PROPAGANDA
(Bir Dostluk Hikâyesi)
Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, 1977
Köydeki ikinci yılım, Türkiye’nin seçim yılıydı ve ülkemizin çok karışık, karmaşık zamanlarıydı. Öğrenci çatışmaları, kanlı olaylar, katliamlar…
Köye gazete gelmediği için olan bitenleri pilli radyolarımızda TRT haber bültenlerinden izlemeye çalışıyorduk.
O yıl 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları esnasında İstanbul Taksim Meydanı kana bulanmıştı. Taksim meydanında tahminen beş yüz bin kişi vardı. Oradaki bir otelin terasından ve çeşitli katlarından kalabalığa ateş açıldı, 34 insanımız öldü, yüzlerce insanımız yaralandı. Kimler ateş açtı, hâlen muamma.
Süleyman Demirel’in başbakan olduğu, Adalet Partisi, Millî Selâmet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinden oluşan Milliyetçi Cephe koalisyon hükümeti ülkeyi yönetmeye çalışıyor-du. Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş başbakan yardımcıları idiler.
Taksim olayı siyasal gerilimi iyice artırınca erken seçim kararı alındı ve Türkiye’yi seçim heyecanı sardı. Seçimler Ekim ayında yapılacakken yedi ay erkene alınıp 5 Nisan 1977 günü yapıldı.
Bu seçimlerde köyde sandık kurulu başkanı olarak görev yaptım, yaş on dokuz.
Seçimlere birkaç ay kala siyâsi partilerin görevlileri propaganda için köyümüze gelip gitmeye başladılar.
Adalet Partisi’nin görevlileri muhtar Ahmet Kanmış’ın evine geliyorlar, seçim çalışmalarını oradan yürütüyorlardı.
Millî Selâmet Partisi Hacı Ömeraa’nın evine, Milliyetçi Hareket Partisi ise bizim Seferaa’nın evine gelip propagandalarını yapıyorlardı. Cumhuriyet Halk Partisi köyde pek tercih edilmediği için çok az geldi ve mâvi boncuk gözlü, güler yüzlü Gotügırmızı Hacı Mustafa’nın evinde misâfir oldu.
Ben, köyün öğretmeni olarak gelenlerin hepsine uğrayıp, ellerini sıkıp, “Hoşgeldiniz, iyi çalışmalar,” deyip ayrılıyordum.
Bir gün yine Seferaa’nın evine Milliyetçi Hareket Partisi görevlileri geldi, toplayabildikleri kadar komşumuza propaganda yapıyorlar.
Okulu paydos edince Seferaa’lara uğradım. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Üç misâfir vardı, beş on komşumuz ve Seferaa, oturmuşlar politik sohbet yapıyorlar.
Misâfirlerin üçü de çok sert bakışlı, hepsinin bıyıkları aşağı doğru sarkmış, üçü de siyah takım elbise giymiş.
Ellerini sıkıp yanlarındaki mindere, Seferaa’nın yanına oturdum.
Seferaa beni takdim etti, “Koyümüzün ooretmeni Yâgup hoca.”
Işıl ışıl gözleriyle gözüme baktı ve devam etti.
“Gendisi solcudur emme çok eyidir, çok gözel ağnaşıyok.”
Misâfirlerden birisi, bıyıkları en çok aşağı sarkık olanı, oturduğu minderden bir metre kadar havaya zıplayıp sağ elinin işaret parmağı ile beni gösterip bağırmaya başladı.
“İşte bunun gibiler yüzünden milliyetçi hareketimiz zarar görüyor Seferaa. İşte bunlaaar…”
Yavaşçacık kalktım, “Sizlere iyi çalışmalar, başarılar dilerim,” deyip odadan çıktım.
Odadaki beş on komşumuz şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Ayakkabılarımı giyerken Seferaa’nın sesini duydum.
“La benim depemi attırmayın. Benim evimde, odamda mısafırıma lâf ettirmem. Hele Yâgup hocaya… Ben zaten partime oy verecaam, sizin verecaanız akıllara heç ehtiyacım yok. Hadi hadi galkın gidin evimden. La Yâgup hoca, git lojmanına çay demle birezden geliyom, sohbet ederik birez. Hadi la daa ne oturuyonuz, galkın gidin bi daa da gelmeyin.”
İşte bu sebepten MHP’li Seferaa ile dostluğumuz kırk sene kadar sürdü, iki yıl kadar önce vefatına kadar. Allah rahmet eylesin, o çok iyi ve güzel bir dostumdu.
Onu sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.