"bir şehrin
urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öc almanın vakti gelmiş demektir"
Ölü bir şehir burası.
Kendini, gönüllü olarak ölüm uykusunun kollarına bırakmış bir şehir .
Ölüm içinde şehir, şehir içinde ölüm.
Umarsız kalabalıkların, ne için ve nasıl yürüdüğünün analize muhtaç hali, ayan beyan ortada iken, kalplere ve zihinlere işlemiş olan tekdüzelik ne ile açıklanabilir?
Gecenin kör karanlığında, sağa sola serpişmiş yarım yamalak gölgelerin bile, ayak seslerini hissetme dürtüsünü ters yüz etmiş bir şehri kurmak için çabaya gerek var mıydı?
Ölü bir sessizlik, ölü bir tekdüzelik… Tekdüzelik içinde benlik, benlik içinde tekdüzelik
Aynı nefes alıp vermeler, aynı hayaller, aynı demir tırnaklarla çivilenme yavanlığa.
Tekdüze yaşama alışkanlıkları karabasan gibi ortak bir yargı çerçevesinde döndüğüne göre, bir dirilik işareti bunun neresinde?
Sıra sıra, kaldırımda yürüyen ölüler serisi gibi…
Sıra sıra, alış veriş merkezlerinde, sepetleri aynı ürünlerle dolu kasada bekleyenler gibi.
Aynı filmleri seyreden, aynı espriye gülen, aynı düşünenler serisi…
Yürüyenler ve gölgeler!
Gölgeler ve yürüyenler!
Sıra sıra, adım adım, öte öte!
Göğün emsalsiz konukları serçelerin bile, belli kaygılar doğrultusunda ortak kanat şakımaları çokça belirgin iken, şehri tepeden tırnağa saran, kara gri bulutların verdiği derin ölüm uykusu, kaç asır daha kol kol salınacak?
Kaç asır daha soğuk ıssız kaldırımlar, bir insan sıcaklığına hasret kalacak? Kaç zaman daha yağan yağmurlar, bir şerbet tılsımını sere serpe dağıtacak, adım içinde adımlar arayacak?
Yapmacık ilişkiler, maskeli suretler!
Aşkı, hayali ve ideali ters yüz eden yapaylıklar!
Kara gri kaldırımlarda, sökülen yüzleri yamayan suretlerin her an arttığı, zaman içinde zamanlar zamanı…
Ölü bir şehirde yaşamak!
Diri bir hayale dahi fırsat vermeyen ölüler içinde, bir ölüm uykusuna mecbur olma… Soluk benizli, hayale ve ideale sırt çevirmiş aynı yöne doğru yürüyen binlerce insan.
Kara gri bulutların, keskin kuzey rüzgârlarının dört bir yana serpiştirdiği bir ölüm soğukluğu.
Kutu kutu beton kafeslerde, her bulduğunu kendisi için yağmalamayı bekleyen hazır yığınlar. Biri birine benzeyen suretler, biri birine benzeyen davranışlar…
Ölü bir şehir, ölü insanlar yığını..
Betondan, taştan, suretsizlikten, yapaylıktan oluşmuş ölü bir şehir…
Diri olduğunu zanneden kalabalıkların, her türlü samimiyeti hoyratça berhava ettikleri ölü bir şehir…
Ip ıssız bir soğukluk, ıp ıssız bir boşluk ...
Boşluk içinde boşluk…
Ölü bir şehir