Kelebeklerin ömrü az olur derler. Azıcığını yaşarlar hayatın. Öyle ya, onca güzelliği nasıl taşır kanatları?.. Nasıl anlatırlar, kanatlarındaki sonsuzluk bulmacalarını?.. Onca renk cümbüşünü, nasıl anlar hayatın alacalı bulacalı insanları.
Kelebekler, üç günlük bir ömrü haykırırlar insanoğluna. Üç güzel gün? Güneşe doğru kanat çırpan, üç renkli gün? Bir birini bütünleyen beneklerde saklıdır hayatları.
Alı al, moru mor. Yeşile çalar bazen, allı telli pulcukları... Pembeye, sarıya, maviye... Hele birde kekik kokan dağların, akşam rüzgarıyla tanışmışlarsa, o zaman kekiğe çalar kokuları...
***
Çoban yastığının kenarcığında gizlenen, masum papatyaların yanına konmaları kadar da, ürkektir bu renk seyyahları. Kanatlarına bahşedilen onca güzellikle, arzı endam ederler bir müddet. Bir müddet uçarlar, ürkek ürkek çiçek bahçelerinde. Sonra sonsuzluk hayali kaplar minnacık bedenlerini. Minnacık bedenleri, sonsuzlukla şerbetlenmişçesine hazırdır ötelere. Öteler, bu küçük renk korosu için hazırdır her daim? Küçücük gözleriyle, anlamları soyutlayarak hayatı seyrederler sanki. Allı pullu telciklerinden salarlar belki de haberlerini?
Alı al, moru mor! Ya bir yayla çiçeğidir renkleri, yada bir yarpuz yaprağı. Ya da Anadolu´nun uzak bir dağının koyaklarında açan, kardelenlerle özdeştir simalar!
***
Kelebekler sonsuza uçarlar. Sonsuza hasrettir kanat şakımaları. Bir sonsuz rüya kadar iç yakan üç günlük ömürle imtihanlıdırlar. Yüce Yaratıcının, insanoğluna sunduğu göz ziyafeti için salınırlar bağ bağ, bahçe bahçe. Geceye de sevdalıdırlar nedense. Bedenlerinin yakut ağırlığı kadardır seyahatleri. Gecenin kör karanlığında da, ateş böceklerine inat salınırlar asude asude. Bark bark eden ayın on dördüyle sözlüymüşçesine, yanık yanık uçarlar öteye, beriye...
Bir sırdır, bilinmeyen yönleri. Bir sırdır, sevdanın sonsuzluğunu arayışları. Bir sırdır gurup gurup günübirlik sonsuzlukla ram olmaları. İnce ve nazeninindir gündüz kelebekleri. Nazlı bir şiir gibi tünerler çiçeklere. Nazlı bir bakış gibi ürkektir bedenleri!
Alı al, moru mor! Hele kırmızısı, sarısı, yeşili daha bir alır ruhları ve sonsuzluğun sahibine hediye eder. İncecik antenleriyle söyleşirler sanki. İncecik bedenleri kadar zariftir antenleri.
***
Nice bilinmez sırra doğru söyleşirler sanki. Nice bilinmez hayali anlatırlar sanki. Delerler insanın bağrını ve seyri sülük ederler alemin kalbine. Kelebekler sonsuzla imtihanlıdır zaten. Anlatırlar insanoğluna, dünyanın üç gününün en kısasını. En kısasının, bir gün sürdüğünden başlarlar zaten. Güneşle, usulca hasbıhal ettikten sonra, akşama doğru seyreylerler sanki. Hangi bir ötedir zamanı donuklaştıran, ne kimse anlar, nede kimse söyler. Dedim ya kelebekler sonsuza uçar..
Alı al, moru mor! Hele mavisini hiç sormayın. Aratmaz göğün mavi şiirini. Ya yeşil kanatlısını hiç anlatmayayım. Hele yeşilin üzeri süslenmişse göz göz pulcuklarla, değmeyin gönül sarhoşluğuna...
***
Sonsuza uçan kelebeklerde kalır insanoğlunun ah çekişleri. Bembeyaz bir örtünün, içlerindeki acıyı tenhalaştırması kadardır bütün yaşananlar. Bütün yaşananlar, bir damla "ah" kadar içlerin ayazıdır. Bir çeşme başı kadar sessizdir arananlar. Bir yudum suda destanlar gören, umutlu yüreklerdir anlatılan. Şırıl şırıl akan, bir çeşme başındaki yalnız bir ağaç kadardır yaşanan sevdalar. Fethe gebe bilgeler misali, gülümseyen gözlerdeki sıla türküsü gibi, tek tek gönle düşen sevda öğütleridir yaşananlar sanki.
Bir tek selvi ağacı! Ormanın onca kalabalığına aldırmadan, uzak bir gözenin yanı başında, uzatır boynunu göğün en âlâsına. Hışır hışır bir türküyü dillendirir her zaman. Güneşin ışıklarıyla tımarlanan yapraklar, ikindinin hafif yeliyle ırgalanır ürünü ürünü? Bir birine değen yapraklar, içleri sızlatırcasına yakar genizleri. Yağan yağmurlarla birlikte tenhalaşır serviler. Öyle uzun, öyle garip bir hüzün yayar sevenlerinin içlerine.Hışır hışır alırlar kabalıkları. Bir gelin saygısı gibi, incitmezler kimseyi. Bir derviş öğüdü gibi onarırlar gönülleri.
Alı al, moru mor. Yeşile çalar bazen, allı telli pulcukları. Pembeye, sarıya, maviye. Hele birde kekik kokan dağların, akşam rüzgarıyla tanışmışlarsa, o zaman kekiğe çalar kokuları...
***
Uzak dağların orta yerindeki koyaklar kadar tenhadır gönülleri. Bir çoban ıslığı kadar neşelidir hayalleri.Koyunlarına bir sığınak arayan çobanın, dağın çukurunu karar kılması kadar özgedir anları. Bir ıslık, bir şiir ve kelebekler. Yağız ata binip giden yarınlar. At kişnemeleri kadar sıcak umutlar.Yılkıların, uzak iklim şarkılarını arayışçası kadar hızlıdır ömürleri. Ömre düşen saniyeler kadar kelebekleşir her şey.
Alı al, moru mor. Yeşile çalar bazen, allı telli pulcukları...Pembeye, sarıya, maviye. Hele birde kekik kokan dağların, akşam rüzgarıyla tanışmışlarsa, o zaman kekiğe çalar kokuları!..
OSMAN ÇELİK