Düvenin üstünde uyku gelirdi..
Hısım akrabalar kıymet bilirdi..
Harman kalkar dedem asbap alırdı.....
Zıvga şalvar yeleğini özledim...
Tırpancı tutardık, ırgat tutardık..
Herk sürerken tarlalarda yatardık..
Hızmıh düver çerçilere satardık...
Kalbur, gözer, eleğini özledim....
Harman hasatın son demi ve en zevkli yanı tığ savurmaktı. Çünkü o yılın bütün kazancı artık ortaya çıkacak demekti. Tığlar yığıldıktan sonra genelde öğleden sonra savurmaya başlanırdı. Yel o zaman iyi eser hem de ortalığa bir serinlik çökerdi. Poyrazın serinliği bir iştah verirdi. Yabalar, savuranların bilek gücüne göre seçilirdi. Zaten en büyük olan yabalar 9 parmaklı olur; ya harman aktarmada veya saman doldurmada kullanılırdı. Tığ yabaları küçük olurdu, 4, 5, 7 parmaklı gibi. Yel esmeye başlayınca tığların üzerine çıkıp, yabaları tığlara daldırarak aldığı kadarını boyumuzu geçecek şekilde havaya atardık. Yabaya çok saman alınırsa, dene ile saman iyi ayrılmazdı. O yüzden yabalar çok doldurulmazdı. Eğer yel sert eserse, çok yükseğe atmadan savrum yapılırdı. Çok yüksek atılırsa, hem samanı hem deneyi yel götürür, samana karıştırırdı. Halk arasında buna Deneyi yele vermek denirdi. Genelde Akşam Namazı karanlığına kadar savrum devam eder; arada bir yel kesilince, o zaman da ? yel öldü yel öldü ? veya ? Yel Yel ? diye çok bağırırdık.
Sanki biz bağırınca duyup da esecek gibi. Tığ üzerinde edilen sohbetler, yapılan şakalar ne güzeldi. Bazen muziplik olsun diye birbirimizin üzerine de atardık. Tepeden tırnağa içimiz deneyle samanla dolardı. Tığlar büyük olursa savurma işi bir, iki gün sürer; harmanın o yorgunluğunun üstüne, yabalarla tığı savurmak, kolumuzu kanadımızı iyice gererdi. Ortalık neşelensin diye bazen maniler söylerdik.
?Gelin doldurun yabayı
Götürsün ince gabayı
Çecler ortaya çıkınca
Seyreleyin şo babayı......?
Tığın savurmanın sonuna doğru, düven tarafından tam öğütülemeyen buğday kelleleri ve dirsekli samanla karışık deneler ortaya çıkardı. Bu aşamada Gözerler ve Kalburlar devreye girerdi. Gözerleri alan gelin kızlar işin başına geçerlerdi. Bir kişi yabayla doldurur, gelinler ayakta elerlerdi. Deneler alta geçer, geçmeyen kelleler ve saplar ayrı bir yere yığılırdı.
Buna ? Hızmık ? diyorduk. Bütün işler bitince, hızmıklar dövülerek deneleri çıkarılınca bize kalırdı. Biz de bu buğdayla ya çerçiden, ya köyün bakkalından canımızın istediklerini alırdık. Bazen de hızmık size diyerek bizi kandırır vermezlerdi. Tığ savrulurken üç beş taşı dizerek ocaklar yapıp ateş yakarak çay kaynatırdık. O içilen çayların tadı halen damaklardadır. Çayın yanında peynirler, çörekler, börekler atıştırmalık gibi gelirdi. O sofraların izzeti ikramı bir başkaydı. Çecler tam ortaya çıkınca, Köyün Muhtarının, köy imamının, bekçilerin ve korucuların hakları verilirdi.
Çecin eleme işi bitince, el emeği göznuru Türkmen motifleriyle işli seklem Çuvalları yan yana dizilir; kalburlarla doldururduk. Çuvallar 3 ölçekle 5 ölçek kadar alırdı. Dolan seklemler ağız bağları ile iyice bağlanır ve kağnılara yüklenir, evlere götürürdük. Yükleme işini iki babayiğit yapardı. Eğer çec büyükse, birden fazla dönüm yapardık. Eve gelen buğdaylar, ya ambarlara veya büyük çuvallara boşaltılırdı. Bu çuvalların çoğu ? yılankoğdu ? motifi ile işli olurdu. Bu çuvallar, 40 ila 60 ölçek alır, evliklerde altlarına ağaçlar konarak yan yana dizilirdi. Çuvalın nem almaması için duvarla arasına da tahtalar yerleştirilirdi. Son dönüm doldurulduktan sonra o harmanın yeri Çalgılarla süpürülür, bunlar da çuvallara doldurulurdu. Buna da ? Taşlık ? denirdik. Taşlıklar köyde kürünlere boşaltılırdı. Kürünün içine bir kadın girer, kürünün boşalan yerine kalburlar konur; kadın ayakları ile karıştırdıkça, suyun getirdiği buğdaylar kalbura dolardı. Kalbur doldukça da kenarda bir yere yığılırdı. Ayrışma işi bittikten sonra ? Sergi Kilimleri ? üzerine bacalara serilir, kurumaya bırakılırdı. Sergi Kilimleri çok nakışlı olmazdı. Genellikle Kendir veya Kıldan dokunan kilimlerdi. Üstelik çok da ağır olurlardı. Harmanın hızmığı ve taşlığı da toplandıktan sonra saman yığılır; bu sefer de ? Çetenlerle ? saman çekme işi başlardı. Saman çekmek için rüzgarın durduğu saatler tercih edilirdi. Çetenin içine elinde dirgenle bir kişi girer, diğeri büyük bir yabayla yükleme işini yapardı. Çetenin içindeki kişi çığnayı çığnayı yerleştirirdi. Çeten dolduktan sonra, boşaltmak için samanlığa götürürdük.
Kağnılar samanlığın duvarına iyice yaklaştırılır, yine bir kişi çetenden samanı damın üstüne atar, diğeri de ? çekberi ? veya küçük tırmıklarla, samanlığın bacasından içeri dökerdi. Şayet samanlık dolarsa, evin büyüklerinden biri, ağzına maske gibi, tülbent veya yazma bağlar, dolan samanlığı yerleştirirdi. Samanlıktan çıktığında tanınmaz hale gelirdi. Bu işe ? Samanlık vurmak ? denirdi.
O tozu anlatmak mümkün değil. Samanlık vurmak, o kadar zor ve pis bir işti ki kimse yanaşmazdı. O zorluklar içinde ne mutlu anlarımız olmuş. Acıkmamız tatlıymış, doymamız tatlıymış. Hızmıktan ve Taşlıktan mutlu olan çocuklar, gelinler, kızlar nerde şimdi? Tığların, harmanların bereketine şükreden aileler nerde? Hiç düşünüyor musunuz o günlerdeki nesillerle, bu günkileri kıyaslamayı? Bu kadar bolluk ve özgürlük içinde bile huzur bulamaz halde kanaatsız bir ailemi olduk? Bir dediği iki edilmeyen doyumsuz çocuklar, gençler, gelin ve kızlar bu hale nasıl geldi? Biz mi getirdik yoksa? Şeker pancarından yaptığımız oyuncak kamyonlardan, ay doğunca koşuşturduğumuz
Ay gördüm. Eş gördüm oyunlarından, o tozdan, dumandan ne kaldı geriye dersiniz? O mutlulukları ne yaptık? Aş, ekmek peşinde, daha iyi bir hayatımız olsun diye gurbete savrulmuşuz. Atasını evine almayan oğlan, gelin; babasını anasını dinlemeyen evlatlar, bayramlarda bile birbirine sahip çıkmayan akrabalar, Kurban ve Ramazan Bayramı tatilini sahilde geçiren nesiller çıktı ortaya. Suç kimde dersiniz. Şimdi daha iyi anlıyorum. Bence savrulan Tığlar değilde bizmişiz. Gelin hep birlikte tersine savurmaya başlayalım.