Hayatın başlangıcı, evrenin meydana gelişi ve ilk madde(arkhe) üzerine ilk çağlardan günümüze kadar nazari birçok tez ortaya atılmıştır. Filozofların tamamen kişisel his, gözlem ve düşüncelerine dayanan bu teoriler zamanla bilimsel kisveye büründürülerek sistemleştirildi; genel geçer bilgiler haline dönüştü. Bazı teoriler tarih içerisinde kaybolup gitmekle birlikte bazıları günümüze kadar yaşamayı başarmıştır.
Hayata ve insana dair ileri sürülen bazı düşünceler; toplum hayatını, girift insan yaşayışını düzenleme ve ona yön verme iddiasındaki birçok ideolojinin de temelini oluşturmuştur. Zihin dünyamızda at koşturan, tarihin gidişatına yön veren, toplumları arkasından sürükleyen fikir disiplinleri insanları kümelere ve kamplara bölerek insan hayatının vazgeçilmez öğesi oldu. Bir insan başka bir insanın zihin kuruntularını benimseyip düşünce yolunda bir adım ilerlediğini sayarak düşünce mağrurluğuna da kapılmaktadır.
İnsanlık, bir düşüncenin kendinden önceki bir düşünceyi anlamsız, saçma, çağa uygunsuzluk gerekçeleriyle silip, yerine yeni bir fikri yorumu koyarak bu seferde onun kesin doğruluğuna kendini inandırmakla koskoca bir paradoksun içine atmaktadır. Dünyayı amansız bir savaş alanına çevirip insanlığı kanlı bir boğuşmanın içine çeken yakın çağın meşhur ideolojilerinin, aklını tek ilah sayan insana, yeni ve yanıltıcı ilahların peşinde birbirini boğazlattığına hep beraber şahit olduk. Karl Marks´ın artı değer, sermayenin eşit paylaşımı, üretim araçlarının devletleşmesi, dinin işçi sınıfını uyuşturan bir afyon olduğu, alt yapı-üst yapı tezleri şeklinde özetleyebileceğimiz ütopyalarını gerçekleştirmek için büyük bir maceraya atılması. Buna karşılık Darwin´in: ?Doğada güçlü olanın zayıf olanı yok edeceği şeklindeki doğal seleksiyon teorisinin peşine takılan faşizm, Hitlerle yeni bir boyut kazanarak seçkin ırk yaratma ve aşağı ırkları yok etme şeklinde bir tutkuya dönüşmüş ve komünizmin karşısına yırtıcı bir pars gibi dikilmiştir. Bir tarafta dünyayı bir sınıf bilinci anlayışının tekdüzeliğine indirgeyip hayvan çiftliğine çevirmeye çalışan komünizm, diğer tarafta dünyayı bir ırkın sultasına teslim eden faşizm? Ayrıca dünyayı acımasız bir pazar insanlığı da bir müşteri olarak gören kapitalizm, insanın zihnini işgal eden takma akıllar olarak duruyor. Artı değer kuramı Marks´ın aklına gelmeseydi, seçkin ırk kuramıda Hitlerin aklına gelmeseydi üçüncü dünyanın safdil insanları hangi dava için birbirini boğazlayacaktı acaba. Onlar olmasa düşünce adamı olduğunu kasıla kasıla söyleyen hangi safdilin kıymetli aklına gelirdi.
Daha bunlardan başka sayamayacağımız ve insanlık tarihini meşgul eden onlarca felsefi düzenin eleştirisine mantıki açıdan yaklaşacak olursak tarihi paradoks kapısını aralamış oluruz.
Şairin:
Kavanozda kendini deryada sanan balık
Ne acı vahşet mağrur ilimdeki kabalık
İfadesinde belirtilen bir kabalık içine düşmemek için Dünya´yı evrende küçük bir kavanoz, insanı da çevresini sadece duyu organlarının sınırlılığında algılayabilen bir balık olarak düşünelim. Kâinatı insan dışı kaynaktan gelen bilgiden bağımsız düşünürsek girdabın en derinine düşmüş, alaboranın en çetinine kapılmış oluruz.
Kendimize şu soruyu soralım. Yeryüzünde ne kadar insan varsa evrenin oluşumu, hayatın başlangıcı ve toplum yaşayışını düzenleme konularında o kadar düşünce olabilir mi?
Cevabımız muhakkak evet olacaktır. Şu hâlde gerçeklikle ilgili kesin bilgiyi insan aklının tasarrufuna bırakmak çelişki olmuyor mu? İnsanlar arasındaki zihin, duygu ve algılama farklılıklarını da düşünürsek iş daha da karmaşık hale geliyor. İnsan sayısınca akıl? İnsan sayısınca gerçek?
Fertlerin düşüncelerini duyu organlarının işlevine indirgemek de başka bir tutarsızlıktır. Duyu organlarımız algılayabildiği ölçüde doğru bilgiler verir. Algılayamadığı durumlar hakkında kendi başına bilgi edinemez. Bu konuda salt insan zihnini ve duyularını temel kaynak almamız anarşiye zemin hazırlamaktır. Çünkü hayatımızı bir insanın zihni kuruntuları üzerine oturtmak, mutlak gerçeklik hakkında herhangi bir insanı referans almamız, - Farkında olmadan- başka kimselerin de yorum yapabileceğini onaylamamız anlamına gelir.
Bu durum, ?Ne kadar insan varsa, o kadar düşünce vardır? önermesini doğrular ki bu da bahsettiğimiz paradoksa götürür bizi. Bu kadar yorum arasından hangisinin doğruluğunu kabul edeceğiz, hangi doğrunun arkasından gideceğiz?
Dış dünya(evren), dünyayı tanzim etme hakkında tamamen zihni verilerin yol göstericiliğine inanmak, hakikate ulaşma bakımından ihtimallidir. Bu da balığın kavanozun dışı hakkında düşünebilmesi gibi bir durumdur. İnsanlığı büyük bir denek, dünyayı da deneme tahtası gören birçok ideoloğun yanılgılarıyla dolu tarih; aklını diğerinin aklının önüne geçirmeye çalışan toplum mimarlarının insanlığı kanlı hesaplaşmaların içine sürüklemelerine defalarca tanık oldu. Dün hararetle savunulan, uğrunda canlar, hayatlar feda edilen Marksist düşüncenin günümüzde geçerliliğini yitirmiş; modası geçmiş müzelik bir fikir olduğunu görüyoruz. Çağlar öncesinde toplumları kamplara ayıran, insanları peşinden sürükleyen nice ideolojiler geldi geçti. Toplumları arkasından sürükleyen hiçbir fikir akımının kalıcılığını kaydetmedi tarih. Tarihin tozlu yapraklarında nice büyük sanılan fikirlerin mezarı tozlanmaktadır. İnsan kaynaklı düşüncenin kesin doğruluğunu aktarmadı hiçbir zaman tarih. Kendini feda eden İsmailli militanına sahip olduğu düşüncenin yanlışlığına kim inandırabilirdi kendisini. Ona göre en doğru düşünce batınilik düşüncesi, en büyük önder fikir babası Hasan Sabbah´tı. Bugün tarihler küçük bir sayfada sapık bir akım olarak bahsetmektedir Batınilik´ten. Kurandaki yargıları bir yığın doğma; ona inananları geri kafalı olarak değerlendiren ilericilerin! Karl Marks´ın kapitalini tenkit dışı görmeleri, onu başucu kitabı yaparak dokunulmaz hale getirmeleri hangi ileri kafayla ve modern düşünceyle açıklanabilir. İlericiliği kronolojiye indirgeyen eksik akıllılar, şunu bilmeliler ki; her fikir, her yorum akan zamanın gerisinde kalacaktır.
Şu halde insan düşünen bir varlık olduğu için isabetli olsa da olmasa da düşünmektedir. Çelişki arz eden kendi aklının ürünlerini başkalarına dayatmaktır. İşte modern insanın düştüğü en büyük çıkmazlardan biri budur. Demek ki insani düşüncelerden esinlenen hayat anlayışının değişmez gerçekliğini savunmak, insanın kendi varlığının inkârı demektir. Ben aslında bunları düşünemem onlar benim yerime düşünür demektir basit izahıyla. Her şeyi duyu organlarının insafına terk eden pozitivizm batılı kafanın insanlığa dayattığı son yanılgının adıdır. Her şeyi laboratuvara sokmaya uğraşan pozitivist ve ampirist anlayış ruha açılan kapılara uzun zamandır kilit vurmuştur. Batıdan gelen her fikrin peşine takılmakta biz üçüncü dünya insanına düşüyor. Batı sadece mal ithal etmekle kalmıyor asırlardır ideolojisini de satıyor kanımız karşılığında.
Cemil Meriç: ?İdeolojiler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir itibarları kökenlerinden kaynaklanıyor, hepsi de Avrupalı? diyor.
Bu durum fikir mimarlarının, toplum mühendislerinin insanlık üzerinde fikri egemenlik kurmasını hazırlayarak yeni bir feodalizm olan ?Fikri Feodalite? yi başlatmıştır.
Necip Fazıl Kısakürek bu düşünce köleliğini şu mısralarla anlatır.
?Bu millete her bela içinden gelir.
Hepleri hep hiçin hiçinden gelir.
Gelemez bir ithal malıdır akıl
Kafdağından çinden maçinden gelir.?
İnsanın akli yorumuna dayalı hayat tarzını başka insanlar üzerinde dayatmaya kalkışması, aynı hakka başka insanların da sahip olduğunu ispat etmesi anlamına gelir.
Bu da tarihteki anlamsız çekişmelerin ve kanlı savaşların temelini oluşturur.
Bütün bunlar bize tüm akıl, yorum ve düşüncelerin üzerinde, hepsini var eden hepsine hakim olan hepsinin işlevini bilen üstün ve mutlak aklın olduğunu gösterir. Bu mutlak akıl ve mutlak hakikat, bütün akılların yaratıcısı olan yüce ALLAH´ tır. Kimse yeryüzünde aklının üstünlüğü ukalalığına kalkışmamalıdır. İnsan her zaman acziyetinin bilincinde olmalıdır. Yeryüzünde başıboş bırakıldığını sanan insanlık dönem dönem birbirini boğazlamaya kadar varan türlü mücadelelerin içine girmiştir. Kendi yaptığı makinenin işleyişini en iyi bilen Allah onun nasıl hareket etmesini belirlemede de tasarruf hakkına sahip tek güçtür.
Fakat insanlık Allah´ın kainata düzen vermedeki tek irade sahibi olan yetkisini elinden alma cüretkarlığına kalkışıyor. İlk çağlarda tabiat güçlerini kutsayan ilkel putperestlik, ortaçağda mutlak hakikatin bu iradesine müdahale eden klasik putperestlik önünde eğilen insanoğlu, günümüzde aklın ve duyuların tek gerçek olduğunu dayatan modern putperestlik olan pozitivizmin,amprizmin, rasyonalizmin ve materyalizmin önünde eğilmektedir acziyetle. Bu insanın kendisine tapınmasının en bariz göstergeleridir. Duyularını, aklını ve sezgilerini gerçeğin mutlak ölçüsü sayan modern toplum kendine tapınmanın ritüellerini tekrarlıyor her fırsatta.
İnsan kendi varlığının üzerinde tek varlık ve tek akıl olduğu bilincine vardığı an dünyanın düzeni yeniden değişecek, hayat yeniden şekillenecek, insanın eşyayı algılaması ve ona yön vermesi yeniden şekillenecektir. Çok tanrıcılıktan bir olan Allaha yönelmenin esprisi de burada yatar. Çok akılcılıktan tek aklın hükümranlığına teslim olmak gerçek barışın geçek özgürlüğün gerçek huzurun anahtarıdır. İnsanın aklını ilahlaştırıp başka insanları yönlendirmesinin önüne bu mutlak hakikat ve mutlak akıl geçer. Eğer akıl mükemmel bir varlık olsaydı, türlü yanılgılar içine düşmezdik. Dünkü aklımızı bugün beğenmezlik yapmazdık. Geçmişteki aklımızı ve davranışlarımızı şimdi düşünüp gülüp geçmezdik.
Tüm çekişmeleri, tartışmaları, bütün savaşları keser bir bıçak gibi. Bir insanın başka bir insana tapınması kadar büyük bir esaret var mı şu dünyada. Kula kulluk anlayışını da kökünden kazıyacak ta bu mutlak akla teslimiyettir. Hey insanoğlu bil ki, Allah yoksa, akıl da yok; Allah yoksa özgürlükte yok.
Emsali KARADUMAN