PAŞAKÖYLÜ KEŞİŞ´in Yılkı Atı
Zor yıllardı. Geçinmek çok zordu. Babam her köye, her Kazaya değirmen tamirine, taş duvar örmeye giderdi. Bazen de çok uzak yerlere gitmek zorunda kalırdı.
ŞARKIŞLA kazasında 4 ay duvar işi için orada kalmış paralar kazanmıştı. Hatta hem bir DEĞİRMENİ kurmuş hem de onun duvarını bizzat kendisi yapmıştı. Orada TONUS denilen büyük bir köyde duvar işi sözü almıştı. TONUS ve köylerinde hem duvar örecek hem de bozuk olan 2 değirmeni tamir edecekti.
Anam ile uzun uzun konuştu ve 1 yıllığına o tarafa gitmeye karar verdiler. Mecburiyetti bu ekmek aslanın ağzında idi.
1950´li yılların başıydı. Kıtlık gibi geçim zordu. Anam babam ve kardeşlerim bazı eşyalarımızı alarak TONUS´a yakın bir köy olan PAŞAKÖY isminde dağların eteğinde bir köye taşındık.
Babamın orada tanıdığı KEŞİŞ Efendi bize 1 odası 1 sofası olan virane bir yer ayarlamıştı. Babam orayı az buçuk elden geçirdi ve azıcık eve dönüştü.
KEŞİŞ EFENDİ oralı değildi. ÇUKUROVA tarafından bir nevi sürgün gelmişti. Karısı ve kendi yaşardı. Çoluk çocuk yoktu. Bir eşeği var onunla dolaşırdı.
O yıllarda köy 50 hane kadardı. Derleme toplama bir köy idi. Sürgün köyü sayılırdı. Hatrımda doğru kaldı ise 20 hane kadar TÜRK, 10 Hane kadar Kürt, 10 Hane kadar Ermeni 2 Hane kadar Rum 2 HANE kadar Çerkez yaşayan ilginç bir köydü. Bir SENARİST olsa o köyden çok film yapardı.
Konan göçen çok olurdu. JANDARMADA eksik olmazdı.
KEŞİŞ EMMİ ilginç bir insandı. Keşişliği bırakmıştı lakin yine de Keşiş Efendi olarak ÜNLENİRDİ. Siyah bir eşeği ile dolanıp dururdu.
Biz köye yerleştik. Babam önce o köyde pek çok ev tamir etti. O yörenin büyük köylerinden Deliilyas Köyünde de evler onardı. PAŞAKÖY üzerindeki Dağ Ardı Köyleri denilen köylerde de duvarlar ördü, ağıllar yaptı.
ANAM da köyde sevilmişti. Aşağı Manuşak Bacı, Yukarı Manuşak Bacı!
Anam da elli ayaklı kadındı. "Kalbur, Gözer, Elek" yapardı!
Köy halkı da elinin emeği karşılığı, bulgur, yarma, tavuk ve yumurta verirlerdi.
Bu köye çok alışmıştık. En azından akşam babam bir at bulmuş at ile eve geliyordu.
KEŞİŞ EFENDİ´nin hemen yanındaydı evimiz. Keşiş Efendi bilgece bir insandı. Güzel laflar eder, güzel nasihatlar yapardı.
Civarda da sevilirdi.
Beni de çok severdi. Bana sorular sorardı. Benim keskin ticari zekamı o zaman çözmüştü sanırım.
Kapının önünde güneşe karşı oturmuş oynarken ban birgün dedi hiç unutmuyorum;
"Taptığına İyi Tap, Tuttuğun İşi İyi Tut Eğer Muaffak Olamazsan Beni Şu Göllere At" derdi.
Şu göller dediği köyün alt tarafında oluşmuş irili ufaklı gölcüklerdi.
PAŞAKÖY günlerim çok güzeldi. Köyde olay hiç eksik olmaz, günaşırı iki Jandarma gelirdi köye.
KÖY sanki hergün yeni bir olay yaşardı. Güz yaklaşmıştı. Köylüler kış telaşına düşmüşlerdi.
Islanmış buğdayı taştan oyulmuş bir dibek içinde tokmaklarla dövüp yarma yapıyorlardı. "SOHU" dedikleri bu taştan oyulmuş dibeğe bugdayı ıslayıp koyuyorlar ve dört kişi tohmakla bunu dövüyorlardı. Kepeği çıkıyor onu rüzgarda savurup yarmasını alıyorlardı.
Hem "YARMA Dövüyorlar" hem de türküler söylüyorlardı. İlk defa görmüştüm ben.
Anam da garibim hiç durmadan kalbur, elek yapıyor ve kışlığımızı tedarik ediyordu.
O bir yıl çok bereketli geçmişti. Babam da kazanıyordu. Anam da evimizin temel iaşesini sağlıyordu.
Babam sabahın köründe TONUS Köyüne gidiyor orda oranın bir AĞASININ ağılını yapıyordu. Birkaç seferinde beni de götürdü. TONUS Köyünde sülalecilik yaygındı. Birkaç ağa vardı o zamanlar. Babamın ağılını yaptığı ağanın yanında ?azap? denilen işçiler çalışırdı. AĞA, neredeyse karın tokluğuna çalıştırırdı garipleri.Diğer ağaları bilemem ama bu AĞA çıkarına düşkün açıkgöz bir adamdı.
Odasında bir hindiye tek başına yediğini görmüştüm. "AZAPLAR" ise çok iyi kalpli idiler. Bir defasında yaşlıca bir azap, cebinden çıkarıp avuçlarıma sıcacık "KAVURGA" doldurmuştu?
PAŞAKÖY´ün üstündeki KULMAÇ DAĞLARI´na kar inmişti. KEŞİŞİN PINARININ suyu artmıştı. Keşişin pınarı vardı o dağlarda!
Havalar çok soğumuştu. Çok sert rüzgarlar o köyü mesken yapmışlardı.
Tam kar tipi zamanında UZUNYAYLA tarafından olsa diye konuşuldu bir DORU AT "tezip" gelmişti köye. Gelmiş ve KEŞİŞ´in büyük ahırına girmişti. Aç susuz olan atı Keşiş Efendi intizamla tımar attı. OT verdi su verdi AT bir şeye benzedi.
Haftalar geçti ne arayan oldu atı nede soran. Köyde atın adı KEŞİŞİN YILKI ATI kaldı?Keşiş Emminin bir eşeği iki ineğine birde at eklenmişti.
At çelimsiz güçsüzdü ama zamanla iyi bir küheylana dönüşüverdi.Köyde konu epey bir zaman KEŞİŞİN ATI oldu.
Gün geçer zaman dolanır olmuştu. Bir gece vakti KEŞİŞ EFENDİ bizim pencereye ivedi ivedi vurmaya başladı.
Pencere dediysem camı çerçevesi olan değil. Pencereye naylon çekilmiş öyle pencere.
Anam babam hızlıca giyindiler.
KEŞİŞ EFENDİ nin yanında iki kişi. Kız soğuktan donmak üzere yanındaki adam da.Anam onları içeri aldı. Sabah öğrendik ki, UZUNYAYLA tarafından oğlan kızı kaçırmış. Peşlerine düşmüşler ki bu tarafa dağlardan inmişler.
İlk defa böyle bir güzel kız görmüştüm. Açık tenli güzel bir kızdı. Korkudan ağlıyordu.
Gün görmüş babam Değirmenci BEDROS Usta onlara akıl verdi.
Yarın JANDARMA ya gidin HÜKÜMETE teslim olun sizi kollarlar dedi.
Onlar da öyle yaptılar. Bizde 2 gece saklandılar. Köylüler dahi bilip görmediler. Bir gece vakti, çayırlardan inip TONUS´a oradan da ŞARKIŞLA´ya HÜKÜMETE gittiler.
KÖYDE her gün çok şey yaşıyorduk. Çok da öğrendiklerim oluyordu. Yokluklu köydü, soğuktu, perişanlık vardı ancak kursağımıza bu yıl çok et giriyor, börekler ve tereyağlı bulgur pilavları noksan olmuyordu.
KEŞİŞ EFENDİ nin 2 odalı bir evi bir de geniş ahırı vardı!
Yine bir gün KEŞİŞ EFENDİNİN orda babam ile akşama doğru oturuyorduk. Gündüz iyi olan hava birden köpürmüş bir sis bir kar çökmüştü.
Aşağı köyden 10 kadar atlı KEŞİŞ EFENDİNİN kapıda durdular. Adamlar kardan adam gibi olmuşlardı. Donmak üzere idiler ve gelirken de biraz yollarını kaybetmişler.
Bunlar bir DÜĞÜN ALAYI imişler. KEŞİŞ EFENDİ ATLARI içeri çekti. Gelen bu adamları içeri buyur etti.
Dağ köylerinin birine gelin almaya kızaklarla gidilip gelin alınacakmış. Ancak bu öncü birlik önceden gidip orda 2 gün kalırmış. Buna da "KONAK" gitme diye isim koymuşlar. Konak giden bu adamlar içerde ısındılar. KEŞİŞ EFENDİ izzet ikram etti. Onlar bırakmadı.
Ben de ayak ucuna oturmuş bu adamlara bakıyordum. O bölgede "Gaze" düğünleri denilen bir hafta süren düğünler olurmuş. Düğünden önce gidip orada kalırlarmış. Ağırlanılırlarmış? Bütün civar köyle bu GAZE DÜĞÜNLERİNE çağrılırmış. "OKUNTU" denilen bir davet gönderilirmiş.
Sabah olduğunda hava açıldı güneş çıktı ve aşağı köyden gelen bu adamlar erkenden dağ ardı köylerine doğru sürdüler atlarını.
Ben bu gördüklerimi aklıma kaydediyordum Anama da olanları bir bir anlattım. Anam garibim işi gücü içindeydi. Bazı zamanlarda köy evlerine kilim dokumaya giderdi. KİLİM dokunurdu bazı evlerde.
RAMAZAN bu köyde canlıydı. Biz ORUÇ tutmazdık ama köylü bize de yemek verirdi.
RAMAZAN da ilk defa çok yemek çeşidi olurdu. TATAR HOCA denilen ak sakallı yaşlı bir adam, evinin damına çıkar yanık yanık EZANLAR okurdu.
Tanrı rahmeti üzerine dolsun ANAMIN, başı çok ağrırdı. İlaç hayır etmezdi. TATAR HOCA EMMİ, babam BEDROS USTA´ya, "MANUŞAK BACIYI Dağın ardındaki türbeye götürelim" demiş.
Bir şafak vakti at arabası ile Babam, Ben, Anam ve TATAR Emmi yola çıktı. KUŞLUK zamanı köye vardık. TATAR HOCA önde biz arkada vardık TÜRBE HOCASININ elini öptük.
Türbe Hocası çok alakadar oldu. Ailesi bize sıcak çorba yanından tandır çöreği ikram ettiler. Türbe Hocası anamın başına dualar okudu.
Türbe Hocası "Kızım tabibin ilaçlarını kullan, ben de Peygamber Efendimiz ismine sığınarak dua okudum. İznillah feraha erdirsin" dedi.
Anam saygılı kadındı. Uzandı Türbe Hocasının elini öptü. Dağ Köyünden akşama doğru PAŞAKÖYE geldik. O günden sonra anamın çekilmez baş ağrıları git gide azaldı.
Yine bir gün TATAR HOCA türbeye gidecekken, Anam Manuşak Hatun, günlerce özene bezene işlediği "OYALI Yazmayı" türbe hocasının hanımına gönderdi, selamlar yolladı.
Bahar kokusu gelmişti dağlardan. Çiçekler açıyordu. KEŞİŞ EFENDİ beni de yanına aldı.
KALECİK denilen bir tepeye götürdü. KEŞİŞ EFENDİ orda TANRI´ya ibadet etti. Burada MANASTIR varmış dedi.
Sonra yakınlarda koynunda bir göl olan dağa vardık...Karşıda gözüken büyük dağı sordum, Keşiş Emmi; "O dağ büyük Tecer Dağı´dır" dedi.
Köy gece karanlıklar köyü sayılırdı. Baykuşlar öteridi, köpekler ulur idi, dağın korkutucu gölgesi köye ineridi.Kağnı gıcırtıları dağın üstüne doğru inileye inileye gideridiydi.
Yine bir bahar sabahı, köyün ortasında sığır toplanırken, bir evden ağıt sesleri ortalıkta dolaştı. Anam öğrendi ki gece doğum yapan bir loğusa kadının çocuğu sabah ölmüştü.
KÖYDE lohusa kadının çocuğunu "AL Karısı" nın boğduğu yayıldı.
ANAMA "Al Karısı" ne diye çok sordum. Sonunda anlata.
Dedi ki "Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, saçları örülü koca bir karıdır. Cihanı dolaşır doğum yapan lohusa kadınların odasına girer çocuğunu boğar" dedi.
Köyde kadınlar arasında bir "AL Karısı" masalı konuşuluyordu. Hatta komşumuz anamın sırdaşı NACİYE BİBİ, "oğul ne diye loğusa kadını yalnız bıraktılarsa, bir herif mintanı veya Kuranı Azümüşşanı yanına koysalardı, o SOYHA Al Karısı yanaşamazdı" diye söylenip duruyordu.
Bu olaylardan sonra geceleri yalnız yatamaz olmuştuk kardeşlerimle. ANAM aramızda yatardı?Hatta köylü KEŞİŞİN YILKI ATINA sabaha kadar AL KARISININ bindiğini de söyleyiveriyorlardı.
KEŞİŞ EMMİ yok öyle bir şey dese de Köylü konuşuyordu duvar diplerinde ben de duymaktaydım.KEŞİŞ EMMİ´nin ahırı yanı başımızda idi. KEŞİŞİN karısı akşama doğru inekleri eşeği ve atı ahıra sokar kapıyı da kilitlemezdi.
Ben de merak dürtüsü ve korku ile ahırın yırtık olan naylonlu penceresinden karanlık çökmeden YILKI ATINA bakardım.
Hatta ahırdan at sesleri gelince koşarak bakardım?Bir sabah at sığıra gidecekken baktım ki atın yeleleri örülmüş.KEŞİŞ EMMİ ve karısının atın yelelerini örecek zamanları yoktu.
Akşam SIĞIRDAN at gelince yelelerini çözdüm. Sabah baktığımda yelelerini yine örülmüş gördüm. At da yorgundu.Köylülerin dediğine inanmaya başlamıştım. Aklımdan "AL KARISI gece ata biniyor sabaha kadar onu sürüyor" diye düşünmeye başladım.
Anamgil akşama NACİYE BİBİ lere gitmişlerdi. Ben de ahırın kenarına "tustum" . Ahırdan at sesi gelmeye başladı. TANRIYA sığınıp kapıyı hemen açtım. İçeri girdim ki at ahırın ortasında dönüp durmakta idi. Yeleleri de yine örülmüştü. Korkarak kaçtım.
Her ne kadar üzerinde AL KARISINI görmesem de köylülerin anlattığı tevatüre inanmaya başladım.Olanları ANAMA anlattım. Anam inanmadı. Keşiş Efendinin karısına anlattım inanmadı.
Ben ardı arkasına KEŞİŞİN YILKI ATINI takip etmeye devam ediyordum. Yine yeleleri örülü ve at gece ahırda boşanıp koşuyordu. O bebeğin ölümü üzerinden tahminin bir ay geçmişti ve bu olanlar devam etmekteydi.
Ben ?AL KARISININ gece KEŞİŞİN atına bindiğini ve sabah kadar at üzerinde dolaştığına inanmıştım.
Bir ay boyunca gece ahırdan patırtı gürültü eksik olmamıştı. Bir sabah KEŞİŞİN karısı ahıra girdiğinde atın "çatlamış bir şekilde yerde yattığını" görüp KEŞİŞ Efendi ve BABAMI çağırmıştı.
Koşarak bende gittim.,
KEŞİŞ EMMİ "at çatlamış" dedi. Babam da "içerde at çatlar mı Keşiş Efendi" dedi.
KEŞİŞ EMMİ atın koltuk atlarına baktı koltuk atları köpüklenmişti. "Ancak koşan atın koltuk atları terler" dedi.
Ben de hemen yelelerine baktım ve yeleleri yine örülüydü. İrkildim oracıkta.Birkaç adam ile atı sürükleyip yukardaki dereye götürdüler. "Mundar" atı birkaç köpek, gece de tilkiler iki günde yediler.
Köylünün dilinden düşüremediği "KEŞİŞİN YILKI Atı" esrarengiz bir şekilde çatlayarak yeleleri örülü bir vaziyette ölmüştü. Kimse bu sırrı çözemedi.(YAŞIM seksene dayandı ve ben hala o çocukluk zamanında düşündüğüm yerdeyim.)
KEŞİŞİN YILKI ATI köyün dilinde daha uzun yıllar devam etmiştir.
Ailecek bir yıl kaldığımız bu köyde çok hatıram var.Babam duvarları örmüş iyi de kazancımız olmuştu. Yazın SİVAS´a döndük. Anam MANUŞAK HATUN o köyden kışlık erzak getirdi.
SİVAS´A gelince de köyü unutamadık arayıp sorduk. Yine göçler oldu, konanlar göçenler oldu, Jandarma eksik olmadı...