ve usul bağlamında Hristiyanlaşmışlardır. Bunun doğal sonucu olarak da din, Peygamberin varisi olduğunu iddia eden ve onun tahtına kurulan ruhban sınıfının yani hocaların, şeyhlerin cemaat önderlerinin egemenliği altına girmiştir. Nurettin Topçu’nun tespiti ile bu kişilerin hepsinin ortak özelliği, politikacı, sömürücü, samimiyetsiz, aşk ve sevgi yoksunu, menfaatçi ve kalplerinin kin ve nefret dolu kişiler olmalarıdır.

 

İnsanlar fıtrata uygun ve kolay olan Allah’ın dinini ilavelerle, eğip bükerek alabildiğine zorlaştırmışlardır. Bir kısım din âlimi Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş âlimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir. Şu halde dinini en net ve sade bir şekilde öğrenmek isteyen kişi; doğrudan Allah’ın kitabına yönelmelidir. Kimse Kur’an’a dokununca/okuyunca çarpılacağını ve günah işleyeceğini düşünmemelidir. Zira Kur’an kimseyi çarpmaz! Aksine yaşatan, ihya eden bir kitaptır. Kitapla ilişkimiz asla çarpan-çarpılan şeklinde olmamalıdır. Çarpıklıkları düzelten bir kitap olan Kur’an’a saygı göstermek; ne onu evimizin en mutena ve erişilemeyen yerine asmak, ne ona abdestsiz dokunmamak ne de üç kez öpüp başımıza koymaktır. Aksine Kur’an; anlayarak okumak ve öğretilerini hayatımıza yansıtmak için her daim ulaşabileceğimiz bir mesafede, hemen yanı başımızda olmalıdır. Bu bağlamda “Biz Kur’an’ı anlayamayız. Kur’an herkesin anlayacağı bir kitap değildir” diyen insanlar, aslında “Allah bu kitabı göndermiş ama ne anlatmak istediğini yeterince açıklığa kavuşturmamış” dediklerinin ve daha açıkçası kendini “anlaşılır” olarak ifade eden Kur’an’ı bilmeden inkâr ettiklerinin farkında değillerdir. (2/Bakara: 99; 22/Hacc: 16) Kur’an’ın anlaşılması demek onun bütün insanlar için hidayet rehberi olması ve tüm işlerin onun ilkeleri çerçevesinde belirlenmesi demektir.

 

İlimden yeterince nasibini almamış bir kısım selef; en büyük ibadetin Kur’an’ın manasını anlamak olduğunu söylemek yerine, onun anlaşılamayacağını ilan ettiler. Bu suretle Kur’an, Müslümanların kafasına muammalı, anlaşılmaz, erişilmez kutsal bir kitap olarak nakşedildi. Onu anlamadan sevap için yüzüne okumak, papağan misali tekrarlamak, teyp kaydı gibi makamlı okumak en iyi Müslümanlık sayıldı. Yetmezmiş gibi onu sadece ölülere okunan mezarlık kitabı yaptılar. Sipariş hatimlerden başlayıp hazır hatimlere kadar işi azıttılar. Kur’an’a böyle bir muamele alenen ve taammüden ihanettir.

 

Dinle ilgili sorulara cevaben “böyle bir ayet var" değil de "falanca hoca efendi şöyle diyor" deniliyorsa, anlatılan din Allah’ın dini değildir. Çünkü dinin öğretmeni Allah’tır (Fatiha: 1). Bu bağlamda Sahabe ve âlimlere saygı gösteririz, müktesebatından faydalanırız, eksiğini, fazlasını söyleriz ama onları dokunulmaz ve eleştirilmez görüp kutsamayız. Zira ölülerin bize ne zararı ne de faydası dokunur!..

 

Kur’ani bilinçten uzak olan günümüz insanının temel sorunu; Allah’ın varlığına inanıyor olmasına rağmen O yokmuş gibi yaşaması ve günlük işlerine Allah’ı karıştırmamasıdır. Kesin ve net bir yasak olmasına rağmen şarap üretiminin ticari bir faaliyet olduğunu söyleyip, haram olup olması bizi

ilgilendirmez o müftüyü ilgilendirir anlayışı söylediğimize çarpıcı bir örnektir. Günümüz gençlerin deist olmalarının sebebi tam da böyle düalist bir yaşam tarzıdır. Öldük bittik, gençler elden çıkıyor diye yakınmak yerine münafıkça bir yaşam tarzından vaz geçip ahlâkı merkeze alan ve "örnek" bir yaşam tarzı ortaya koymalıyız. Epiktetos’un örneğinde olduğu gibi, koyunlar ne kadar yem yediklerini çobanlarına göstermezler. Ama yedikleri yemi iyice sindirdikten sonra süt ve yün yaparlar. Şu halde bizim de insanlara özlü düşünceler sayıp dökmek yerine, İyice sindirmiş davranışlar ile insanlara örnek olmalıyız. Zaman “tebliğ” zamanı değil, “örnek olma” zamanıdır.

 

Eğer bizler yaratılış amacımıza uygun davranarak (halife), görev ve sorumluluklarımızın gereğini yaparsak (takva), Allah da bizlere iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti (furkan) verir. Günahlarımızı bağışlar. (Enfal: 29). Buna mukabil işlerinde Allah rızasını gözetmeyen Müslüman, ahlaksızlaşmaya başlar. Ahlakın bittiği yerde hayat da biter, hakikat de. Şu halde Kur’an kurslarında ve devlet okullarında Kur’an’ı kendi dilinden okuyarak anlamak yerine, sadece Arapça harflerinin nasıl okunduğunun ve mahreç eğitimi verildiği sürece kimse dürüst, erdemli, ahlaklı, Allah’ın dinini bilen, anlayan, hurafe, bid'at ve şirkten uzak duran Tevhid ehli bireylerin yetişmesini beklemesin. Bizim en hayırlımız, Kur’an’ı Arapça olarak okumayı öğrenen ve öğreten değil, Kur’an’ı anlamak için okuyan, anladığını hayatında pratiğe aktaran ve bunu başkalarına da tebliğ edenimizdir.



Anahtar Kelimeler: ' OKUYANI DOĞRU İLETİR!