Batının ortaya çıkardığı bir kelime olan Ortadoğu ile ifade edilen bölge ile Batının dış güç olarak ilgisi bölgenin Roma İmparatorluğunun elinden çıkmasıyla birlikte başlamış ve bu süreç bugüne kadar devam etmiştir. Haçlı Seferleri ile istediğini alamayan Batı Haçlı Seferlerinde devşirdiği bilgileri süfli emelleri doğrultusunda geliştirerek kendi dışındaki Dünyayı tahakküm altına almaya çalışmıştır. İlk dönemlerde bu yayılma ve tahakküm faaliyetlerinden Osmanlı Devleti`nin gücü sebebiyle etkilenmeyen Ortadoğu bu devletin zayıflamasıyla birlikte bu yönde bir faaliyette bulunmaya başlamıştır. Doğrudan İslam Alemini, onun kalbi olan Ortadoğu`yu hedef alamayan Batı önce güneyden Hint Okyanusu, Kızıl Deniz kıyılarından bu bölgeyi sarmaya başlamıştır.
Bir süre sonra devin yaşlanması ve zayıflaması ile birlikte Batı Ortadoğunun petrol başta olmak üzere eski önemine eklenen artılarından dolayı bölgeyi eline geçirmek adına önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Sinsi bir şekilde her türlü argümanı kullanarak bölgeyi ele geçirmeye çalışmıştır.
Coğrafi keşifler olarak yanlış bir şekilde adlandırılan Avrupanın yayılması süreci başladığında haçlı seferlerinde olduğu gibi dini öğeler ön planda tutulduğunu görmekteyiz. Ama gerçek amaç eknomik ve siyasi çıkarlardır. Tabii ki dini bir taassup ve adavetin de etkisi yadsınamaz. Nitekim oğul Bush 2001 yılında İkiz kulelerin vurulması akabinde yeni bir haçlı seferine çıkacaklarını açıklamıştı. Hindistan yoluna düşen Vasco De Gama bu yolculuğun amacını Hıristiyan Dünyasında "Perester Jhon" olarak bilinen doğudaki efsanevi kralı bulup Hıristiyanlığı yayma olarak açıklamıştı. Ancak onun bu bu amaca yönelik faaliyetini gören olmamıştır. Zira O Kalküta Limanından Batı`ya ne kadar mal taşıyabileceğinin hesabından başka bir şeyle uğraş(a)mamıştır.
Abdürrahim KARAKOÇ`UN "önce ellerinde incil sonra tüfekle geldiler" dediği Afrika` da olduğu gibi dini emeller ekonomik ve siyasi emellerle birlikte yürümüştür. Uzakdoğu ve Afrika`dan sonra yavaş yavaş ve ürkütmeden Ortadoğu`ya uzanan Batı 18. asrı emellerinin altyapısını tesis etmekle geçirmiştir. Osmanlı içinde ayrılıkları körüklemek adına altyapıyı oluşturmak için önemli çalışmalar yapmışlardır. Yıllarca etnik, dini, mezhebi özelliklerini bir ayrılık vesilesi yapmayan, ortak bir kimlik içinde kendilerini ifade eden toplulukların farklılıklarını bayraklaştırmaya bu farklılıklar yetmiyorsa yeni farklılıklar oluşturmaya yönelmiştir. Fransa`nın 18. asrın sonlarında Beyrut merkezli yaptığı yayım faaliyetleri sırasında basılan kitap sayısının o devirde tüm Osmanlı Coğrafyasına eşit olduğu ve bu kitapların hepsinin de fitne çıkarmaya yönelik altyapı tesisi amaçlı olması önemli bir örnektir. Nitekim Lübnan`da bugün pek çok etnik grup ve bu devirde üretilen mezhepler vardır. Bu süreçte Arap kimliğini temel alan toplulukları dini olarak Müslüman, Hıristiyan,Yahudi ve diğer dini özelliklerine göre ayrıştırmaya çalışan Batılı güçler İslam öncesi kabilecilik gibi yapıları da diriltmeye çalışmıştır.
Bu düzlemde Batı Gayrimüslimleri müttefik olarak konumlandırmak için onlar üzerinde de bir siyaset ve toplum mühendisliği yapmıştır. Bunun en önemli örneği Gregoryen olan Ermenilerin 19. asırda Katolik, Protestan başta olmak üzereçeşitli Avrupa Devletlerinin temsilcisi olduğu mezhepleri kabul etmiş olmalarıdır. Ermeni meselesinin doğuşunda etkili olan en önemli yapılardan bir de budur.
Açılan Yabancı okullar ve Azınlık okulları ve dini merkezler bu süreçte bu ayrılıkçı faaliyetlerin her türlü dayanağını tesise yönelik merkezler olmuştur. Bu faaliyetlerle Ortadoğu çok kimlikli, kimliklerini birer asabiyet unsuru olarak bayraklaştıran toplulukların merkezi olmuştur. "di di et empare" yani "parçala, böl,hükmet" olarak Roma İmparatorluğundan beri gelen politika temel alınarak faaliyetler yürütülmüştür. Bu faaliyetlerin en önemli noktası acılar ve onların oluşturduğu yaraların kaşınması, hatırlatılması; eğer yoksa oluşturulması olmuştur. Bu şekilde Ortadoğu`da hem Osmanlı Devleti`ne karşı hem de kendi aralarında bir husumet ve kin tesisi sağlanmaya çalışılmıştır. Arap ileri gellenlerinin Osmanlı ile ilgili 19. ve 20. asırda bizi sömürdüler söylemi bu faaliyetlerin sonucudur.
Bu duruma da cevap olacak şekilde 1206`dan 1857 yılına kadar Hindistan`da Müslüman Türk Hakimiyeti sürmüş olmasına rağmen, bugün hiç bir Hintli Müslümanlar da dahil olmak üzere Türkçe konuşmamaktadır; ama bir asır süren İngiliz hakimiyeti sonucunda bugün Hintliler ingilizceyi anadilleri gibi görmektedirler ve trafik İngiltere de olduğu gibi sağdan akmaktadır. Gandi`nin direnişi bile bu sonucu değiştirememiştir. Bu bağlamda Sezai KARAKOÇ`ın Batı için söylediği "Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :Karşınızdakini değistirmek" sözü manidardır.
19. asırda Ortadoğuda köşe kaspmaca oynanayan Batılı güçler, yavaş yavaş ilerlemeye başladılar. Bu Bölgeye yerleşmek adına her türlü argümanı kullanan bu güçler, dini yayma , kutsal bölgelerine sahip olma, dindaş ve soydaşlarını koruma ve kollama, Osmanlı Devleti`ni koruma ve yardım etme gerkçelerini kullanarak bu asırda sömürge faaliyetlerini sürdürdüler.
20. asırla birlikte sömürgeciliğin yeni şekli olarak ortaya çıkan manda ve himaye Osmanlı Devletinden koparılan ve koparılması planlanan toprakların elde tutulması için yeni politikanın insancıl kılıfının adıydı. Ortadoğu toprakları oluşturulan altyapı faaliyetlerinin de yardımıyla kopartılmış ve belli bir süre elde tutulması için himaye altına alınmış ve sömürülmeye devam edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonucunda zayıflayan Batı`ya karşı ayaklanmalar yine Batı`nın yeni taktiği ile istenilen şekilde sonuçlanamamıştır. Bağımsızlık savaşını veren halk bu tarihten itibaren Batı`nın istediği şekilde İslamı, kitabi(ortodoks) olarak değil heteredoks olarak yorumlayan, Emevi politikası olan Arap Milliyetçiliği ve sosyalizmi baz alan, çoğunluğu azınlıklardan oluşan, batı yanlısı ya da Batı karşıtı görünen ama Batının ekmeğine yağ süren diktatörlerin eline bırakılmıştır. Ayrıca bu durum sebebiyle Batı devamlı müdahale hakkını saklı tutarken, diğer taraftan çıkarlarını da korumayı başarmıştır.
1990`da Soğuk Savaşın bitmesiyle oluşan yeni düzen kurma çalışmalarında Batı, diktatörlerle işbirliğinin devam edemeyeceğini ve bu diktatörlerin düşüşünün yaklaştığını görerek bunlardan bazılarının gücünü azaltırken bu bölge de koloniler oluşturmaya başlamıştır. Bugün Arap Baharı denilen hareketler de de Batı önünde duramayacağı bir süreci istendik şekilde yönlendirmeye çalışmıştır. Batının düşünce kuruluşlarında devşirilen büyük planlar diktatörlerden o toplumları kurtararak demokrasi ve insan hakları getirmek adına yürürlüğe sokulmaya başlamıştır.
2001`de kurgulanan 11 Eylül saldırısı üzerinden başlayan cadı avı demokrasi ve insan hakları götürmek, kadın haklarını sağlamak amacını güttüğünü söyleyen Batı`nın tüm güçleriyle Ortadoğu da yerleşmesini sağlamıştır. Akan kan, dinmeyen karışıklık, belirsizlik, katik ortam vs. bu faaliyetlerin amacı olduğu söylenen Demokrasi ve İnsan Hakları temelindeki insani düşüncenin tamamen sömürgeciliğin yeni argümanı olduğunun göstergesidir.
Batı Ortadoğu üzerindeki emellerin gerçekleştirmeye başladığından beri her zaman asıl amacını ulvi, yüce bir amaçla kamufle ederek bir meşruiyet oluşturmaya çalışmaktadır. Bu meşruiyeti oluşturduğu argümanı da kendisi deşifre ederek güçlü olduğunu, gücün her şeye hakkı olduğunu zihinlere yerleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Bunu bir güç gösterisi olarak okumalıyız.
Birkaç yıl öncesinde yayınlanan albeni reklamında albeni yiyenlere albeni yemekteki sebepleri daha doğrusu bahaneleri sorulmakta; o sorulara albeni yiyen insanlar hiç alakasız sebepler yani bahanelerle cevap verilmekteydi. Yiyebilmenin şartı bir bahanenizin olmasıydı.İşte Batının durumu albeni yemek gibi bir şeydir.
Batı halihazırdaki sosyolojik, fikri ve siyasi temelleri yönlendirerek ve kullanarak bu faaliyetlerini yapmıştır. Bu durumda iç ve dış sebepleri ddikkate alarak duruş belirlemek gereği de belirtilmesi gereken durumdur.