Çünkü müzik tercihi tamamen bireysel bir meseledir. Ruh dünyanızla örtüşmeyen, yüreğinize dokunmayan müzikleri dinlemek gibi bir mecburiyetiniz yok. Öyle zamanlar olur ki klasik Batı müziği ya da klasik Türk musikisi dinleyerek huzur bulursunuz. Bazen caz ya da rock müziği dinlemeyi tercih edersiniz, bazen de Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım…” türküsüyle içinizde uzun bir yolculuğa çıkarsınız. Belki de Ahmet Kaya’nın şarkıları, Ruhi Su’nun bir ırmak gibi akan türküleri, Sezan Aksu’nun muhteşem şarkıları kalbinize daha iyi gelir…
Modern zamanlarda insanların dünyanın değişik coğrafyalarında yaratılan sanat-edebiyat, şiir, müzik, roman hikaye, felsefe gibi farklı kültürel birikimlerle buluşma imkanları alabildiğine genişlemiş bulunuyor. Doğal olarak bu kültürel çeşitlilik hem insanlığın ruh dünyasını zenginleştirmekte, hem de kültürel hafızasını özgürleştirmektedir.
Dolayısıyla kültürel manada imkanların bu kadar çeşitlendiği bir dünyada “Bize ne Batı’nın müziğinden, sanatından edebiyatından, bizim Osmanlı gibi bir ecdadımız var, biz dünyanın en muhteşem camilerini, saraylarını inşa etmiş bir milletiz” gibi hamasi söylemlerle dünyanın kültürel zenginliklerinin önüne barikat kurmak, ancak kültürel bir şizofreninin ürünü olabilir. Elbette Osmanlı büyük şairler, dahi müzisyenler, dünya çapında mimarlar yetiştirmiş bir devlettir. Ama bu dünyanın farklı kültürel havzalarında yetişen, büyük şairleri, efsane müzisyenleri, edebiyatçıları, mimarları görmezden gelmemizi gerektirecek bir durum değildir. Bilakis evrensel kültürle buluşmak ve onlarla birlikte yeni değerler üretmek yerli ve milli olmayı daha da anlamlı hale getirecektir.
Mesela benim için bu toprakların müziği kadar klasik Batı müziği de, caz da, rock da önemli bir değer ifade etmektedir. Hemen belirtmem gerekiyor ki bu müziklerin dinleri, beslendikleri kültürel kaynaklar, ya da bizzat müzisyenlerin çılgınlıkları, hatta uçuk halleri çok da ilgi alanıma girmiyor. Çünkü ben müzik dinlemek istiyorum, müzisyenin dinli mi, dinsiz mi olduğu ile ilgilenmiyorum.
Bu çerçevede efsane rock gruplarından birisi olan The Doors’un altını çizmem gerekiyor. The Doors 1965’te başlayan ve 1971’de Jim Morrison’ın ölümüyle sona eren süreçte etkileyici ve şiirsel şarkı sözleri, iyi düzenlenmiş müziğiyle öne çıkmış, bir kuşağın en önemli gruplarından biri olarak kabul edilir.
“Break on Through (to the Other Side),”, “L.A. Woman,” “The End” “The Crystal Ship”, “Light My Fire” genelde en iyi bilinen ve birer klasik haline gelmiş parçalarıdır. Özellikle yaklaşık 12 dakikalık “The End” grubun en sarsıcı parçalarından biri olarak kabul edilmektedir.
The Doors’ın efsanevi şarkılarından birisi olan The End epik ve deneysel şarkılar külliyatı açısından bir dönüm noktasıdır ve adeta bir şiir tadındadır… Ancak şarkının asıl gücü Morrison’un vokali ve sözlerinden gelmektedir. Sanatçı bu çalışmaya bir şarkı gibi başlayıp, zaman ilerledikçe kendisini daha özgür bir alana taşır. Ve bütün şarkı boyunca Morrison, sözleri ile adeta bir resim çizer gibidir.
Belki de Jim Morrison’ın “The End” şarkısında veda ederkenki bütün amacı, bizi dünyadan uzaklaştırıp hayali bir diyara götürmektir…
/Sonuna geldik gьzel arkadaşım,
Bu son, tek arkadaşım,
Son.
Seni rahat bırakmak acı veriyor,
Ama sen de benimle gelmeyeceksin ki,
Kahkahalı ve beyaz yalanların sonu,
Ve цlmeye uğraştığımız gecelerin sonuna,
Sonuna geldik./
MEHMET OCAKTAN KARAR GAZETESİ