MEKSİKA SINIRINDA SİVAS

MEKSİKA SINIRINDA SİVAS

MEKSİKA SINIRINDA SİVAS

Amerika Kıtasının Avrupalılara aşina olmasıyla başladı her şey. Avrupa?nın baskın dini, sosyal kültürel ve ekonomik havasından bıkanlar; kaçar gibi bu kıtaya göç ettiler.  Birkaç eşya ile birlikte umut diyarına hücum ettiler. Gemilere binmeden önce kurdukları serazat ve zengin düşleri yolculuk sırasında epey ilerlettiler. Vardıklarında umuda dair tebessümleri göndere çekilen bir bayrak gibiydi şimdiden. İzbelikten, hızanlıktan, açlıktan, yoksulluktan ve maddiyata dair bir yoksunluktan, yarını olmayan düşlerden kurtuluşun adıydı belki bu kaçış.

Buna benzer bir iklimde başladı Sivaslıların gurbet serüveni. Mümbitliğini yitirmiş toprağı, gelişmek için hiçbir çaba sarf etmeyen sanayisi, oldukça ketum olan havası bu toprakların yarenliğini zor kılıyordu. İstanbul, İzmir, Ankara vs. derken yetmemiş ve ülkeyi saran dalga alıp götürmüştü onu yad ellere. Dün atla Tuna?dan cenge, fethe giden atalarının gittiği yoldan gidiyorlardı. Ama bir farkla ?avrat-uşak? ve yoksunluklarına çare olsun diye. Zorunlu bir kaçıştı. Zira dönmek için söz verdiler. Su serptiler yinede arkalarından geride kalanlar; erken dönsünler diye. Ama şair şerh düşüyordu bu hissiyata; ?Su serperler ya gidenlerin ardından, dönmezlerde ondan.? Kimi döndü erkenden, kimi dönemedi, kimi geç döndü, bıraktığını bulamadı kimi. Zira Gurbet insanlığın hazin kaderi idi bu çağda ve trajedileri bağrında taşıyordu.

Hasretleri vardı; fakat işlerin yoğunluğundan pek akıllarına gelmedi. Emeklilikle birlikte iş bitince hatırladılar ve döndüler yazları. Çocuklar orda kaldığından yıl altı ay burada kaldıktan sonra geri döndüler. Bir süre sonra çocuklarda izinlerini bir turistik gezi nevinden burada kullandılar emekli olanlarla beraber.

Dönüşler hep bir nostaljik arayışın gölgesinde gerçekleşti. Geldiler, gezdiler, organizesinde rol aldıkları şenliklere katıldılar, halay çektiler, türküler söylediler, hasbi hal ettiler, işlerinin yoğunluğundan, vakitlerinin kısıtlılığından dem vurdular ve gittiler. Dernekler kurmuşlardı gittikleri yerlerde, toplanıp piknikler, geceler düzenliyorlar, memlekete dair nutuklar akabinde de doyasıya eğleniyorlardı. Yerelliğini içselleştiremeyenlerin sloganvari sahiplenmesi belki memleketi. Sivil toplum kuruluşlarının saklı ama bariz amaçlarından dolayı dernek başkanlığı için yarıştılar, faaliyetlerde bulundular, kendilerini tanıttılar. Az bir zaman sonra siyasi hayatın aday listelerinde boy gösterdiler.

Onları gitmeye zorlayan sebeplerden hiç dem vuran olmadı. Fabrikalarını, işletmelerini Sivas?a getirmek, burada yatırım yapmak akıllarından geçmedi değil. Lakin bahaneleri de yok değildi. İlk hamlede dirençle karşılaşınca bıraktılar, ellerine aldıkları megafonlarla bunu duyurdular. Herkes bilmeli, onları mahcup etmemeliydi. Yeni bir teşebbüse ne gerek vardı ki, her şey ortadaydı.

Gittikleri yerler rahattı: sınırsız bir özgürlük, istenilen kadar sorumluluk vb. Sonra geride kalanlar da hayran kitlesine dönüştü/dönüştürüldü. Oralara dair anlatılanlar ilgi çekiciydi. Artık her sıkılanın, bunalanın, tatmin olamayanın, toplumsal anlamda suç işleyenin kaçacağı bir yer bulunmuştu. Okuyamayan, meslek sahibi olamayan, bir baltaya sap olmayanın bahanelerinde ve iç rahatlattıran cümlelerinde ilk sırayı oluşturuyordu gurbet, özellikle de İstanbul. Nitekim taşı toprağı altındı. Zaten iş de hazırdı(!) Evliliğin yükünden hafiften bunalanlar, yeni ufuklarda seyrüsefer etmek isteyenler, geçim yükünden sıkılanlar, Anne-Babasından dert yananlar, kahır çekmeyi aklının ucundan geçiremeyenler, zoru, sorumluluğu sevmeyenler, sahte bir özgürlük rüyasına kapılanlar için artık gidecek bir yer vardı: kendini heder etmeye, kahır çekmeye üzülmeye gerek yoktu. Mahalle baskısı olmayan bir yer hayalinin muhatabı yanı başlarında duruyordu.

Düzene uymayanların, suçluların, suçlu ilan edilenlerin, haksızlığa uğradığını düşünenlerin, bu kadar da olmaz diyenlerin ABD filmlerinde geçtiği ve bir nevi dokunulmazlık elde ettiği, kanundan kaçtığı Meksika Sınırıydı artık İstanbul Sivaslı için.? Kovboylar hep meksika sınırına giderdi/ kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi? der şiirinde Mehmet EFE.

Meksika Sınırı vardı: artık rahat olunabilirdi. Usandığımız anda tekmeyi vurabilirdik tüm sorumluluklarımıza. Eşimizi bırakıp yenisiyle evlenebiliriz mesela, çocuklar mı? Meksika sınırından sonra onları kim hatırlar ki; orada her şey serbest. Sorumluluklarımızı hatırlatan her şeyi geride bırakabiliriz. Yatalak, hasta, bakıma muhtaç anne-babamızı niçin kendi hallerine bıraktığımızı soran olmaz Meksika sınırını geçtikten sonra. Zaten yıllar sonra da herkes unutur.

Şiirde geçtiği gibi iyi ki Meksika sınırı var diyemiyorum: Sivas?ta dağılmış yuvalar, bölünmüş aileler, annelerine, dedelerine, nenelerine, amcalarına, dayılarına bırakılmış, sorulmayan kendi haline terk edilmiş çocukları, viran üstüne yuva yapanları görünce. Zira gazetelerde suç işleyen çocuklar sıralamasında Sivas?ı üst sıralarda görmek haklılık payı veriyor. Bölünmüş ailelerde, anne ve babasından uzak büyüyen çocuklardaki travmalar, kişilik bozuklulukları her yerde karşıma dikliyor, iklimimi etkiliyor, yüreğimi kanatıyor. Yaratılış gayesinde İnsana düşen sorumluluk, insani olan bu olmasa gerek.

Ya Sivas?ın Meksika sınırından geri dönenlerin getirdikleri, topluma bulaştırdıkları, ve bunlarla beraber kültür erozyonuna katkıları. Bunlar sadece Sivas?ın sorunları değil; fakat en çok Sivas?ın sorunları. Umarım umduklarımız da gelir bundan sonra Sivas?ın Meksika sınırından.



Anahtar Kelimeler: 0