Tarih: 11.09.2022 14:21

ULAŞ İçin Bir Baş YAPIT!

Facebook Twitter Linked-in

(KİTAPTAN BİR KESİT...)

Bir Korku Öyküsü: Garaguru

Bazı akşamlar Muhtar Âmet´in, Seferaa´nın, Garpuz Me-med´in veya köyden herhangi birinin odasında toplanılıyor, onlara katılıyorum. Geç saatlere kadar sohbet ediyorlar, şaka-laşıyorlar, çeşitli oyunlar oynuyorlar. Sohbetlerde en iyi anla-tanlar Seferaa ile Garpuz Memed.

Bir akşam; bir kış akşamı, ortalık karlı buzlu ve çok ka-ranlık. Köyde elektrik yok, dolayısıyla yegâne aydınlanma aracımız gaz lâmbası ve varsa pilli el feneri.

Muhtar odasında köy ahalisinin erkekleri ve tıfıl öğretmen bendeniz toplanmışız. Demli çay, sarma cıgara, ayran, yine demli çay, yine sarma tütün, yine ayran, cıgara? Gaz lâm-bası ışığında, güldür güldür tezek sobası ortada. Geç saat ol-muş, uyku gözümden akıyor. Yaş on dokuz, oraya göre deği-lim. Sürekli demli demli çaylar geliyor, ben Muhtar Âmet ile Pörtlek İmam Bahattin´in arasında, yani başköşede bağdaş kurup oturmuş; sakal traşını henüz yeni yeni olmaya başlamış tıfıl öğretmen. Seferaa tam karşımda hin hin gözüme bakıp gülümsüyor. Ne çok sevdim onu? Nedense bana çoğunlukla böyle bakar, mutlaka bir şaka; bir espri gelecektir böyle bak-tığında.

Saatler geçiyor kimsenin kalktığı yok; birisi kalksa peşine takılıp kalkacağım ve lojmanıma gidip yatacağım. Sabah se-kizde okul açılacak, öğrencilerim karşılanacak.

Komşular ben artık kalksam, uykum geldi, yarın mesai var. Geç oldu zaten,Otur la birez daha. Bah bi şey ağnadayım sonra barabar galkarık. La Ismayıl, çay go ortmenine, diyor Seferaa ve tüm diğerleri kasketli kafalarını aşağı yukarı sallayarak onu ve söylediklerini onaylıyorlar. Ismayıl, muhtarın oğlu, beşinci sınıfta talebem.

Otur la hoca birez daha.

Hep barabar galkarık.

La lojmanda bekleyen garın mı var, bekâr adamsın.

Mecburen oturuyorum birez daha. Çünkü o karanlıkta, karda buzda yağmurda tek başıma yüz elli metre; hem de mezarlık kıyısından yürümeyi gözüm kesmiyor, tırsıyorum. Dışarısı kış kıyamet zaten.

Seferaa, demli çayını höpürdeterek bir öykü anlatmaya başlıyor: Garaguru'lar varmış bilmem kimin tarlasında görmüş. Bu garagurular, cinlerle ecinnilerin bir çeşidiymiş ve hem cinlerden hem ecinnilerden çok daha tehlikeliymiş. Küçücük boyları, portakal büyüklüğünde kafaları, korkunç suratları varmış garaguruların. Onlarla karşılaşanlar, onları görenler iflah olmuyormuş. Seferaa´ya bir şey olmamış, çünkü görür görmez hemen Yasin okumaya başlayınca ortadan kay-bolmuşlar. Ama Kör İmam Bahattin, bir gece yarısı onlarla mezarlık kıyısında karşılaşınca gözleri pörtlemiş ve öyle kalmış.

Seferaa öyle bir inandırıcı anlatıyor ki, diğerleri de iştahla ona katılıyor. Her biri ayrı bir garaguru hikâyesi anlatıyor. Kimisi bizzat görmüş, bazıları ise gören birinin anlattığını aktarıyor. Sonradan öğrendim ki meğer hedef benmişim, öykü o anda doğaçlama gelişmiş. Saf saf inanıyorum, her anlatılanı içim ürpere ürpere dinliyorum. Bir saat daha geçiyor.

Muhtar´ın evi benim lojmana biraz mesafeli, arada köyün ortasındaki mezarlık var. Çok geç saat oldu, kimsenin kalktığı yok, içim ürpererek kalkıyorum.

Nöörüyon hoca, nahas galkıyon

Yatacaam artık, uykum geldi. Sabah erken okul var.

?Eyi Allah ıraatlık versin.?

Size de.

La Ismayıl, ortmenine lamba dut düşmesin garanlıkda. Eyi geceler hoca.

İyi geceler muhtar.?

Muhtarın bakışında da bir tuhaflık var, anlamlandıramıyorum, hadi hayırlısı.

Seferaa benimle birlikte kalksa sorun yok, evi benim loj-manın yanında olduğundan birlikte gideceğiz. Kalk beraber gidelim, desem korktuğum anlaşılacak, o da hinliğine oturuyor.

Muhtar´ın, sınıfta benden her gün ensesine en az beş şa-mar yiyen yaramaz oğlu İsmail gaz lâmbasını tutup beni üç basamaklı tahta merdivenden uğurluyor. Zifirî karanlıkta, gaz lâmbasının ışığında İsmail´in o sevimli yüzü bile ürkünç gö-rünüyor. Üç basamağı inip dışarı çıkıyorum.

Allah ıraatlık versin örtmenim.

Sana da İsmail. Dersini yapmadan yatma. Anana söyle yoğurt yollasın biraz. Erken gel, sınıfın sobasını sen yak.

Peki örtmenim.

İsmail elindeki gaz lâmbası ile içeri giriyor. Ay ışığı yok, zifir karanlık, yerler buzlu, ne ararsan var yani. Buzda kayıp düşmemek için mezarlığın duvarına tutuna tutuna gidiyorum. Kafayı iyice sola çevirmişim, çünkü mezarlık sağımda. Bir taraftan da sesli sesli söyleniyorum:

Ulan eşşoğlueşşek, hâlâ bir el feneri alamadın kendine, salak!

Yüz-yüz elli metre kadar sonra lojmanıma ulaşacağım ama çok karanlık; zifirî karanlık ve sağımda mezarlık. Ara sıra şimşek çakıyor, saniyelik şimşek ışığında mezar taşları bir görünüp bir kayboluyor ve ben çok küçüğüm daha, on dokuzumdayım, Ankara´nın ışıklı caddelerinden gelmişim buraya?

Benzinli çakmağımı pantolon cebimden çıkarıp titreyen parmaklarımla çakıyorum, sadece kendini aydınlatabiliyor ve rüzgârdan dolayı hemen sönüyor, geri cebime koyuyorum. Gök gürlüyor, yağmur başladı başlayacak. Neyse; cinsiz, ecinnisiz, garagurusuz, kazasız belasız, yüreğim korkudan güpür güpür atarak lojmanıma ulaşıyorum.

İyi ki kapıyı kilitlemeden çıkmışım o gün, bir de bu karanlıkta anahtar deliği bulmakla uğraşılacak.

Ödüm atarak, benzinli muhtar çakmağımı çakarak gaz lambamı yakıyorum. Oh, az da olsa ışık.

Ne kötü bir gece, şakır şakır yağmur da başladı dışarıda. Lojmanımın içi de buz gibi.

Tezek sobası kolay yanar. Alta bir parça kâğıt koyarsın, üstüne çabuk tutuşan inek tezeğinden üç beş parça, yanmaya başlayınca artık sobaya üstten sert koyun tezekleri atılabilir. Koyun tezeğinin adı kerme. Kermeleri attığında sobanın yanakları kızarır, kor gibi olur, yanmakta olan tezeğin, ker-menin dumanı, nefis kokusu ve sıcağı odayı kaplar.

Kermeleri attım, benim sobanın yanakları da kızardı, kor gibi oldu. Bundan sonra sobaya inek tezeği atmak hiçbir işe yaramaz, ha kâğıt atmışsııın, ha inek boku? İlle de koyun kermesi olacak ki sobanın yanakları kızaracak, kor gibi ola-cak.

Yağmur iyice şiddetlendi sanırım, dam bir kenarından tıp tıp akmaya başladı. İçinde donumu, gömleğimi yıkadığım mavi plastik leğenimi damlayan yere koyuyorum. Şıp şıp şıp, leğen dolmaya başlıyor, gök gürleyip şimşek çakıyor, benim yürek korkudan güp güp güp atıyor. Tam bulduk bu gece, korku filmi gibi. Geçen sene Ankara´da arkadaşlarla Arı Si-neması´nda izlediğimiz korku filmi ?Suspiria? nın ürkünç sahneleri geliyor gözümün önüne. Orada o çok ürkünç korku filminin ardından ışıklı Ankara caddelerine çıkmıştık hiç de-ğilse. Burası zifir, az ötede karanlığın içinde mezarlık, yaş on dokuz ve tek başına, gel de korkma.

Şimşek çakınca bir iki saniye ortalık ışıl ışıl. Az ötemdeki mezar taşlarını da bir iki saniye aydınlatıyor ve tekrar karan-lık. En iyisi pencereye hiç bakmamak.

Ulan doğru olabilir mi bu garaguru hikâyesi.

Saçmalama oğlum, hani sen böyle şeylere inanmazdın? En iyisi biraz gitar çalışayım.

Islık çalarak duvarda asılı gitarımı alıyorum.

Çok memnunum bu gitardan, yav iyi ki almışım seni.

Sesli sesli söylüyorum, ıslık falan çalıyorum ki korkum geçsin.

Klasik gitarda tremolo tekniğimi geliştirmeye çalışıyorum o sıralar. Francisco Tarrega´nın Recuerdos de la Alhambra? adlı eseri, baştan sona tremelo, çok güzel bir eser. Majör bö-lümüne kadar geldim. Nota sehpam yok, somyaya oturup notaları sandalyeye koyup çalışırım hep. Lambayı sandalye-nin oturağına koyduğunda notalar apaydınlık olur. Gaz lam-balarımdan birini notaya iyice yanaştırıp çalışmaya başlıyo-rum. Bu majör bölüm de ne zormuş. Bu eseri hakkıyla çal-mak her babayiğidin harcı değil, asıl derdim tremelo tekniği-mi geliştirmek.

Dışarıda durum aynı; yağmur, gök gürültüsü, rüzgâr uğul-tusu, en kötüsü zifir karanlık. Bir saat falan çalıştım herhalde, saat bir olmuş, uykum geldi yatayım artık. Sabah erken kalkı-lacak, kucaklarında birer tezek ile gelen talebeler karşılana-cak, sınıfın sobasının yakılmasına refakat edilecek.

Lojmanım perdesiz. Tarrega´nın eseri ile uğraşırken, o perdesiz küçük penceremden pat pat pat bir ses geliyor. Deh-şetle irkiliyor ve pencereye bakıyorum, buz kesiyorum o an?

Dışarıda pencerenin önünde bir çift kırmızı göz içeri ba-kıyor; zifiri karanlıkta portakal büyüklüğünde bir kafa, küçük küçük kor gibi kıpkırmızı gözler, doğrudan gözümün içine bakıyor. Elini pat pat pat cama vuruyor. Offf, işte Garagu-ru? Külodumun içinde ılık ılık hafif bir ıslaklık, korkudan elbette. Güpür güpür yürek çarpıntısı eşliğinde o ılık ıslak-lık?

Çocukluğumda Kur´an kursuna gitmişliğim, dua okumuş-luğum, Kurân´ı Kerîm´i hatim etmişliğim falan var ya; canhı-raş bir şekilde başlıyorum:

?Bismillahirrahmanirrahim, lâ ilahe illallah, kulhü vallâhü ahad allâhussamed lemyelid velemyuled velem yekûnlehu kufuven ahad, sübhaneke allahüssamed... Allahü ekber, alla-hü ekber, ettehüyatü??

Yaaa, işte böyle imana gelirsin. Yarın Cuma´ya git, Kör İmam Bahattin´in ardında saf tut!

Geldiğimden beri söylenip duruyorlar zaten: ?La hoca, eyi, hoş adamsın da, namaz gılmıyon, oruç dutmuyon, cuma-lara gel bari. Emme ebdes almadan gelme.?

İyi tamam, yarından itibaren cumalara da geliriz, ebdeste alırız, beş vakit de kılarız, oruç da tutarız, şu lânet geceyi bir atlatalım da?

Kor gibi gözlerin sahibi olan portakal büyüklüğündeki ka-fa silueti karanlığın içinden pat pat cama vurup kor gözleriyle gözüme bakıyor hâlâ. Ensemden soğuk soğuk terler akıyor. Gitarımı somyanın üstüne fırlatıyor ve ne yaptığımı bilmeden notamın önündeki gaz lambasını kaptığım gibi pencereye koşuyor, lâmbayı bilinçsizce cama fırlatıyorum, içeriye so-ğuk, karlı buzlu kış havası doluyor. Cam kırılıyor; o lâmba da sönüyor ve ortalık iyice zifiri karanlık; az ötede köy mezarlı-ğı, dışarısı kış; bereket versin tezek sobam gürül gürül yanı-yor, alevleri hafiften ortamı aydınlatıyor, öbür lâmbam da cılız bir ışık yayıyor.

O anda bir şimşek çakıyor ve şimşeğin geçici ışığında, kuyruğunu sallaya sallaya giden Gotügırmızı´ların aptal gri kedisini görüyorum. Evet, pencereme pat pat eden Gotügır-mızıların aptal, salak kedisi Apti imiş. Apti, iri bir kediydi. Karnı acıkınca gelir, bütün gününü benimle geçirir, verdiğim lavaş-süt ile karnını doyurur ve defolur giderdi. İyi bir dos-tumdu.

Defol git ve bir daha gözüme görünme Apti Hadi sen de yat uyu artık. Rüyanda garaguru görürsün inşallah, geri zekâlı salak korkak! Bu kırılan cam nasıl tamir olacak.

***

Yalanım varsa Allah beni garaguru yapsın. Büyük gita-rist/besteci Francisco Tarrega ile Gotügırmızı´ların gri kedisi Apti tanığımdır, aynen böyle oldu. O geceden sonra ?Recuer-dos de la Alhambra'yı çalışmayı bıraktığım için tremelo tek-niğim gelişemedi, çok zayıf kaldı.

Allah sizleri inandırsın, aradan bunca yıl, geçti; halen ve zaman zaman Karacalar Köyünün garaguruları rüyalarıma girer ve uyanınca gülümserim.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —