Tarih: 02.07.2024 10:07

/MEZARIM ÜSTÜNDE BİR TUTAM PAPATYA/

Facebook Twitter Linked-in

Bir eski zaman bilmecesidir toprak damlı evlerde hayatın huzuru. Sonbaharda yağan yağmurlarla birlikte başlayan akşam seyri âlemi, insanı girift bilmecelere götürür adeta. Cama vuran yağmurun iğri iğri şarkısı, bir iç yangınını anlatırcasına mahzundur.

Mahzundur boğazda düğümlenen kekremsi hatıralar…

Bacada “kesekleri” ezen “loğ”un ağır ağır salınışı, nice bilinmez hasretleri çağrıştırır. Ağılın önünde meleyen koyunlar, az sonra buluşacakları yavrularını anarlar sanki. Rüzgârın efil efil salınışı, bir geniz yangınlığını dillendirmesi gibi yakar kavurur zamanları. Toprak bir şiir gibi, şerha şerha yüreklerde duraklar, dondurulmuş suretler.

 Bir toprak huzurudur, yaşanmaya yüz tutan hatıralar. Bir toprak zamanıdır, Sivas’ın uzak bir köyüne kayıt düşülen anlar…

**

Güz inende sarımtırak şiiriyle birlikte, dağları öte bir hüzün kaplar. Öte bir burkuluştur aslında. Öte bir bilmece, öte bir yok oluş, öte bir suskunluktur…

Her şey öte bir sukuttur…Kulmaç’tan inen rüzgârın uğultusunun berhava ettiği bir sukut. Çiğdemin çiçeğin raksıyla şenlenen zamanlar, güz rüzgârının vedasıyla ayılır sanki...

Zamanadır aslında onun seyri âlemi. Güngörmüş anaların, alınlarından inen bulgur bulgur ter zerresi ile söyleşmeye ne hacet; zaten anbean yüreğin şaha kalkmasıdır her şey…

Tan vakti, serçe ve sığırcıklar şakımaya başlamadan az evvel, yakılan tandırların kızım kızım kızaran yüzlerine yapıştırılıp pişirilen ekmekler gibi leziz bir andır zamana kayıt düşen hatıralar…Kazanda kaynayan bulgur çorbası hürmetine, lavaşın sukutu da söz müdür? Küp peynirinin genizleri yakan endamının bir parçası, kıyıda bekleyen kediciğe sunulsa da, kara kara kazanlarda kaynayan köfteler de dile gelir mi acep?

***

Toprak bir damda huzuru demleyen nice insan, penceresi göğe bakan küçücük umutları, kekremsi bir sevdaya dönüştürürler. Ama illa da güz olmalı hüzün vakti. İlla da söyleşmeli turnalar, veda şarkılarıyla.

Alaca bir düşle irkilme gibidir, toprak damlı evlerde zamanı yudumlamak. Alaca bir kanaat, alaca bir cömertlik…

Alaca bir sükût. Ayazın yürekleri yakan dinginliğini aza indirmek için, pencerelere çekilen naylonlar ardında yaşanan sukut. Şerha şerha paralanan ellerde, yarınlara umut uzanır mı bilinmez ama, umut işte. Bozkırın bitmeyen umudu. Bitmeyen yarım bir şarkı gibi. Bitmeyen her şey gibi.

Evvel zaman içinde devinip durur hayatın hay huyu… Gün olup devran döner, kara toprağın alaca bağrında, bir tutam papatya yaren olup söyleşirler, bozkırın ayaza çalan endamıyla…

OSMAN ÇELİK




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —