ŞEHİRDE GÖSTERİŞ
İnsan bu hayatın faniliği ile beraber kendisinin de fani olduğunu bir gün dünyadan çekip gideceğini bilir. Geldiği asıl vatanın cennet olduğunu unutmamış ve özlediği vatanına kavuşmak için çaba sarf etmektedir. Bulunduğu mekanı yarın ölecekmiş gibi ahirete hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın prensibi içerisinde imar etmeye çalışır. Kuran ve sünnet çerçevesinden bakanların dünyayı cennete çevirme gayreti dünyaya değer vermelerinden değil geldiği yurdunu hiç unutmadığı için oraya olan hasret ve özleminden kaynaklanır.
Kişi eğer dünyada cennete layık bir ömür sürmezse ahirette cenneti bulamayacaktır. Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz Hadisi Şerifi dünyada nasıl yaşamamız gerektiğini açıkça beyan ediyor. O’nun rızasına uygun yaşar ömrümüzü huzurla yaşarsak bu geçici dünya alemi ahirette ebedi cennet olacaktır. Yani dünya cennet olursa ahirette cennet olur. Cenneti dünya da aramayıp ahiret aleminde arayanlar; özlemini çektikleri cennete yaşadıkları mekanı cennete çevirme gayreti ile ulaşacaklardır. Yaşanan mekanı sadece bedenin yeme-içme gibi ihtiyaçları giderme yeri olarak görürse insanı o mekan orada barındırmaz. Cenneti nefsi rahatlatma adına tamamen bu dünyada yaşama gayretinde olanlarda kendi fıtratından uzaklaşmışlardır. Fıtratından uzaklaşan insanın yaşadığı mekanı cennete çevirme gayreti onu dünyaya bağlamış ve kapitalist sistemin bir oyuncağı haline getirmiştir. Daha fazla kazanma daha fazla eğlenme derken Mevlana’nın aklı merkebe benzettiği hikaye de olduğu gibi debelendikçe batmış, battıkça debelenip durmaktadır.
İnsan cenneti gönlü ile aramalı. Maddeden ziyade manaya ehemmiyet vermelidir. Cennet arayışı suretle değil gönülle olmalıdır. Surete önem veren insan gönlünün de aslını bozguna uğratmaktadır. Aslında iç alemine değer verse sureti de ihya etmiş olacaktır. Allah güzeldir güzeli sever. İnsanın da güzeli ortaya çıkarması için kendisinin de güzel olması gerekir.
Bugün yaşadığımız şehirlere oturduğumuz evlere bakınca görüntüye mi yoksa ihtiyaca mı önem verdiğimizi anlayabiliriz. Birer yaşam alanı olmadan uzak bir alana dönüşen evlerimizdeki eşyalar bugün sadece görselliğe dönüşmüştür. Bize ahireti kazanmayı hatırlatmaktan ziyade maddiyatı, zenginliği kanıtlama telaşı görülmektedir. İhtiyaç olmayan eşyaları evlerde biriktirmek gösterişi yaşam biçimi haline getirdi. Ardından gelen görülme isteği ise yuva olacak olan evleri teşhir salonlarına çevirdi. İnsan ahlaken nasıl olmalıyım diye kendini sorgulayacakken nasıl görünüyorum derdine düştü. O kadar ileri gidildi ki görülmemek tanınmamak bir çok insan da hastalık haline geldi. Sosyal medyada çokça boy göstermeye başladık ve hakikati arayacak gözler bizi gösterecek kamera aramaya başladı. Allah bilsin Allah görüyor yeter yerine dernekte vakıfta medya da öne çıkamadık neden ben yoktum gibi söylenmeye başladı.
Gösterişli yaşam sanaldır. Sanal tatsız tuzsuzdur. Sanal yapılan işler sahtedir. İhlas olmadan iş yapmaksa riyadır. Riya ise Şirk. Ne zaman ki ihlasa yönelirsek o zaman gönlümüzde bir filiz yeşerecek ve bu filiz önce evlerde, sokaklarda, mahaller de derken şehri de saracak betonarme binaları yaşanabilir mekanlar kılacaktır. Sadece gösterge de kalırsak şehirlerde turist gibi kalacak asla şehre bir aidiyet hissedemeyeceğiz. Oysa evler de şehirler de birer yuvadır. Orada hayat bulur, orada nefes alırız. Bugün gösterişlerimiz yaşanılan mekanla aramızda kalın perdeler germekte ve şehrin kalbi ile kendi kalbimiz arasında bir bağ kuramayıp maalesef gurbet hayatı yaşamakta.