Gurbette yaşayıp da, yazları memlekete gelen nice Sivaslı´nın, buralardan çekip gitme nedenlerini ara ara değerlendirmek lazım. Neden bir çok köy, kasaba, ilçe sakini büyük şehirlerin yolunu tutarak, gurbeti kendilerine kader bellemişlerdir? Neden bu şehrin insanlarına, burada doyma ve doyurma umudu hiçbir zaman aşılanmamış ve öte diyarlar daha cazip kılınmıştır?
**
Nice Sivaslı, büyük şehirlerde ekmek kavgasına tutunmanın mecburiyeti ile ?keşke Sivas´ta kalabilseydik? diye, özlemsel bir iç geçiriş haleti ruhiyesindeler?
Bu hayıflanma epey zamandır var ve hala da artarak devam etmektedir. Peki bu hayıflanmada suç kimde? Aslında suç hepimizde. Niye? Çünkü bir türlü bu şehrin, kendini gerçekleştirmesi hususunda yeterli gayreti gösteremedik. Bütün uğraş alanlarını, dar alana hapsetme gibi bir hastalığın cenderesi içerisindeyiz. Bu böyle olunca, gerekli yaşam koşullarını bulamayan nice Sivaslı, gurbetin yoluna revan olmaktalar...
Bunlardan birçoğu elbette gönüllü gitmediler. Eğer mümkün olsa, çoğunun doğduğu topraklarda, doymanın uğraşını vereceği muhakkak. Yoksa üç kuruşa, öte diyarlarda sıla hasretine kim katlanır?
Belki gidenleri tekrar Sivas´a getiremeyiz ama, geride kalanların gitmesini engellemek pekâlâ elimizde. Bunu gerçekleştirme amacında oluşacak samimiyet, Sivas´ın makûs talihini yenebilir.
Şehrimizin, yeniden ama yeniden yorumlanmaya ihtiyacı var sevgili okurlar. Yıllar yılı süren basmakalıp bakış açıları yerine, modern bir sentezleme gerekliliği ortadadır.
Bunu gerçekleştirmek, elbette ki yeni bir vizyona da dört elle sarılmayı gerektirmektedir.
Komşu illerin, gelişmişlikleri bir bir incelendiğinde görülecek ki, en küçük varlıklarını bile, büyük hayallerle, destekleme vizyonları öne çıkmaktadır.
Bu hayal ve aşktan yola çıkarak ekonomi, sanat, kültür ve şehircilik alanında önemli mesafeler kat ettiler.
Onların bu atılımlarını örnek almamız gerekirken, bizler sadece genç iş gücü gönderme yolunu seçtik.Yani beyin göçünü, yani gurbeti, yani hasreti?
Şu bilinmelidir ki, bizim çoğu zaman kısır bakış açılarımız, gelecek hayalimizi sınırlamaktadır. Ne hikmetse, boş tartışmalarda gösterdiğimiz başarıyı, gayret ve icraatta bir türlü göstermiyoruz.
Varsa yoksa, boş laf mücadelesi.
Ve sonra da, her alanda gerisin geriye kayan bir şehir? ?Vay efendim, şöyle olmalı böyle olmalı. Şu şunu dedi bu bunu dedi.?
Bunun sonucu da, işte alın size göç veren bir şehir. İçinde doğru daraldıkça, kendi varlık nişanelerinden habersiz yetişen nice insan?
Sevgili okurlar, artık bu köklü şehrin yeniden yorumlanması gerekmektedir. Her alanda, yeni bir bakış açısı ile yarınları onarmak gerekliliği görülmeli ve görülmekle de kalmayıp, bu yönde çok büyük ama çok büyük adımlar atılmalı.
Sivas´ın varlığında bulunan değerler birlikteliği, vakit geçirmeden yeni bakış açıları ile bir bir irdelenip, modern bir yorumlama seansına girilmeli.
**
Sivas´ın, kendini keşfetmekten başkaca bir çaresi yok. Kendi varlığını bilen bir şehir, bütün alanlarda noksanlıklarını onarıp, yeni gelişmişlikler adımı ile yolunu birleştirmeli.
Sivas´ın aşama aşama, yere sağlam basma gayreti, şaşıracağımız güzel gelişmeleri de beraberinde getirecektir.
Ve çok uzun yıllar geçmeden göreceğiz ki, şehir kendini gerçekleştirmiş olacaktır. Öte diyarlara da gitme zorunluluğunda olan birçok Sivaslı, alınlarının teri olan ekmeğe doğduğu topraklarda kavuşacaktır.
Görev hepimize düşmekte. Yüce bir duyarlılık bilinci ile hareket ederek, Sivas´ın nekahetini sonlandırmanın zamanının geldiği bilinci ile hareket etmeliyiz.
Bu bizim, doğduğumuz ve doyduğumuz topraklara vefa borcumuzdur?
Bu şehrin çocuklarının gurbette, üç kuruşa yaşam mücadelesi vermelerine ve üstüne üstlük bir de sıla hasreti ile yanıp kavrulmalarına insanın gönlü razı gelmiyor?
Sevgili okurlar, derin bir uykudan uyandırılmayı bekleyen adeta masalsı bir devdir Sivas.
Bu devin uyanması demek, Anadolu´da, yeni bir umudun da dirilişi demektir. Elindeki altın tasla, başını duvardan duvara vuran bu şehrin silkinerek ?bizden bir şey olmaz? kalıbını yerle yeksan edip, emin adımlarla ötelere yönelmesi zamanıdır.
Anadolu´nun ortasındaki bu Selçuklu tacının, bir kandil gibi etrafını aydınlatma sürecini daha fazla geciktirmemeliyiz?