Tarih: 21.09.2024 12:06

Pagan Bir Din: Futbolizm

Facebook Twitter Linked-in

Pagan Bir Din: Futbolizm

Paganizm, batı uygarlık tecrübesinin tümünü özetleyen, kökeni Grekler'e kadar giden doğrudan bir putperestlik biçimidir. İnsan, fıtratı gereği mabudsuz/tanrısız da mabedsiz/tapınaksız da yapamaz. Hakikisini yitirdiği zaman her daim sahtesini icat etmiştir.

Tanrı fikri yitirilmesiyle insanın tanrılaştırılması olan Paganizm, günümüzde modernlikle birlikte yepyeni bir pozisyona evrilmiş bulunmaktadır. Bu yeni durumda tüm ayartıcılıkları, çevirdikleri entrikaları ve hayat tarzlarıyla film yıldızları, müzik starları ve futbolcular seküler mabetleriyle Grek tanrılarını aratmaz oldular. Bilhassa son yarım asırda futbol diğerlerinden bir adım öne çıkarak ve artan bir hızla yeni bir paganizm/insana tapınma ve barbarlaşma biçimine dönüşmüştür.

Futbol, bütün dünyada kitleleri meşgul ederek dikkatleri belli meselelerden uzak tutmak açısından kullanışlı bir araç olduğu için üst seviyede destek görüyor. Bu bağlamda, "tribünlerden gelen sesler, savaşan mazlumların sesini kısıyor ve bu sesi bastırıyorsa, futbol afyondur” der merhum Ali Şeriatî. Futbolun bu afyonlama/uyuşturma yönünün öne çıkmasının yanı sıra, olay artık bir oyun ve eğlence olmanın ötesine geçmiş, kendisi dışında pek çok alanla birlikte anılmaya başlanan bir sektör haline gelmiştir.

Hemen hemen dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de futbol gündemin ilk sırasını işgal etmektedir. Bu nedenle futbolun basit bir saha oyunundan ibaret olduğunu sanmak/düşünmek büyük safdillik olur. Nitekim “Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkileri” kitabının yazarı Ahmet Talimciler’in dediği gibi; “Futbol artık bir sektör olarak ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşamla iç içe geçmiştir, bu yüzden 'futbol artık en az futbol'dur. Toplumlar ve ülkeler için bir propaganda malzemesidir. Hatta istendiği takdirde kötü niyete alet edilecek olursa bir ülkenin ekonomisine, toplumsal dokusuna, imajına, töresi ve geleneğine zarar verebilecek bir silaha dönüştürülecek potansiyele bile sahiptir.” Açıkçası futbol siyasîlerin asla ihmal edemeyecekleri bir sosyolojik vakıa, politik bir hadise ve dünya çapında ortak bir dil haline gelmiştir.

Simon Kuper “Futbol asla sadece futbol değildir” adlı kitabında 22 kişinin bir top peşinde 90 dakika oynadığı oyunun o oyundan ibaret olmadığını uzun uzadıya anlatır. Total futbolun babası Rinus Michels, “futbol savaştır” sözünü boşuna söylememiştir. Örneğin, Hollanda, Batı Almanya’daki 1988 Avrupa Şampiyonası yarı finalinde Almanya’yı 2-1 yendiğinde Hollanda’da milyonları sokağa döküp bir galibiyeti çılgınca kutlatan sadece maçı kazanmak değil, II. Dünya Savaşı’nda Hollanda’yı işgal eden Almanya’yı sahada bozguna uğratmış olmaktı. Çünkü Hollanda sokakları hep bir ağızdan “1940’ta onlar geldiler, 1988’de biz geldik” diye bağırıyordu.

İspanyol diktatör Franco; “Gidişat bozuk, ekonomi kötü, halk perişan, herkes adaletsizlikten yakınıyor ama kimsenin şikâyeti ve isyanı yok. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?” sorusuna, “3F ile yani Fado, Fiesta ve Futbol ile halkı yüz binlik beşiklerde uyutuyorum!” cevabını vermiştir.

Franco’nun yüz binlik beşikleri stadyumlardır. Fiesta, çılgınca eğlendikleri milli bayramları, Fado ise meşhur Portekiz halk müziğidir.

Kitlelerin uyuşturulmasından ve afyonlamadan daha önce bahseden ünlü filozof Karl Marx eğer 21. yüzyılda yaşasaydı, Şeriatî’nin tespitinin doğruluğunu teyit edercesine o meşhur “din, kitlelerin afyonudur” aforizmasını muhtemelen ‘futbol kitlelerin afyonudur’ şeklinde söylerdi. Hakkını teslim etmek gerekir ki futbol şu haliyle çağımızın en etkili narkozudur. Buradan hareketle bugün dünyada genelde spor, özelde ise futbol aynı anda milyonların psikolojisini, sosyolojisini kısacası tüm hayatını etkileyip rehin aldığı için, pagan dönemlerin “totemik ayin”lerinden daha etkili olmaktadır.

Sosyolog Fatma Barbarosoğlu’nun tesbiti ile Futbol, modern şehir hayatının aidiyet zincirini oluşturan yapılarının başında geliyor. Erkekler için unutuşun ve tutunmanın kimyasını sunan büyülü bir iksir futbol. Dertleri unutmak, günlük hayatta hiç karşılaşmayacağınız insanlarla “aynı heyecana” dâhil olarak hayata tutunmak demek, bir maçın seyircisi olmak demek.

Stadyumlardaki futbol heyecanı bir tür pagan kutsallığa dönüşmüş, toplumların her türlü ideolojiden arındırılmasının, yalıtılmasının aracı olmuştur. Nitekim bugün futboldan başka bir şey konuşmayan, düşünmeyen ve futbolla yatıp, futbolla kalkan bir toplum haline gelmiş olmamız bunun en bariz göstergesidir.

Başta futbol ve futbol idolleri olmak üzere, devasa stadyumlarda verilen konserler, bu konserlerin kahramanı olan müzik putları, kitleleri bir yandan oyalayıp bilincini iğdiş etmek suretiyle egemenlerin kolayca yönlendirmelerine/kullanmalarına amade bir toplum oluşmasına sebep olurken; diğer yandan isyan ahlakının, başkaldırı ruhunun yatıştırılmasının, dumura uğratılmasının aracı olmaktadır. Bundan daha kötüsü ise, futbol ve benzeri olguların, toplum üzerinde heyecan uyandırıcı profan içerikli sahte bir kutsallığa büründürülebilmeleridir.

Kitleler nazarında futbol her türlü paradigmanın önüne geçecek önceliğe sahip bir tutkuya dönüşmüş ise artık bu konunun üzerine ciddi olarak eğilmek, enikonu değerlendirmek, olayı anlamaya çalışmak, bu noktaya nereden ve nasıl gelindiğinin hesabını ciddi ciddi yapmak gerekir. Günümüzde artık futbol veya diğer sportif faaliyetler, “modern insan” için basit bir taraftarlık veya sempati bağının ötesinde anlam ifade ediyor. Sportif karşılaşmalar -bilhassa futbol- bir sportif faaliyetten, seyir zevkinden ve taraftarlıktan ibaret değil; olaya ontolojik anlamlar yüklendiği için etkileme ve etkilenme bağlamında adeta bir dindir. Bu 'din'in çok bağnaz müntesipleri, mâbedleri (stadyumlar) ve ruhban sınıfı vardır. Orduları, bu orduyu sevk ve idare eden komutanları, arenadaki coşkuyu kabartmak ve savaşın kahramanlarını -çoğu zaman küfür ile- teşvik etmek için amigoları bulunmaktadır. Ve bu dinin kurbanları da vardır.

Hali hazırda futbol fanatikliğinin sınırları tüm dünyada tartışılıyor. Bilim dünyası bazı taraftarlar için sporun din yerine geçtiğini, stadyumlardaki davranışların dini ritüellerle benzerlik taşıdığını öne sürüyor. Pagan fanatikler stadyumlarda, tıpkı ibadethanelerde

toplanan inançlı kişiler gibi, kahramanları ve başarı için dua ediyorlar. Psikologlara göre, fanatikler sevdikleri yıldız futbolcular ve takımlarına o kadar büyük bir bağlılık gösteriyor ki, onları günlük hayatlarının odağı ve anlamı haline getiriyorlar.

Dr. Mehmet Emin Balcı olayı şöyle teşhis ediyor: “Stadyumlara futbolun mabetleri deniyor, formalar bir hacının ihrama girmesi gibi. Takımınızın lig sonundaki akibeti, şampiyonluk ya da küme düşme, bir tür eskatolojiye bağlanıyor. O zaman da takımın yararına olan şeyleri yapmak, yararına olmayan şeyleri yapmamak sizin kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Bir topun peşinde koşan ve dünyanın parasını alan bu adamların kimseye bir faydası yok diyebiliriz ama faydanın bittiği yerde kutsal başlıyor.”

Futbol, insanların hayatlarına vazgeçilmez bir biçimde girmiş ve ayinsel boyutlar kazanmıştır. Bu durumu Mustafa Tekin Hoca şöyle resmediyor: “Vaftiz edilmiş taraftarlar yanlarında döner bıçaklarıyla tam bir kutsal savaşa(!) gider edasıyla statları doldurmaktadırlar. “Damarımı kessen kanım sarı lacivert akar” (burada sarı ve lacivert sembolik olarak verilmiştir; bütün takımların renklerini kullanabiliriz) söylemiyle futbola ontolojik özellikler yüklenirken, “ölmeye ölmeye ölmeye geldik/.............’i stada gömmeye geldik” şeklinde marş tınısıyla söylenen ifadeler yapılan kutsal savaşı(!) oldukça manidar bir şekilde deşifre ettiği gibi mabetteki coşkuyu da artırmaktadır.”

Bugün futbol deyince, şirazesinden çıkmış ve her yönüyle bariz yozlaşma sinyalleri veren bir kitlesel arızalanma halinden, neredeyse bir sosyal patolojiden söz ediyoruz artık. Maçlara “ölmeye” giden, stadyumları “mabed” olarak niteleyen, “vur kır parçala, bu maçı kazan” gibi kuralsız, izansız motivasyonlarla sahadaki savaşçıları destekleyen tribün yığınları bu kurtlar sofrasının figüranlarıdır. Sahada topçu yoktur, arenada bir şirket için savaşan gladyatörler vardır. Bir futbol takımına bağlılığın bu derece gözü kara bir noktaya gelmiş olması, kökü derinlere inen sosyal/psikolojik bir problemin varlığına işarettir.

Futbol literatüründe “mabet” kelimesinin çok sık ve tereddütsüz kullanılması paradoksal olarak, futbolun bu insanların kutsallarından birisi olduğunun göstergesidir ve bu noktadan yürürsek enteresan örneklerle/kullanımlarla karşılaşırız. Bunlardan biri, çok satan bir merkez gazetenin manşet altı ifadesi olarak “Fenerbahçe’nin mabedinde şampiyonluk kupasını alan Galatasaray” dır. Yine aynı kavramı, eski bir hakem olan Muhittin Boşat, pervasızca “Kartal mabedinde şampiyonluğa uçtu” şeklinde kullanmakta bir beis görmemektedir. Bir başka örnek de Türkiye’nin en popüler futbolcusu Arda Turan’nın bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesi gururla “Ali Sami Yen bizim mabedimiz biz orada maç kaybetmeyiz” demesi ve aynı Arda Turan'ın Barcelona’nın sakatlanan kaptanı için "büyük kaptan, idolüm!” demekten imtina etmemesidir. Mustafa Tekin Hoca “bizim kıblemiz Rüştü Saraçoğlu” veya insanlar “Fenerbahçe (ya da Galatasaray fark etmez; burada takım ismi semboliktir) bizim kıblemiz” derken, yeni dinin kıblesine ve tanrısına işaret etmiş olmaktadırlar. Tabiat boşluk kabul etmez. Dolayısıyla post modern dünya da kitlelere avunabilecekleri yeni dini hemen sunuyor. “İbadet! Fakat hangi Tanrı’ya?” diye soruyor. Ne dersiniz? Bence de anlamlı bir soru.

Günümüzde nice dinlerin mensuplarının, futbol taraftarları kadar sadakati ve bağlılığı gözlenemiyor. Bir mikro faşizm örneği olarak taraftarların renk tutkusu, takımlarına bağlılığı ve çılgınca destekleri bize şöyle bir mesaj veriyor: Futbol veya diğer sportif faaliyetler 'modern insan' için basit bir taraftarlık veya sempati bağının ötesinde anlam taşıyor. Beşiktaşlı bir taraftar gurubunun takımlarının galip gelmesi için, geceden başlayıp maç sabahına kadar tesbih çekip evrad okuduklarını gururla kameralara anlatması bize bu konuda yeterince ipucu vermektedir. Bu tür kişiler için hayatlarındaki her şeyden önemli hale gelmiş futbol tutkusu artık bilinen her şeyin gözden geçirilmesini iktiza eder.

Futbol, an itibariyle egemen güçlerin de işine gelecek şekilde, kitleleri uyuşturan bir afyona dönüşmüştür. İnsanlar için bu alan acıları dindirme; eziyetli, sıkıntılı dünyadan uzaklaşma, sorumluluklarla yüzleşememenin yol açtığı bir kaçış alanı haline gelmiştir. İnsanları sosyal, politik sorun ve sorumluluklardan uzaklaştırarak sürüleştirme politikasının küresel adı olmuştur. Türkiye’nin hiçbir ciddi sorunu karşısında duyarlılık göstermeyen birçok insan, futbol söz konusu olduğunda şaşırtıcı bir şekilde çözümlemeler yapıp görüş belirterek, derin derin analizler yapabilmektedirler. Ayrıca “bir kimlik edinme aracı olarak da işlev gören futbol, aslında hem kutsallaşmakta hem de buna bağlı olarak bir üst dil olma statüsüne doğru tırmanmaktadır.” İnsanların geçici ve sanal bir mutluluk yaşamaları için problemler futbol sayesinde “yok” farz ediliyor; çözülmek yerine halının altına süpürülüyor. Toplum uyutuluyor, “cambaza bak” tiyatrosu sahneleniyor.

Futbol deyip geçmemek gerek. Çağımızın bunalımlı insanı için bir güç gösterisinden ve zevk aracı olmaktan çok ötede, bir din gibi algılanıp, milyonları etkileyen bir ritüel/ayin haline dönüşmüş bulunuyor. Selehattin Eş’in dediği gibi futbol materyalist toplumların “modern insan”ının güce tapma ve zevkperestlik eğilimlerini yansıtan bir âyin, modern bir puttur. Statlar ise insanların vecd ve huşu ile ayinlerini icra ettikleri tapınaklardır.

Hız ve haz çağında, kitlelerin hem tapınma ihtiyacını giderme hem de afyonlayarak uyutabilmeleri için “Futbol dini” önemli bir işlev görmektedir. Bu bağlamda futbolla ilgili görüşlerimiz ve kanaatimiz olumsuzdur. Futbol salt bir sportif faaliyet olarak görülmemelidir. Futbolun beden ve ruh sağlığına müspet bir faydası olduğuna da inanmıyoruz. Toplumları oyalamak, geniş yığınları meşgul etmek için kullanılan bir araçtır. Futbolun bir gösteri san’atı olduğu göz önüne alınmalıdır. Bu vesileyle toplum televizyonun karşısına geçiyor, maçların kışkırtıcı cazibesine kapılıyor. Böylece kişilerin ve yığınların dertleri ve ekonomik problemleri unutturulmaya çalışılıyor.

Olayın bir başka vahim boyutu ise futbol ve futbolcu denilince beraberinde “kavga, silah ve şiddet” vakalarının da anılır olmasıdır. Daha kötüsü ise, futbol mabetlerinde çoğu zaman koro halinde yapılan küfür olgusudur. Olayın ciddi olarak sorgulanmasını din psikologlarına havale ederken bu durum bende Mekke’li müşriklerin kızdıklarında putlarına küfretmelerini çağrıştırıyor. Futbolun mabedi olan statlarda taraftarların/tapıcıların idolü olan futbolculara/alt tanrılara koro halinde sövmesi veya ağzını doldurarak galiz küfürler savurmaları, mabet (stadyum) dışında adam asma gerekçesi şeklinde karşılık bulurken, garip

bir şekilde ne söven ne de kendisine sövülenler tarafından ciddi bir tepki görmemesinin izahı mümkün gözükmüyor. Şirk dinlerinde tanrılara hem tapınılır hem de küfür edilir deyip geçelim mi? Yoksa bu ahlakî zaaf üzerinde uzun uzun çözümlemeler mi yapalım? Yahut bu haftalık ayinde kitleler deşarj yolu olarak tüm sıkıntılarından arınmış, günah çıkarmış ve vaftiz olmuş bir halde huzura eriyorlar diye teselli mi olalım?

Çağımızda futbol, artık sadece futbol olmadığı gibi, seyirci de sadece seyirci değildir. Örgütlü fanatik gruplar futbol maçlarını ölüm kalım savaşına çeviriyor ve karşı takımın taraftarlarını da “düşman” olarak görüyor. Bu bağlamda taraftardan çok fanatik ve holiganlardan söz edilmektedir. Saldırganlık ve şiddet futbolla birlikte anılır hale gelmiştir. Bir başka ifade ile şiddet, adeta sporun bir parçası olarak algılanmaya başlanmıştır. Aynı zamanda bir sosyal sorun olarak ele alınan fanatizm ve holiganizm, tribünde ve dışarıda çeşitli şiddet olaylarına neden olmaktadır.

Demokrasi, kültür, medeniyet, hatta kadın erkek eşitliği gibi bazı popüler ve konjöktürel paradigmaları “tabu” olarak kabul eder ve onların eleştirilemez/dokunulmaz olduklarını sanırız. Olaya anlık baktığımız için de olumsuz yönlerini göremeyiz. Spor da bunlardan biridir. Yaşadığımız çevrede zihnimize yüklenen kodlarla düşünür ve meseleyi zamandan, anlık menfaatlerden, ön yargılarımızdan uzak bir şekilde değerlendiremeyebiliriz. Bu meyanda dinimiz beden ve ruh sağlığına çok önem veriyor. Resulüllah'ın tedavi olmayı, sağlıklı kalmayı hatta spor yapmayı tavsiye ettiğini de biliyoruz. Şu halde sağlıklı olmak ve sağlığımızı korumak için spor yapmalıyız argümanı bizi yanıltabilir. Aslında sağlıklı olma kendi öncüllerine göre amaçtır ama örneğin Allah’a daha güzel kulluk etmek için olursa araç olabilir. Eşya ve fiiller ya bizatihi hedefler/amaç ya da hedefe götüren vasıtalar/araçlardır. Araçlarda önemli olan amaçlara ulaştırmasıdır. Aksi, zaman ve değer israfı olur. İşte bugünün vazgeçilmezi gibi sunulan spor yapma, amaç değil, araç bir eylemdir. Araçlar da neye araç olduklarına göre değer kazanırlar. “Spor yapma amaç olmaktan ziyade modern zamanların ürettiği suni bir ihtiyaçtır.” Teknolojinin hayatımıza getirdiği hareketsizliğin bedelidir. Yani insanlar spor yapmadan da sağlıklı yaşayabilirler.

Sevgiyi yaratan Allah sevgiye bir sınır getiriyor. Hiç kimse bir başka varlığı Allah'ı sever gibi sevemez. (2/Bakara: 165) Müslüman’ın sevgisi de düşmanlığı da Allah için olmalıdır. Bu bağlamda sınırsız sevgi tutsaklıktır; köleliliği kaçınılmaz kılar. İnsanın kalbini, zihnini Allah'ı unutturacak derecede meşgul eden her şey ayettin kapsama alanına girer. Şu halde Allah'tan başka bir şeye, -bu şey ister put, ister lider veya önder, isterse para pul, mal mülk, makam mevki veya tutulan takım olsun- taparcasına bağlananlar, Allah'ı sever gibi sevenler işte bu suretle Kur'an'ın bütün uyarılarına rağmen şirke bulaşmış olurlar ve onlar için artık kurtuluş ümidi yoktur.

Olay öyle bir hal aldı ki, artık cami kapısını kırıp imamları bile esir alıyor. İnsanları değiştiriyor, bozuyor, değerlerine yabancılaştırıyor. Futbol artık kesinlikle bir eğlence, bir spor, bir dostluk ve kardeşlik değildir. Şiddete dayalı, tekmelemeyle yürüyen futbolun pek çok boyutundan

söz etmek mümkün iken, bugün olayın değerlendirilmesinde 'Din Psikolojisi' nin ön plana çıkması söz konusudur.

Futbol, gerek jargonu, gerek söylemiyle, farkına varmadık ama hayatımızın her alanına girdi ve kültürel bir yozlaşmaya dönüştü. Bugün siyaseti, uluslararası ilişkileri, hatta ekonomiyi bile futbol dili ile konuşuyoruz. Fenerbahçe’ye başkan seçmek, memlekete başkan seçmekten daha önemli oldu.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —