SAVAŞ YÜZBAŞI (Bende İz Bırakanlardan)
SAVAŞ YÜZBAŞI
1980 Ankara
12 Eylül 1980 Cuma akşamıydı.
Türkiye İşçi Partisinin kültür sanat kolu İşçi Kültür Derneği ve bu partinin gençlik kolu olan, üyesi olduğum Genç Öncü arkadaşlarımla Bertold Brecht’in İki Dünya oyununu sahneliyorduk. Oyunu biz gençler oynuyor, büyük tiyatro yönetmenimiz rahmetli Yılmaz Onay ağabeyim yönetiyordu. Ara sıra Ankara Sanat Tiyatrosundan dostlarımız, ağabeylerimiz uğrayıp bize yardımcı oluyorlar, bizi çalıştırıyorlardı. Metin Coşkun, Altan Erkekli, Meral Niron, Rutkay Aziz, Altan Gördüm, Genco Erkal, Şebnem (Erkekli) Gürsoy ...
Yedi-sekiz ay kadar çalışmış, ortaya güzel bir tiyatro oyunu çıkarmıştık. Sonunda oyunu biletli olarak sahnelemeye başladık. Bilet gelirleri, çeşitli illerimizde grevde olan fabrika işçilerine aktarılıyordu. Ben bu işlere biraz yabancıydım ama doğru bir iş yaptığımız kanısındaydım. Ülkede kargaşa kavgalar ölümler vardı.
Biz ise sosyalist kültür sanat çalışmaları yapıyor ve mütevazı salonumuzda sunuyorduk. Yaşım tam olarak 22 idi. Oyunda üç başrol oyuncusu ile koromuz vardı. Ben koroyu çalıştırıyor,yönetiyor, oyunlarda piyano, gitar ve çello ile eşlik ediyordum. Oyundaki yönetmenim arkadaşlarım ve izleyenler bana “tek kişilik orkestra” lâkabını takmışlardı. Köy öğretmenliğinden henüz gelmiştim utanıyordum ama işimi lâyıkıyla yapmaya çalışıyordum.
Ortalık çok karışıktı. Bahçelievler, Emek Mahallesi, Tandoğan, Beşevler ve Maltepe’nin güvenliğinden sorumlu olan Savaş Yüzbaşıyı hiçbir zaman unutmayacağım. Öldüyse allahtan rahmet, yaşıyorsa uzun ömürler dilerim.
Savaş Yüzbaşı Atatürkçü, ilerici, devrimci, yakışıklı bir Atatürk subayıydı. Ara sıra gelir tiyatromuzun çay ocağında çay içer, askerlerine de ikram eder, bizimle vedalaşır giderdi.
*
O akşam Savaş Yüzbaşı askerleriyle tiyatromuza geldi. Biraz hızlı yürüyorlardı. Biz oyuna ara vermiş çaylarımızı içip dinleniyorduk. Beş dakika kadar sonra oyunun ikinci yarısı başlayacaktı. Gong çalınca Savaş Yüzbaşı sakin bir şekilde tiyatromuzun yönetim odasına yürüdü.
Ama eli belindeki silahındaydı.
Şaşkın bir şekide bakıyorduk hepimiz.
“Çocuklar, gelin.”
Askerlerine emir verdi.
“Dikkatli olun kapıyı kimseye açmayın.”
“Emret komutanım.”
Hepimiz odaya girdik. Küçücük bir odadır.
Kapıyı kapattı, kısık bir sesle,
“Şimdi bana bir şey sormayın. Seyircinize teknik bir meseleden dolayı oyunun ikinci yarısının iptal edidiğini anons edin. Evlerine gitsinler. Siz de pılınız pırtınız neyiniz varsa alıp bir an önce burayı terkedin. Çünkü yarın karanlık bir gün. Anlaşıldı mı? Ben gidiyorum.
Bağırdı:
“Askeer kapıyı aç gidiyoruz.”
“Emret komutanım, kapıyı açıyorum”
“Haydi hoşça kalın çocuklar... Atatürk yolunda hepimize başarılar”
Çellomu alıp ne yapacağımı bilmeden oradan kaçtığımı anımsıyorum ne yapacağımı bilmeden. Yaşım henüz yirmi iki idi..