SİVAS'ın Yitik Düğünleri!

SİVAS

Osman ÇELİK Yazdı...

SİVAS'IN YİTİK DÜĞÜNLERİ
Anadolu, sözün özle harmanlandığı güzellikler diyarı. Dağa düşen kırağıların, gönle düşmüşçesine baş üstü tutulduğu insanların diyar. Tan vakti, otları şerbetleyen çisenin, ağarmış saçlarda, yarınların aydınlatıldığı umutlar, hasretler otağı. Anadolu bu, her olaya bir türkünün yakıldığı, bir türkünün bin nazla söylendiği türküler diyarı. Türkülerle coşan, ağıtlarla yanan, ezgilerle yürüyen, umutlarla söyleşen destanlar toprağı.

***
Hasreti, gurbeti, yası, türkülerde arayan, bulduğunda onla yetinmeyip, yeniden türkülerin yoluna düşen, türkülerin mısralarında kaybolan, tenha insanların otağı. Hemen hemen her şeye nidada bulunmayı bir gelenek olarak gören köklü insanlar durağı. Anadolu bu, taşa bile canlı nazarıyla bakıp, onla dertleşen soylu insanlar vatanı.
Hele Sivas, bu yürek diyarının en güzel örneklerini sunar insanlığa. Yapılan her şey, bir nizam ve intizam halinde devam eder yüzyıllardır. Ağıtlar, türküler, maniler birbiri ardı sıra söylenir vakti zamanında. Sivas’ın, zamana ve insanlığa söyleyeceği sözler, o kadar kıymetlidir ki, hangi birini gönle yazalım diye çokça düşünceler iner insan belleğine. Düğünler başkadır, bayramlar başkadır, hasretler başkadır, yaslar başkadır…Başkadır yüreğin, zamansız şakıması. Başkadır gurbetin içleri yakan rayihası. Velhasıl, nice insana özge anlar Sivas içindedir. Sivas’ta, güzel olan her şeyin içindedir.
**
Sivas’ın en eski şenlik ağıdı, kına geceleridir. Şenlik ağıdı diyorum çünkü, buruk bir mutlulukla beraberdir bu ağıt. Evlenecek yaşa gelen kızını nişanlayan anne ve babanın, o kızı, o yaşa getirdiğinden dolayı duyduğu mutlulukla beraber, onu, kına gecesi sonrasında gelin göndermesi, bir değişik hüznü çağrıştırır gönüllerine. Yavrusunun bebekliğinden itibaren kaydettiği filimler hafızası, o güne gelince indirilerek puslu raflardan, bir bir diziliverir hayaline. Pıtı pıtı yürüyüp, ilk defa konuşması, eli işe yetende, bir bardak suyu vermesi, bir başka hüzünlendirir ebeveynleri.
**
Günü gelir ve söz vaktinde açılarak, dünürlerin evin kapısında bitmesiyle, anlar çocuğunun büyüdüğünü. Sözle kavilleşir her şey. Söze, ağır bir anlam yüklenerek kavilleşir her şey. Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle zamana başlar, yaşı yılları deviren biri. Uzun bir suskunluk alır ev ahâlisini. Hemen verilecek bir karar değildir bu anlar. Karşı taraf tanınsa da, tanınmasa da, usuldendir alttan almak. Yüzyıllardır elekten süzülmüş olan, “kız evi naz evidir” sözü gereği de, birkaç gün sonraya bırakılır nihaiyi karar.
Bir müddet düşünülmesi için zaman istendikten sonra, gecenin öte diyarında, karı koca konuyu değerlendirirler usulcacık. Dolular almaz, boşlar dolmaz misali, bin türlü düşünce girdabı içinde, sabahlara bağlanır sözler.

***
Son söz biricik evlatlarına düştüğünde, gün görmüş bir zaman hesabınca, onun fikrini de alan ana ve baba, olumlu bir hava estirince, yeniden geliverir dünürler. Bu defa hazırlıklıdır her şey. Ağız tatlılığından tutun da, meyve suyundan çıkın. Olumlu havanın hakim olduğunu gören kız isteme ekibinin başı, hafifçe boğazını temizledikten sonra, besmeleyle sohbeti açıp, Allah’ın emri Peygamberin kavli diye ortamı resmileştirir. Kız tarafının, “Allah iki tarafa da hayırlı etsin” temennisinden sonra, eller açılarak sonsuzluk âlemine, “yazısız pulsuz” mektuplar gönderilir. Kımıl kımıl kımıldayan dudaklar, yüzleri bir ay gibi parlatır Sivas bozkırlarında...
**
Ağızlar lokumlarla tatlandıktan sonra, dünür gelenlerden bir kadının parmağında bulunan bir yüzük, nişan yüzüğü yapılana kadar, gelinlik kızın parmaklarına takılır. Ay aydınlık dilekler sunulur hemencecik. Yıllardır büyümek için sabırsızlanan kız çocuğu, yavaş yavaş ana babadan ayrılma hissine gark olur. Daha bir gözüne sevdalı gözükür aile efradı. Daha bir koyulaşır sevgi sözcükleri.
Tarifsiz bir mutluluk kol gezer topraktan örülü evlerde. Tarifsiz bir mutluluk seyr-i sûluk eder, güneşin kararttığı sûretlerde. Peşi sıra gelen, kahve yada ince belli bardaklardaki çaylar, oğlan tarafının sevinçli elleriyle yudum yudum yudumlanır. Kız babası, durgun halini hiç aksettirmeden, ara ara katılır sohbetin seyrine. Bulgur bulgur inen terini, hafifçe sildikten sonra, çentikler ormanı alnı, anlatır hayatın dik yokuşlarını. O biricik evladını büyütmek için harcadığı emeği, tatlı bir tebessümle konuk olur dudaklarına. Şerha şerha çatlamış elleri, alın teri bereketini anlatan bir şiir gibi soluklanır aniden..

***
El ayak çekilipte evde herkes yalnız kalınca, bir keder kaplar kızın anasını. Sessiz sessiz akan gözyaşlarını, beyaz tülbendinin ucuyla sildikten sonra, tuhaf bir suskunluğa bürünür. O ev, gelin evi değil, sanki hüzün evine dönüşür o gece. Saçını taradığı, en güzel örgüleri yaptığı, yolda yan yardakçısı, evde işini gören biriciğinin nasılda büyüyüp, günü gelip gelin olacağı düşüncesi, epey bir iniletir gün görmüş ananın yüreğini. Hâlâ o, emekleyen küçük kuzucuğudur. İlk adımı atıp, ikincisinde düşen, eline aldığı kuru ekmeği tek dişiyle yemeye çalışan küçük yavrusudur. İlk defa anne ve baba demesi, ilk defa sarılıp öpmesi bir bir giz saraylarına konuk olur…
**
Oğlan evinde, binbir neşe hüküm sürer günlerce. Ardı arkası kesilmeyen “hayırlı olsun” ziyaretleri, mutluluğun nişanesi olur adeta. Her gelenin önüne konulan bisküvi ile lokum, ağızları şenlendirirken, sohbetin hoş rayihası da gönülleri şenlendirir. Damat adayının annesi, bir bir sıralar gelinlik kızının marifetlerin. İyiliğinden, işliliğinden, güzelliğinden dem vurur herkese. Konuştukça, ağzında şeker varmış gibi tatlandırır konukları.
Yeni gelinliğe alınacaklar, gözden geçirilir her gün. Epey bir hesap kitap öğrenilir bu zamanlarda. Harman sonu iyi bir fırsattır edasıyla, hayaller kurulur bu uzak diyarlarda. Bereketin kol gezdiği, uzatılmış sonbahar özlenir adeta. Ay Dede’nin tepelerin ardındaki gülümsemeyle çıkışı gibi, bir nazenin gülümseme yayılır yüzlerine.
Hemen hemen, bir çok defa gelinlik görmeye gidilir. Eli boş gitme adeti, hiç yoktur buralarda. Mutlaka, giderken bir şeyler götürülür gelinliğe.
Eğer nişanlılık zamanı, Ramazanı kapsarsa, damat adayının ailesi, cümbür cemaat toplanarak, gelinlik kıza “sahurluk” götürürler. Akabinde de, iftar için davet ederler yeni hısımlarını. Gelinlik kız ve ailesinin geleceği akşam iftarı için, maharetli ellerle oklavanın raksından, ip ince bir “su böreği”, iniverir tandırın koru üzerine. Su böreği, içli köfte gibi ağır bir yemektir. Ağır misafirler için olmazsa olmazdır. Diğer yemekler olmasa da olur ama, içli köfte ve su böreği gecenin seyri âleminde şarttır.
**
Kurban Bayramı’na denk gelen zamanlarda, kurbanlık koç önceden düşünülür. Hafif bir şenlik bâbında, irice koç boyalanarak gönderilir gelinlik kızın evine. İki çocuğun eşliğinde gönderilen kurbanlık koçun boynuna, mutlaka bir adet altın takılır. Koçla giden çocuklar, gelinlik kız ve ailesi tarafından ufak bir sevinçle karşılandıktan sonra, içeri buyur edilir ve yemek için alı konulurlar. Kurbanlık koçu götüren çocuklar, böyle karşılanmayı belkide ilk defa gördüklerinden, zafer kazanmış bir komutan edasıyla, yer minderi arkasındaki yastığa yaslanarak, boylarından büyük gülümsemeler salarlar. O gülümseme, boylarından büyük umutları perçinler nice yitik zamanlarda. Kendine güven ve büyük adam yerine konma hissi, ileriki zamanlarında işlerine yarayacak ilk adımdır o anda...

***
Kalkma zamanı geldiğinde, bir el yordamı ile önceden hazırlanan bir çift yün çorap yahut, el örgüsü kazak çıkınlarına konarak uğurlanır. Güle oynaya eve gelen çocukları, toprak damın üzerinde bekleyen damat adayı, onlardan güzel havadisler almak için, bin bir türlü dil döker. Bir mühim haberi, nasıl ballandırarak anlatırız diye onca kafa yoran çocuklar, sır katibi endamıyla bir bir anlatırlar yaşananları.Aslında söylenecek çok şey yoktur. Hafif bir göz ucu süzmesi ile, nişanlının iyiliği ve hoşluğudur sorgu suale saklanan. Eğer hoş bir selamla damadın gönlünü serinletirlerse, hatırı sayılır bir harçlığı da kapmaları gün gibi aşikar olur.
**
Ay geçer, yıl dolanır, söz vaktini kovalar. Umudun ördüğü, geçmiş zaman bilgelerinin söylediği gibi, “söz her daim vaktinde açılır.” Sözün hasıdır zaten, vaktini kovalayan. Hele sözün güzeli, gönlü güzel biri tarafından söylenirse daha bir başka olur.
Yaşı epey kemale ermişler, düğün gününü kararlaştırmak için yeniden hazırlarlar cümlelerinin en etkinini. Toplanarak yeniden yola koyulurlar. Çay faslından sonra, sesi kadifeleştirerek, “baltanın da kütükte olduğu” hiç unutulmadan, alttan alttan düğün günü kararlaştırma seansına geçilir. Karşı tarafında ortak rızası alınarak, iki taraf içinde makul olan bir tarih belirlenir.
Alacaklar alınıp, satılacaklar satıldıktan sonra, düğün günü gelip çatar Sivas ovalarında. Çok önceden kararlaştırılan mehtere, tam gün zamanı verildikten sonra, düğünün en önemli ihtiyaçlarını karşılamak üzere Sivas’a gelinir. Gelinlik kız ve ailesinden birkaç kişinin iştiraki ile alışveriş yapılır. Gelin sûkûtunu hiç bozmayan gelin adayı, bir derviş gibi gölgeleri incitmeden yürür. Alış veriş akabinde yenilen yemekte de, sayılı lokmalarla tamamlar küçük ziyafeti.
**
Bayrak dikilmeden bir iki gün önce, o yörede bulunan yas evleri dolanılarak, onların mâtemleri paylaşılır ve düğün için müsaade alınır. “Her ikisi de Allah’ın emri” diye mukadderata boyun eğen ölenin yakınları, hayırlı olsun temennisinde bulunurlar. Öyle ya, Anadolu’da bin yıllık gelenektir, hayırlı işi kolaylaştırma. Yas evinden de müsaade alındıktan sonra, bayrağın göndere çekilmesinden bir önceki Cuma namazına giden düğün sahibi, orada bulunan topluluğa namaz akabinde, “geçenlerinize Allah rahmet eylesin..” diye baş sağlığı hatırlatması, düğünün önümüzdeki günlerde başlayacağının nişanesi sayılır ve böylece, herkesin bu hayırlı işten haberi olmuş olur. Bayrağın kalkacağı Perşembe gününden bir gün önce de, ev ev dolaşılarak ilk davet yapılır. Herkesin bu şenliğe icabeti beklenir.
**
Her şey tam tamamında yapıldıktan sonra, uzun bir direğe, düğünün nişanesi olan ay yıldızlı bayrak, saygıyla evin bacasına dikilir. Bayrağın en tepesine, bir çiviye takılan kocaman bir soğan ve tavuk telekleri, sağlamca yerleştirilir.
Bayrak dikilirken, çalan davul zurnanın içleri titreten sesine, eğer, evlenecek oğlan yahut kızın ana ve babalarından biri yoksa, dağları inim inim inleten bir ağıt karışır. Davul zurna çalar, insanlar ağlar. Özellikle, içli içli çalan nağmelere kadınlar ağlarlar. O ağıt korosuna, nice uzak olanlarda katılırlar. Onlarda kendi içlerinde, unutamadıkları gidenlerine ağlarlar garip garip. Hani her şey tamamda, ya şu ölüm ayrılığı olmasa diye iç geçirir insanlar. Bir ağıt, bir şenlik… Bir hüzün, bir şenlik…Bir hasret bir şenlik… Bir gurbet, bir şenlik…
Hüzünle harmanlanır, Sivas’ın uzak bir köyünde düğün zamanı. Hüzünle merhaba denilir yüzyıllardır, mutlu anlara. Mehterin bu ağıt korosunu fark edip, daha içten nameler çalması, ortak bir matem misali, az sonra yaşanacak oyunlara hazırlar ağıtlı gözleri. Bir hüzün, bir şenlik… Bir hasret, bir şenlik… Bir gurbet, bir şenlik…
**
Evin bacasına bayrak dikilmesinden sonra, köy imamının duasına, hep birlikte amin denilir. Dua sonrası, çerezler dağıtılır bütün konuklara. Bütün konuklar, hayırlı olsuna gelirler akın akın. O matemli başlangıç, az az sevince boğar bir cümle insanı. Davul zurnanın, Sivas Halayı’na geçişiyle bir ip gibi dizilenleri, içeride kadınların oyunları takip eder. Bir ok talimi gibi oynanan oyunlarda, geçmişin vatan savunması hatıra gelir yavaşça. Hatıra gelen her şeye, iç geçirir insanlar. Hatıra gelen her şeye derin bir of çekip, karşıki dağları paralarlar. Hatıra her getirdiklerine dalar sessiz bakışlar. Sessiz bakışlarda dona kalır umutlar. Sessiz bakışlarda yutkunur zamanlar. Rüzgarın dalga dalga ettiği bayrağa bakanlar, gururla seyrederler ay yıldızı. Baktıkça al bayrağa, bu topraklar için şehit düşen kınalı kuzular minnetle anılır.
**
Dört gün süren köy düğünlerinde asıl büyük şenlik, düğünün ikinci günüdür. Bütün ahalinin toplandığı ikinci gün düğününde, Anadolu’nun bin yıllık geleneği, bir bir sıralanır. Ortaoyunu geleneğinin bir diğer versiyonu olan köy oyunları, bir biri ardı sıra sergilenir. Zamanla biraz değişime uğrasa da, bu oyunlar genel hatlarıyla aynıdır. Bayrağın dikildiği ilk gün, gönüllülerden seçilen "düğün kahyaları”, düğün boyunca bütün işlerin organizasyonu ile hükümlüdürler. Adeta düğünün, selametle sonlanması için uğraşırlar. Gelen misafirlerin ağırlanmasından tutunda, bir cümle resmi ve gayri resmi işlerle iştigal ederler.
Ortaoyunu geleneğinin bir değişik versiyonu olan gece oyunlarında, gelen misafirler, sudan bahanelerle, “düğün kahyalarına” ceza verdirmek için uğraşırlar ve sonunda da bunu başarırlar. Zaten bir cümle insan, düğünün bu ikinci günündeki şenlikler için duvar diplerinde yerlerini alıp, hazır vaziyette beklerler.
Köy yerinde düğün kahyalarına verilen en büyük cezalar, “suya atma, unlama, tezek takma, soğan kaptırma…” gibi çeşit çeşittir. Çocukların ve bir cümle insanın en eğlendiği ceza, ortalarından ip geçirilen tezeklerin, onların boyunlarına takılması ve bu vaziyette halay çekmeleridir.
Düğün kahyaları da, bu durumdan memnun ve mesut bir eda ile, kendilerini seyreden onca kalabalığa gerdan kıra kıra, oyunlarını icra etmeleri, ayrı bir gece ziyafeti konumundadır.

***
Ola ki, tezek takma olmaz da, tavana asılan bir soğanın kapılması gibi bir ceza vuku bulursa, onların canına minnet. Dışarıda tezekle dolaştırılıp, bir cümle yaramaz çocuğun ıslıkları ve naralarından iyidir diye düşünülüp, avurtlarını patlayacak kadar şişiren zurnacının nağmelerine uya uya, soğanı kapıp ipten kurtarmaya çalışırlar. Hem gece şenlenir, hem de bin yıllık Anadolu geleneği, gençlere aktarılır.
Daha birkaç kendini bilmezin, içkiyi sokamadığı o nezih ortamlarda, oyunlar eğlenceyle birlikte, öğretime de dönüşürdü.
Genelde Perşembe günü başlayan köy düğünlerinde, Cumartesi günü kınacılar yola çıkarlar. Giderken onlara eşlik eden mehteran, kınada insanları nasıl ağlatabilirim diye düşünmeden, ağır ağır namelerle yolu yakınlaştırır. Kına ekibi yola çıktıktan sonra, oğlan evinde yarınki yemeğin telaşı başlar. İş bilir birkaç kadına düşer organizasyon. Yemeklerin şahı olan içli köfte, acemi aşçılara bırakılmaz. Düğün zahmeti de göze gözükmezse, “üzümlü” de bazen hazırlanır bir cümle ahaliye.
Kınacıların yola çıkması akabinde, üç beş çocuk sıkıca tembihlenerek, yarınki düğün yemeği için “okuntu” ya çıkarılır. Evler bir bir dolanılarak, komşular davet edilir. Düğün kartlarının hayatı cılklaştırmasından önceki zamanlarda, biraz meşakkatli olsa da, ev ev dolanılarak herkesin davet edilmesi, ayrı bir önem arz eder, davet için dolaşan çocuklar mutlaka uğradıkları her eve, “misafirinizle davetlisiniz” sözünü hiç akıllarından çıkarmazlar. Ola ki bir evde misafir vardır ve davet edilmezse, düğün sahibine hafif bir kırgınlık hasıl olabilir.

***
Kına ekibi, kız evine vardığında, bir cümle kız tarafının, hazır ve nazır orada bekledikleri gün gibi aşikardır. Herkes toplanıp, kına çerezi açılıp kına karma işlemi yapıldıktan sonra, kına gecelerinin kadrolu türkücüleri, hafif bir naz faslından sonra alırlar ellerine beyaz tülbentlerini.
Gelinlik kızı ortalarına alarak, hiçbir müzik eğitim görmeyen içli sesleriyle, birbirlerinin gözleri içine bakarak, başlarlar geceyi hüzne bağlamaya. Onların söylediği kına türküsüne, orada bekleyen hanımların hemen hemen hepsi, vokallik yaparlar. Sivas’ın, Tecer’in, bozkırın bağrı yanık bir ezgisiyle, kekremsi bir nida yayılır ortalığa:

“Çaktılar Çakmak Taşını
Kurdular Düğün Aşını
Çağırın Gelsin Gelinin Bey Gardaşını

Şen Anam Şen Babam Evin Şen Olsun
İşte Geldim Gidiyorum Haberin Olsun
(Gelin Oldum Gidiyorum Haberin Olsun)

Al Duvak İle Gelin Binek Taşında
Gelin Ettiler Seni Ondört Yaşında
Gelin Gider Ağlar Ana Gardaş Peşinde

Şen Anam Şen Babam Evin Şen Olsun
İşte Geldim Gidiyorum Haberin Olsun
(Gelin Oldum Gidiyorum Haberin Olsun)

Gelin Gider El Evine Kara Giyinir
Kaynana Oğlum Diye Durmuş Övünür
Çok Övünme Kaynana Senin Sonun Görünür

Şen Anam Şen Babam Evin Şen Olsun
İşte Geldim Gidiyorum Haberin Olsun
(Gelin Oldum Gidiyorum Haberin Olsun)”

Tecer Dağı’ndan fışkıran su kadar tatlı olan bu türkü, sadece gelin adayını değil, bir cümle ahaliyi kırıp geçirir gece vakti. Bu topraklarda, yanık gönüllerde oluşmuş bu türkü, söyleyeni ve dinleyeni etkileyen bir iç hasreti çağrıştırır.
Hele öksüz ve yetimse gelinlik kız, o zaman, dağlar ve taşlar dahi, bu ağıt korosuna eşlik ederler hal lisanıyla. Neden herkes ağıta hazırdır?.. Neden ağlamak için sabırsızca beklerler?.. Neden, en mutlu anda dahi, insanlar ağıdı ceplerinde taşırlar?..

***
Kına faslından sonra, çerezler elden ele dolaşır. Karşılıklı türküler söylenir. Gözlerini kurulayan hanımlar, “ayda düğün var deseler, merdiven bulup çıkar” sözünü boşa çıkarmayan bir ivedilikle, başlarlar o yörenin oyunlarını oynamaya. Onların oynadığı oyunlara, küçük çocuklar, kıyıda köşede eşlik ederler. Daha televizyonun yeni yeni gasp etmeye başladığı hayatlarda, köy düğünleri bir iç canlılık eşliğinde hayatı tatlandırır.
**
Kına gecesinden sonra, oğlan tarafı yola revan olur, kız tarafında ise gece yeni başlar ve yakın akrabalardan oluşan yatı ekibi, ikinci bir kına ve hasret zamanına hazırlanır. Gecenin en ileri vaktinde, sesi soluğu kesilmiş ahali, sanki her şey yeni başlıyormuş havasıyla, yeni bir zamana başlarlar. Evde bulunan yaşlı birinin ağzından dökülen ilahiler, ûhrevi bir anla bellekleri demledikten sonra, büyük kına şenliğinden kalma kına, yeniden hazırlanarak, yakılan bir iki mumun eşliğinde, eline kına çalınmayanlara çalınır. Yine Sivas’ın yanık yüreklerinde oluşmuş bir ezgi, hiç unutulmadan, yüzyıllardır, her gönülde yıkana yıkana, yeniden gecenin konuğu olur. Zaten her daim ağlamaya hazır gözler, titrek bir sesin tüyleri ürperten mırıldamasıyla, sağnak sağnak boşalırlar. Ardı arkası kesilmeyen depremler misali, içlerini zangır zangır titretir bir türkü yayılır etrafa.

Gelin kızı metheyleyen ve bazı zarif sitemleri dillendiren bu türkü. Kız anasının göz pınarlarının korumasına sebep olur. Gecenin hiç bitmesini istemez. Lakin her şey kendi mecrasında akıp giderken, o gecenin de sabaha bağlanması kaçınılmaz. Kurtlar kuşlar dahi uykuya dalanda, bu küçük kalabalık, yüreklerine oturan bu türküyle geceyi nemlendirirler. Bu yanık ezgi, kuşaktan kuşağa, kutsal bir emanet gibi sandıklarda saklanan çeyizler gibi, kına gecelerinde ortaya çıkıp, gönülleri dağlar. Soy süren özge bir gelenek gibi, insanlık tarihiyle yaşıt bir anı ölümsüzleştirir. Sivas’ın bağrında dillenen bu türkü, sesin inceliğine kalınlığına hiç bakmadan, herkesin kulağına hoş gelir. Gürül gürül serilir, göz saraylarının saçaklarına:

“Atladı Geçti Eşiği
Sofrada Kaldığı Kaşığı
Mehlenin Bir Yakışığı

Şen Anam Şen Babam
Evin Şen Olsun
İşte Ben Gidiyorum Da
Yerin Gen Olsun”

Artık vakit gece yarısını çoktan dalaşıp aştığında, herkes bulunduğu yere kıvrılıverir. Sabah hüzünlü bir gündür beklenilen.
Gün doğup, bütün kuşlar en güzel şarkılarıyla merhaba dediğinde, oğlan evindeki hareketlilik ardı ardına hızlanır. Gelin alma vakti içindir her şey. Gelin arabası, şöyle bir el yordamından geçirildikten sonra, bir cümle yolcularında hazırlanmasıyla yola düşülür. Gelin evine varıldığında, cingöz çocuklar tarafından, arkadan kilitlenen gelin kapısı, çetin bir pazarlıktan sonra okkalı bir bahşişle açılıverir. Gelinliğiyle odada bekleyen kıza, kardeşi tarafından kırmızı kuşak usulünce bağlanarak, bir müddet daha ısmarlaşmadan sonra arabaya bindirilir. Düğüncüler, kornalar eşliğinde konvoyla yola dizile dursun, oğlan evi, bayrağın tepesindeki soğanı düşürme çabasındaki çocukların yarışına sahne olur. En marifetlisi tarafından düşürülen soğan, damattan alınan okkalı bir bahşişle ona teslim edilir.
**
Gelin daha köye girmeden, içine bozuk para ve çerez konulan mendil çıkı, damadın eline tutuşturulur. Evin damında bekleyen damat, kolunda sağdıcı ile, gelinin arabadan inmesini bekler. Gelin arabadan inip, eve doğru usul usul yönelirken, her gelin gelmesinde, damadın yukarıdan çerezle birlikte atacağı bozuk paraları, günler öncesinden hasretle bekleyen ve bunu gözüne kestiren kadrolu usta düğün çocukları, bazen, o hışımla gelinin can güvenliğini de tehlikeye atarak saldırıverirler paralara. Diğer düğünlerdeki, bu tür çocuk heyecanlarını iyi bilen gelin, böyle hareketlere karşı hazırlıklı bir vaziyette, adımlarını, düşmemek için daha da yere sağlam basarak içeriye doğru ilerler. Gelinin içeri girmesini fırsat bilen çocuklar, son bir kez hamle yaparak, kıyıya köşeye yuvarlanmış bozuk paraları, bir el çabukluğu ile toplarlar. Gelin tam kapıdan içeriye girecekken, oğlanın anası, gelinin başına buğday veya çerez atar bolluk getirmesi ümidiyle.
**
Düğünün son demlerine gelindiği bilinciyle, düğün yemeği için hazırlıklar tamamlanır. Bir gün önceden hazırlanan düğün köftesi, usta bir köy aşçısı kadın gözetiminde pişirildikten sonra, yanındaki diğer yan yemeklerle birlikte, insanlara ikram edilir. Gelinin başına atılan bozuk paralardan nasiplenen çocuklar, iyice acıkmış olmanın verdiği dürtüyle, sofranın başında hazır kıta beklerler. Düğün sahibi, yahut düğün görevlileri, odanın alt başında kurulan sofraya, çocukları buyur ettikten sonra, onların kaşık seslerine tebessümle bakarlar. Küçücük içli köfteleri, bir cambaz gibi kaşıklarında oynatan çocuklar, kısa günü okkalı bir kara çevirmenin hazzını yaşarlar. Keşke her gün düğün olsa diye tatlı tatlı oyunlaştırırlar hayatı.

***
Yemeğini yiyen misafirler, dört gün süren düğünün ardından bir bir evlerine, ocaklarına dönerler. Sivas’ın nice bozkır köyünde, bir düğünde böylece sonlandırılır. Murat almaları temennisi ile ninnilerle büyütülen çocuklar, günlerin geçtiğinin farkında olunmadan, “nasılda büyüdü bu çocuklar da evlendiler” diye tatlı bir tebessümü hatırlatırlar… Bu dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu hissini, kimse pek anımsamasa da, yaşananların böyle bir anı dillendirdiğini de unutmazlar. Bu dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu ve bu oyun ve eğlencenin ara ara matemleri de çağrıştırdığı hiç yabana atılmaz. Bu dünyada geçici olan fanilerin, en mutlu zamanlarda dahi, içlerine garip bir gurbet sızısının düştüğünü bile bile ararlar içlerindeki sükûneti.
Herkes evine çekilip, düğün evi sessizliğe büründüğünde, daha bir âsudeleşir zamanlar. Akşam ezanının ardından, dört gündür evin üzerinde dalgalanan bayrak direği usulca indirilir. Direğin en tepesindeki bayrak bismillahla birlikte usulca çözülerek, bir bezin içinde sandığa kaldırılır. O yeni düğünler için, epey bir bekleme anını yaşar. Yeni düğünlerde, özgürlüğün ve mutluluğun nişanesi olarak dalgalanacağı, o güzel günleri bekler. Asırlardır ona sevdalı Anadolu insanı da, onu görünce daha bir coşar engin ovalarda.
**
Sivas’ın nice yitik zamanlarında, hayata kayıt düşen anlarla birliktedir artık bu hatıralar. Bu anlar, zamanın fendine yenilse de, her anımsamada, avuçları ısıtan güzellikler olarak yaşayacak belkide. Kim bilir, yeni yetişen çocuklar, bu anlatılanları bir masal zannedip, o masalları anlatmaları için babalarını zorlayacaklar. Bu anlatılanları, masal değil gerçekti demeye kimse cesaret edemeyecek. Hiç kimse, yaşanan nice güzelliği, yüreğini ısıtmaktan öteye, belkide hiç götüremeyecek. Kimisi de, çocuklarına, bunlar bir masaldı diye anlatıp, gökten düşen elmalardan birini, o zamanların başına düşürecek…

Sahi, bu anlatılanlar bir masaldan mı ibaret? Ya da nice unutulanları, bu satırların yazarı masallaştırdı mı? Masal bir hayatın içinde mi gizlidir? Hayat, bir masalın içinde mi saklıdır? 



Anahtar Kelimeler: SİVAS' Yitik Düğünleri!